“İnanmak ve İnandığı Yolda Fedakârlık Yapmaya Hazır Olmak” / Köşe Yazısı - İsmail IŞIK

29.09.2017 09:28:11
İsmail IŞIK

İsmail IŞIK

 İnanmak ve İnandığı Yolda Fedakârlık Yapmaya Hazır Olmak

Gençlik; gerek biyolojik, psikolojik ve sosyolojik yönü ile insanın bedensel, ruhsal ve sosyal gelişmesinin ve kişiliğinin oluşmasında hassas bir dönemi, bireylerin kendi yaşamları açısından gerekse toplumların geleceği açısından insan yaşamının en önemli evresi, bir yandan bunalımlar, çatışmalar, yanılgılar, çelişkiler ve kararsızlıklarla gencin gerek kendisiyle ve gerekse çevresiyle çatışma dönemi iken; diğer yandan da, tatlı hayallerin, tutkuların ve idealizmin filizlendiği, kendini ispat ve kimliğini bulma çabalarının yoğunlaştığı bir dönemdir diyebiliriz.  Bu yüzden, toplumun içinde bulunduğu buhranlardan en fazla etkilenen kesim de yine gençlik kesimidir.  Bu dönemi mayın tarlasına da benzetebiliriz. Bu tarladan geçerken yaralar almamak mümkün değildir ama çevre koşulları olumlu ise bu dönemde gencin alacağı yaralar hafif olacaktır. Eğer ki olumsuz ise alacağı yaralar ağır olacak hatta kolu bacağı kopacaktır.

Yine bu dönemde; çevre onun, sorunlarının üstesinden gelebileceği bu dönemi rahat bir şekilde geçirebileceği şartlarla oluşturulmamışsa genç, kendini çok ağır bir sorumluluğun altında hissedip yalnızlığı yaşayacağından psikolojisi derin yaralar alır, bu durum onda temel sosyal kişilik yapısına olumsuz bir şekilde yansımış olur.

Kişiliğin geliştiği, karakterin oturduğu, hafızanın ve zekânın iyi durumda olduğu gençlik, toplumlar için iyi değerlendirilmesi gereken bir hazine niteliği taşır. İnsan belli bir yaşa geldiğinde tutum ve davranış değiştirmede zorlanacak, okuma, bilme, öğrenme faaliyetlerini ise asla bir gencin yapabileceği kadar iyi yapamayacağı bir gerçektir.

Gençliğimizin temel problemleri, bir bakıma toplumsal problemlerin tamamı demektir. Her türlü sosyal problemin çözümünde ilk temel noktadan başlanır. O da, gençlerin durumunu, problemlerini tespit etmek ve çözüm yolları göstermekten geçer. Toplumun varlığında sağlam bir gelişme ancak, gençliğin her türlü problemleri çözüldüğü zaman gerçekleşir. Bu sebeple, bir toplumun gününü ve bilhassa geleceğini yok etmenin en kestirme ve tesirli yolu, gençliği dejenere etmektir. Sosyolojide şöyle bir kural vardır.

İçtimaî bir hâdisenin sebebi, yine başka bir içtimai hâdisedir. Günümüz gençliğinin problemlerinin sebebi içinde yaşadığı toplumdur. Peygamber efendimiz (s.a.v) de, çocuklarımıza karşı görevlerimizi şöyle vurgulamaktadır: “Çocuklarınıza güzel davranıp iyilikte ve ikramda bulununuz, onları en güzel şekilde terbiye ediniz.” buyuruyor. (İbn Mace, “Edeb”, 2/368)

Aile çocuğuna karşı vazifelerini yerine getiriyor mu? Gencin içinde yaşadığı çevre, onun maddi ve manevi yönden yetişmesine uygun mu? Devlet, gençlerine ne kadar sahip çıkıyor? Toplumdaki büyükler gençlere karşı vazifelerini yapıyor mu? Gençliği yetiştirmede benimsenen ölçüler ve eğitim düsturları, onların yetişebilmesi için hangi seviyede? Öğretmen ve okul fonksiyonunu istendiği ölçüde icra ediyor mu?  Bütün bu sorular, toplumumuzun bugününü ve yarınını belirlemede sorulması gereken sorulardır. Tarihimizin son 200-300 yıllık dönemi, gençliğin kişilik ve kimlik arayışının en yoğun ve en çalkantılı olduğu bir dönemdir.

