BÜYÜK İMAM: EBU HANİFE / Köşe Yazısı - Ömer DEMİR

22.04.2016 08:17:11
Ömer DEMİR

Ömer DEMİR

 

BÜYÜK İMAM: EBU HANİFE

İslam; ilk emri oku olan bir dindir. Gerek Kur’an-ı Kerim ayetleri, gerekse de peygamber efendimiz ilmi ve âlimleri övmüş, ilmi teşvik etmişlerdir. İlim öğrenmek aynı zamanda ibadet olarak kabul edilmiştir. İlk devirlerden itibaren Müslümanlar ilmi faaliyetleri önemsemiş, birçok âlim yetiştirmiştir. Başlangıçta dini ilimlerle sınırlı olan bu çalışmalar daha sonra bütün ilim dallarını kapsamış ve yüzyıllar boyunca Müslüman âlimler bütün insanlığı aydınlatmıştır.

Âlimlerimizi tanımak, onların ilim dünyasına kazandırdıklarından haberdar olmak; dinlerinin açık hükümlerine rağmen Müslümanların ihmal ettikleri ve dünyanın gerisine düştükleri bu alanda, tekrar sıçrama yapıp olmaları gereken konuma yükselme azim ve ümitlerinin yeşermesine elbette ki katkı sağlayacaktır.

Müslüman âlimlerin zirve şahsiyetlerinden biri de hiç şüphesiz İmam Azam Ebu Hanife’dir. O sadece yaşadığı döneme değil, kendisinden yüzyıllar sonrasına bile damgasını vurmuş büyük bir şahsiyettir. Vefatının üzerinden 1248 yıl geçmiş olmasına rağmen halen Müslümanlar onun ortaya koyduğu ilimden istifade etmekte onu rahmetle anmaktadırlar. 

İmam-ı Azam Ebu Hanife Kimdir?

Asıl adı Numan b. Sabit olmasına rağmen daha çok “İmam Azam Ebu Hanife” olarak bilinir. Ebu Hanife kelime olarak “Hanife’nin babası” manasına gelirse de kendisinin Hanife adında bir kızının olmadığı, hatta oğlu Hammad’dan başka çocuğunun olmadığı bilinmektedir. Bu şekilde anılmasının sebebi ise yaşadığı bölgede “Hanife” denilen bir tür divit veya yazı hokkasını devamlı yanında taşıması veya “hanif” kelimesinin sözlük anlamından hareketle “haktan ve istikametten ayrılmayan bir kimse” olmasıyla izah edilmiştir. İmam-ı Azam ise “en büyük imam” anlamına gelir.

Ebu Hanife Hicri 80  (miladi 700) yılında Kufe’de doğmuştur. Fakat aslen Arap olmadığı bilinmektedir. İnsan fıtratında büyük şahsiyetleri sahiplenme eğilimi olduğundan farklı milletlere nisbet edilmişse de kuvvetli görüş Fars asıllı olduğudur. 

Bağdat’a 170 km. uzaklıkta bulunan Kufe, Hz. Ömer’in emriyle Sad b. Ebi Vakkas tarafından kurulmuştur. Başlangıçta askeri bir kamp ve garnizon olarak kurulmuş olmasına rağmen, zamanla bir şehre dönmüştür.  Kufe çok farklı kültürlere ve dinlere yakın ve aynı zamanda bu farklılıklardan etkilenmiş bir bölgedir. Ebu Hanife döneminde Medine’yle beraber İslam dünyasının önemli bir ilim merkezi olan Kufe’nin nüfusunun o dönem 300-350 bin civarında olduğu rivayet edilir.

Ebu Hanife, Tebe-i Tabiin neslindendir. Hac seyahatlerinde Tabiin âlimlerinin ileri gelenleriyle görüşmüş, ilim sohbetlerinde bulunmuş onlardan hadis dinlemiştir.    Dört büyük mezhep imamı içerisinde sahabilerden bazılarını görüp, onlarla konuşup tanışan sadece Ebu Hanife’dir. Bu nedenle Tabiinden olduğuna dair görüşler de vardır. Ticaretle uğraştığından halkın günlük hayatıyla iç içe oluşu ve sık sık ilim merkezlerine seyahat edip birçok âlim ile görüş alış verişinde bulunması onun ilmi alandaki saygınlığını arttırmıştır. Yine birçok âlim gibi Ebu Hanife’nin de küçük yaşta Kur’anı ezberlediği rivayet edilmektedir. 

İmam Ebu Hanife ticaretle uğraşan varlıklı bir aileye mensuptur.  Görünüş olarak güzel sakallı, güzel bir yüze sahip, varlıklı bir kimse olduğu giyim kuşamından belli olan biriydi.  Güzel, temiz ve şık giyinir, güzel kokular kullanırdı. İlim tahsil eden öğrencilerine de temiz ve şık giyinmeleri yönünde öğüt verir, fakat bunu yaparlarken daima âlimlik vakarıyla hareket etmelerini, diğer insanların nefretini çekecek görüntü ve davranışlardan sakınmaları yönünde uyarılarda bulunurdu. Tutum ve davranışlarında son derece zarif ve kibar bir kimse idi. Oğlu Hammad babasını; “Uzunca boylu, az esmer, güzel ve yakışıklı bir yüze sahipti. Sürekli heybet ve vakarını korur, soru sorulmadıkça konuşmaz, gereksiz ve boş işlerden kaçınırdı.” şeklinde tarif eder. 

Ömrünün elli iki yılı Emeviler, 18 yılı Abbasiler döneminde geçen Ebu Hanife İslam’ın toplumsal hayata egemen olduğu bir dönemde yaşamıştır.  Fakat bu dönem, aynı zamanda Müslümanların siyasi olarak bölündüğü çalkantılı bir dönemdir. Ayrıca İslam’a yeni girenlerin karşılaştıkları bazı yeni problemler İslam toplumunda tartışılmaya başlanmış ve birçok karşıt fikir ortaya çıkmıştır. Bu dönemde itikadi fırkalar çoğalmış, hadis uydurmaları başlamış, İslamla bağdaşmayacak fikirleri savunan bazı fırkalar-mezhepler ortaya çıkmıştır.  Yine bu dönem Emevi hükümdarlarının Ehl-i Beyt’e zulmettiği bir dönemdir.

İlimle Uğraşmaya Başlaması

Tüccar bir aileden gelen Ebu Hanife ilkin ticaretle uğraşır. Kumaş tüccarlığı yaptığı, Kufe’de bir dükkânının olduğu rivayet edilir. İlimle uğraşmaya ise 22 yaşında başlar. Parlak bir zekâya sahip olan Ebu Hanife’yi çevresindeki âlimler ilme yöneltir. Kendisini ilme teşvik edenlerden biri de bölgenin önemli âlimlerinden Şabi’dir. Kendisi şöyle anlatır:

“Bir gün Şabi’nin yanından geçiyordum. Beni çağırdı ve bana “Nereye devam ediyorsun?” dedi. Ben de çarşı, pazara dedim. O “maksadım o değil, ulemadan kimin dersine devam ediyorsun dedi” dedi. Ben “Hiçbirinin” diye cevap verince, Şabi “İlmi ve ulema ile görüşmeyi sakın ihmal etme. Ben senin uyanık ve aktif bir genç olduğunu görüyorum” dedi. Onun bu sözü benim içimde iyi bir etki yaptı. Ticareti bıraktım, ilim yolunu tuttum. Yüce Allah’ın inayetiyle Şabi’nin sözü bana çok faydalı oldu.”

Bu tavsiye İmam Ebu Hanife’nin hayatında bir dönüm noktası olur. Ticareti büsbütün terk etmez. Fakat işlerin büyük bir kısmını ortağına devrederek ara sıra dükkâna uğrar. Asıl işi ilim meclislerine devam etmek olur.

Neden Fıkıh?

Ebu Hanife Arapça, Edebiyat, Sarf, Nahiv ve şiir öğrenir.  İlkin Kelam ilmine yönelmiş, cedel için sık sık Basra’ya gitmiştir. Fakat daha sonra Fıkha yönelmiştir. Ebu Hanife neden fıkha yöneldiğini şöyle anlatır;

 “Sahabe ve tabiin, bize gelen konuları bizden iyi anladılar. Aralarında ser münakaşa ve mücadele olmadı ve onlar fıkıh meclisleri ile halkı fıkha teşvik ettiler. Fetva verdiler, birbirlerinden fetva sordular. Bunu anlayınca ben de münakaşa, cedel ve Kelam’ı bıraktım, selefin yoluna döndüm.”

Ders Aldığı Hocaları

Ebu Hanife, devrinin seçkin âlimlerinin pek çoğu ile görüşme ve onlardan ilmi yönden faydalanma imkânı bulmuştur. İbrahim en- Nehai, Şab’i, Ata, Katade gibi seçkin âlimlerden istifade etmişse de asıl hocası Hammad b. Süleyman’dır. 102/720 yılından itibaren hocasının vefatına kadar on sekiz yıl süreyle onun ders halkasına devam etmiş, en seçkin öğrencileri arasında yer almıştır. Hocasının vefatı üzerine kırk yaşlarında iken arkadaşları ve öğrencilerinin ısrarı üzerine hocasının yerine geçerek ders okutmaya başlamış ve vefatına kadar bu işe devam etmiştir. 

Talebeleri

Ebu Hanife öğrenci yetiştirmeye önem vermiş ve şöhretli talebeler yetiştirmiştir.  Derslerine o günkü İslam ülkesinin her tarafından öğrenciler katılmış ve etrafında geniş bir ders halkası oluşmuştur. Yetiştirdiği öğrencilerin sayısının birkaç bini bulduğu, bunlardan kırkının içtihad edecek dereceye ulaştığı rivayet edilir. İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed b. El-Hasen eş-Şeybânî, İmam Züfer gibi çok kıymetli âlimler yetiştirmiştir.

 Eserleri 

Ebu Hanife fıkhi meseleleri, ders halkasında istişareye açar, çeşitli müzakerelerden sonra ortaya çıkan çözümleri talebelerine yazdırırdı. Bu yazılardan daha sonra birçok eser meydana getirilmiş ve Ebu Hanife’ye atfedilmiştir. Yoksa kendisinin oturup klasik manada eser ortaya koyduğu bilinmemektedir. Fıkhu’l-Ekber,  Fıkhu’l-Ebsat, el-Müsned kendisine atfedilen önemli eserler arasında yer alır.

 Fıkıhta İzlediği Yöntem 

İmam Azam Ebu Hanife herhangi bir fıkhi problemle karşılaştığında önce meselenin hükmünü K. Kerim’de arardı. Kur’anı Kerim’de bulamazsa sünnete/hadise başvururdu. Ancak hadislerde bazı sıhhat şartları arardı. Hadislerde bulamazsa, Sahabenin konu hakkındaki görüşlerini dikkate alırdı. Sahabe bir konuda ittifak etmişse bunu bağlayıcı sayar, ittifak söz konusu değilse bunu fıkhi bir zenginlik kabul ederdi. Tabiinden herhangi bir görüş rivayet edilirse, bu durumda onlar gibi ictihad edeceğini söylemekteydi. Yöresinde bulunan hukuk bilginlerinin görüş ve uygulamalarına önem verir, kıyas ve istihsan metodlarını da kullanırdı.

Dönemindeki Yönetimlere Karşı Tutumu

İmam Ebu Hanife’nin ömrünün elli iki yılının Emeviler, on sekiz yılının da Abbasiler döneminde geçtiği belirtilmişti. Ebu Hanife, yöneticilerin Ehl-i Beyt’e zulmettikleri dönemlerde bu zulme sessiz kalmamış, kanaatlerini açık bir şekilde ifade etmiş ve Ehl-i Beyti desteklemiştir. Kendisinin şöhretinden yararlanılarak istismar edileceğini sezmesiyle beraber yöneticilerin makam mevki tekliflerini reddetmiştir. “Eğer vali benden Vasıt Mescidinin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin yine kabul etmem” diyerek bu konudaki kararlığını ifade etmiştir.  Zamanındaki devlet bürokrasisinde görev almaktan kaçınmış, başkalarını da bu konuda dikkatli olmaları yönünde uyarmıştır. Dönemindeki yöneticilerin uygun olmayan yanlış işlerini kendisi üzerinden meşrulaştırma çabalarını bu şekilde boşa çıkarmıştır. Onun bu tutumu kendisinden sonraki âlimleri de etkilemiştir. Bundan dolayı hem Emeviler hem de Abbasiler döneminde hapse girmiş, kendisine eziyet edilmiş, kırbaç cezası verilmiştir. Yine o sultanlardan ve devlet yöneticilerinden gelen hediyeleri kabul etmemiştir 

Vefatı

Vefat tarihinin 150/767 olduğu konusunda görüş birliği vardır. İmam Ebu Hanife’nin Sulatanın kadılık teklifini kabul etmediği için hapse atıldığı bilinmektedir. Bazı rivayetlerde hapisteyken vefat ettiği bazı rivayetlerde ise Sultan tarafından zehirlenmek suretiyle vefat ettiği belirtilmektedir.  Cenazesi vasiyeti üzerine Bağdat’ta defnedilmiştir.

İbadet Hayatı 

İmam Ebu Hanife bütün ilmi çalışmalarını düzenli ve yoğun bir ibadet hayatıyla birlikte götürmüştür. İşlerinin çokluğu, ibadetini çoğaltmasına mani olmamıştır. Talebesi Ebu Yusuf  “ Kendisi namaz, tazarru ve dua ile bütün geceyi ihya ederdi.” der. İmam Ebu Hanife’ye çokça namaz kılmasından, bu esnada çokça ayakta durmasından dolayı “el veted” ya da “vetedü’l leyl” (gece kazığı-gece direği) denildiği rivayet edilmiştir. Yine Ebu Hanife’nin çokça oruç tuttuğu, çokça hacc yaptığı (ellibeş hac) ve çokça Kur’an okuduğu (yetmiş bin hatim) rivayet edilir. 

İlim Amel İçindir, Amel Sağlam Bilgiye Dayanmalıdır 

Bir müslümanın tüm işlerindeki temel gayesi Allah rızasıdır. Bu durum ilim için de geçerlidir. İlmin gayesi şöhret kazanmak, entelektüel birikime sahip olmak veya maddi zenginlik elde etmek değildir. İlmi elde etmenin asıl gayesi onunla amel etmek ve böylelikle Allah’ın razı olacağı fiilleri işlemektir. Ebu Hanife’nin fıkhı “Kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir” şeklinde tarif etmesi aslında ilmin amelle iç içeliğine bir vurgudur. Yine o başka bir sözünde “İlim ancak amel etmek içindir” diyerek bu durumu net bir şekilde ifade eder. Salih amelin ortaya çıkması da yapılan işin doğru ve sağlam bilgiye dayanması ile olur. Ebu Hanife bu durumu şöyle izah eder; “Bilmiş ol ki amel ilme uyar. Az dahi olsa ilim ile amel, çok amel ile olan cehaletten daha faydalıdır. Bu şuna benzer: Çölde bir adamın yanında az miktar da azık bulunsa bile doğru yolu bilirse kurtulur, bu onun için, yanında çok azık bulunup da doğru yolu bilmeyen kimseden daha hayırlıdır.” 

İlim Bir Anda Elde Edilemez, Âlim Olmak Zaman ve Sabır İster 

İlimde yetkinlik,  emek ve sabır gerektiren bir süreçtir. İlim yolculuğuna çıkacak kişinin belki de ilk bilmesi gereken şey bu işin uzun bir süreç olacağının farkında olmasıdır. İmam Azam öğrencilerine de bu bilinci aşılamıştır. Konuyla ilgili kaynaklar da şöyle bir rivayet yer alır;

“Ebu Hanife’nin en meşhur talebelerinden biri olan Ebu Yusuf, ilmi hayatının başlangıcında bir ara hastalanır. Ebu Hanife bunu haber alınca “Eğer Ebu Yusuf ölürse, yeryüzünde onun yerini dolduracak kimse yoktur” diye ona iltifat eder. Ebu Yusuf iyileşince hocasının bu iltifatından dolayı artık fıkıhta olgunlaştığını düşünerek hocasından ayrı yeni bir  bir ilim halkası kurar. Hocası onun halka kurmasına bir süre izin verir. Sonra bir takım sorular hazırlar, öğrencilerinden bu soruları gidip Ebu Yusuf’a sormalarını ister. Onlar da gidip sorarlar ve aldıkları cevapları gelip Ebu Hanife’ye aktarırlar. Ebu Hanife verilen cevapların tümünün hatalı olduğunu söyler. Ebu Yusuf derhal, kendinden emin bir şekilde hocasının yanına gelir. Ebu Hanife kendisine doğru cevapları gerekçeleriyle beraber izah eder. Ebu Yusuf hatasını anla,r hocasından af diler ve bir daha ondan ayrılmaz.” 

Ebu Hanife ve Âlimlik Vakarı 

Âlim, aynı zamanda toplumunun önderi ve örnek alınacak şahsiyetidir. Bu nedenle toplum içinde ilmi ve âlimi küçük düşürecek hal ve davranışlardan kaçınmalıdır. Çünkü bu tür davranışlar aynı zamanda âlimin sözünün etkisini azaltır. Ebu Hanife toplum içerisinde âlimlik vakarını sürekli korumaya özen göstermiş, öğrencilerini de bu konuda uyarmıştır. Onun giyim ve kuşamına dikkat ettiği kaynaklar da sıkça vurgulanır. Yine az güldüğü, genellikle kendisine soru sorulmadıkça konuşmadığı, çoğu zaman sanki az önce başına büyük bir bela gelmiş gibi hüzünlü ve düşünceli bir halinin olduğu rivayetlerden anlaşılmaktadır. 

Âlim Takvalı Olmalıdır 

Ebu Hanife’nin dikkat ettiği bir diğer husus âlimin takvalı olmasının gerekliliğidir. Ona göre âlimler ruhsatlarla değil azimetlerle amel etmelidir. Çünkü toplum âlimlere bakarak hizaya gelecektir.

“İmam Ebu Hanife, bir defasında pazardan geçerken tırnak kadar bir çamur elbisesine bulaşır. Gidip, Dicle nehrinin kıyısında yıkar. Kendisine “Ya imam, sen belli bir miktarda elbise üzerinde bulunan necasetle bile namaz kılınabilir diye fetva veriyorsun, öyleyse bu kadarcık çamuru niçin yıkıyorsun?” diye soranlara şöyle cevap verir: “Evet, öyle ama o fetvadır, bu ise takva”!

İlmi Tartışmalarda Edep ve Üsluba Dikkat Edilmelidir

Tartışma ve müzakerelerdeki asıl gaye kendini haklı çıkarmak veya rakibini alt etmek değildir. Asıl hedef hakikati bulmak için yardımlaşmaktır.  Bu nedenle tartışma ve müzakerelerde edep ve üsluba dikkat edilmelidir. Dolayısıyla kırıcı söz ve davranışların tartışmalarda yeri olmamalıdır.  Deraverdi’den söyle bir rivayet nakledilir; 

“Bir gün İmam Malik ve Ebu Hanife’yi yatsıdan sonra Mescid-i Nebi’de ilmi konularda müzakere ederlerken gördüm. Öyle ki, her biri kendi görüşünü savunuyor, ancak birbirlerine karşı ileri gitmiyorlar, biri diğerini hata etmekle suçlamıyordu. Bu durum bulundukları yerde sabah namazını beraberce kılıncaya kadar devam etti.” 

Âlim Kişi Tek Doğru Benim Görüşümdür Demez 

Ebu Hanife fetva verirken insanları kendi görüşlerini kabul konusunda zorlamamıştır. O şöyle der: “Bu bizim görüşümüzdür, kimseyi bu görüşü almaya zorlamayız. Herkes bu görüşü mutlaka kabul etmelidir de demeyiz. Kimin yanında bizim görüşümüzden daha güzeli varsa, onu ortaya koysun”. 

Yaptığı İşin Manevi Sorumluluğunu Hissetmek

İmam Malik’ten yapılan bir nakle göre Ebu Hanife altmış bin fıkhi meseleyi hükme bağlamıştır. Hatta bazı rivayetlerde bu rakam seksen bine kadar çıkar. Onun bu kadar çok meseleyi hükme bağlaması fetva verirken özensiz davrandığını akla getirmemelidir. Aksine son derece dikkatli ve titiz davranmış, yaptığı işin manevi sorumluluğunu sürekli üzerinde hissetmiştir. Ebu Hanife’nin, kendisine cevaplaması istenen bir soru yöneltildiğinde uzun uzun düşündüğü, derin derin nefes aldığı sonra da “Allah’ım bizi sorumlu tutma!” şeklinde dua ettiği rivayet edilir. Yine Talebesi Ebu Yusuf’tan şöyle bir rivayet aktarılır:

“Bir gün İmam Ebu Hanife’nin yanına girdim, üzüntülüydü. Ona soru sormaktan çekindim. Biraz sonra başını kaldırdı ve ; “Ey, Ebu Yusuf! Baksana, Yüce Allah içinde bulunduğumuz bu durumdan dolayı bizi sorguya çekecek” dedi. Ben de : “Müctehide düşen sadece içtihat etmektir” dedim. Bunun üzerine başını kaldırıp “Yüce Allah’ım! Ne olur bizi ağır sorguya çekme” diye dua etti.

İlim Asla Hocasız Öğrenilemez 

Ebu Hanife’ye göre ilim hocasız elde edilemez. İlim öğrenmek isteyen öncelikle iyi bir hoca bulmalıdır. Hocasız talebe;  esen rüzgâra göre yol alan, rotası belirsiz gemiye benzer. Nerde duracağını, nereye gideceğini bilemez. “Bir defasında Ebu Hanife’ye, Ey İmam mescidde bir gurup insan fıkıh öğrendiklerini söylüyorlar,”, denildi. Ebu Hanife; “Onların hocaları yok mu?” diye sordu. Oradakiler, hayır dediler. Bunun üzerine Ebu Hanife “Öyleyse onlar ebediyen fakih olamazlar” dedi. 

Talebe Hocasına Saygı Duymalıdır

 Ebu Hanife hocalarını minnetle anar, onlar için dua eder,  saygıda kusur etmezdi. Kendisi “Ben hocam Hammad öldüğünden beri, kıldığım her namazın ardından annem, babam ile birlikte, hep kendisine dua eder, Yüce Allah’tan onu bağışlamasını dilerim. Aslında ben sadece bana ilim öğretenlere değil, kendisine ilim öğrettiklerime de dua eder, mağfiret dilerim.” demiştir. Yine O hocasına olan saygısını şöyle ifade eder; “Hocamın eviyle benim evim arasında yedi sokak olmasına rağmen üstadım Hammad b. Ebi Süleyman’ın evine doğru ayağımı hiç uzatmadım”

 Öğrencilerini Kendi Kazancıyla Okutması 

İmam Ebu Hanife ilimle uğraşırken ticareti büsbütün bırakmamıştır. Zaten kendisi varlıklı bir aileden de gelmekteydi. Ticari kazancının büyük bir kısmını da öğrencilerinin ihtiyaçları için harcadığı bilinmektedir. Mesela önde gelen talebelerinden Ebu Yusuf’un parasının bittiğini söylemesine ihtiyaç bırakmadan kendisine maddi yardımda bulunurdu. Yine evlenmeye gücü yetmeyen talebelerine, evlenmeleri için maddi yardımlarda bulunduğu rivayet edilmektedir. Bütün bunlar Ebu Hanife’nin talebelerine sadece ders veren bir hoca değil aynı zamanda şefkatli bir baba gibi onların diğer sıkıntıları ile de ilgilendiğini göstermektedir. 

Gıybetten Uzak Duruşu

Ebu Hanife’nin dikkat çeken bir başka özelliği de gıybet karşısındaki tutumudur. Kendisinden başkaları hakkında olumsuz sözler duymak isteyenlere bu fırsatı vermemiştir. Örneğin, Bir grup insan “Süfyan es-Sevri sizin aleyhinize sözler sarf ediyor” deyince onun cevabı şöyle olur: “Eğer söylediyse Allah onu affetsin” demiş, sonra onun için övücü sözler kullanmıştır. Yine bir defasında Süfyan es Sevri’ye, “Ebu Hanife gıybetten ne kadar uzak birisi, onun düşmanı bile gıybetle andığını hiç görmedim” denildiğinde Süfyan es-Sevri “Vallahi, O böyle yaparak elde ettiği sevapların elden gitmesini isteyecek kadar akılsız biri değildir” demiştir.

 KAYNAKLAR: 

1- Dr. Ali PEKCAN, İmam A‘zam Ebû Hanîfe’nin Kişisel ve Toplumsal Yaşamına Bir Bakış, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi İmâm-I Azam Ebû Hanîfe Özel Sayısı, Sayı:19, Nisan 2012, S. 11-43

2- Diyanet İslam Ansiklopedisi, Ebu Hanife Maddesi

3- Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife, Çev: Osman KESKİĞLU, DİB Yayınları

4- Mustafa İslamoğlu, İmamlar ve Sultanlar, Düşün Yayıncılık

 

 

     

           

          

Bu yazı toplam 4024 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.