Tarihi seyir içerisinde gençliği değerlendirdiğimizde; ahlaklı, kültürlü, şuurlu bir gençliğe sahip ve onu yetiştirebilen toplumların başarılı olduklarını görüyoruz. Sağlıklı bir gençliğe sahip olmayan toplumların başarılı olmasından, tarihte kendilerine bir yer edinmelerinden söz edemiyoruz. Gençliğin insan hayatının en önemli evresi, toplumun ise en önemli kesimi olduğunu bilmekteyiz. Hz. Muhammed (sav) in davetine ilk icap edenlerin önemli özelliklerinden birisinin, büyük çoğunluğunun gençlerden oluşuyor olduğunu müşahade etmekteyiz. Toplumların değişim ve dönüşümlerinde, inkılabi hareketlerde hep ön saflarda gençleri görmekteyiz. En uzak ve en yakın tarihe örnek verecek olursak; Musab b. Umeyr Medine’yi dönüştüren kişi, 15 Temmuz darbe teşebbüsüne karşı duran onu püskürten günümüz gençleri.

Toplumları ayakta tutan ona dinamizm veren, gençler olmuştur. Bir toplumda gençlerin varlığından söz edemiyorsak o toplumun geleceği yoktur. Aslında baktığımızda toplum kendini meydana getiren dinamiklere sahip çıkmıyorsa, geleceğinin hesaplarını yapmıyorsa ( sorumluluk bilincine sahip değilse ) orada bazı hastalıkların çıkması, problemlerin meydana gelmesi kaçınılmazdır. Gençlik bu hastalıkların en çok etkisinde kalan kesimidir. Gençlik bu gün popüler kültürün, buna modernizm de diyebiliriz ve dünyevileşmenin etkisiyle bir hayli yıpranmış durumdadır. Böyle bir toplum; bilinçsiz, inançtan yoksun, kültürsüz ve cahil bir gençliğin oluşmasında etken durumdadır.

Dünya ne yöne gidiyorsa toplumda o yöne gidiyorsa, bir yaprağın rüzgârın karşısındaki durumu gibi bu rüzgâr seni nereye götürüyorsa o yöne gitmek bu bize göre bir zillettir. Bir başka hastalığımız; köklerimizden kopmamız, asli değerlerimizden vazgeçip geçmişimizle alakası olmayan sıradan şeylere yönelmemiz sonucunda,  geleceğimizi meydana getirecek olan gençlimize hastalık bulaştırmış oluruz. Yaşam; İlahi ( Allah) merkezli duruşun yerine insan merkezli bir zemine kaymış olur. Buda dolayısıyla, heva - hevesin, arzu ve isteklerimizin, nefsimizin ilah edinilmesi ona kul ve köle olmamız bizim dünyevileleşmemiz, ilahi olanın yerine beşeri olanın konulması anlamına gelir ki; gök (Allah) ile bağlantısını kesen ona kul olmayan şeytana kul ve köle olmuştur diyebiliriz. Bu kuşatmalardan kurtulmanın yolu, İslâmî bir bilinç inşası ve beraberinde ertelenemez olan bir sosyalite yani (salih) amel geliştirilmesidir.

İnsan merkezli zemine kaymayı ifade eden iki kavramı vurgulayarak devam edelim. Dünyevileşme, amelde, itikatta bilinçte bozulma; heva-heves yönünde değişim, hayatın her alanında dinsel düşünmeyi devre dışı bırakma, dini sembolleri anlamsızlaştırma ve dini ancak vicdanî tahayyül olarak konumlandırma demektir. Her şeye matematiksel bakıştır. Dünyevileşmek fakirliğe karşılık zenginleşmek değildir. Dünyevileşmek, insana, hayata dair her şeye maddi açıdan bakma, ben merkezli algı ve bunu yaşam tarzı haline getirmedir. Dünyevileşme, Kur’an’ın ısrarla sakındırdığı bir sapmadır. İnsanın yüz yüze olduğu bu tehdit, tarihsel serüven içerisinde peygamberi mesaja hep konu olmuştur. Bu durum günümüz gerçekliğinde de aynıdır.

Popülizm, insanların zevkine uygun olanı yapma, tüketme ve düşünme biçimidir. Popülizm esas itibariyle “süslü” gösterimdir. Süslü gösterim, akletme durumundan soyutlanmış, heva-heves ürünüdür. Bu, gerçekte ahirete inanmayanların işleridir. Dolayısıyla kendilerine işleri süslü gösterilenler bocalayıp dururlar (Neml Suresi, Ayet 4)  Bu, günübirlik, suya sabuna dokunmayan, vicdanlara hapsedilmiş, eyyamcı, uçları açık din algılı bir yaşam tarzıdır. Bir anlamıyla bu, postmodernize olan İslâm’ın popülist eğilimlere teslim olmasıdır. Farklı bir ifadeyle ‘her şeyin her şeye dönüşmesinin’ mübah ve meşru sayıldığı küresel içinde inceltilmiş, ilkesizliğin ilke kabul edildiği kültürel İslâm’dır.

Peygamber (sav)’in hak davetinin, kitleler tarafından kabulünü önlemek amacıyla, halkın daha hafif ve zevkli şeylerle meşgul olmalarını sağlamak için bir takım eğlence ve şölenler düzenliyorlardı. İbn Abbas’ın rivayetinde Nadr bin el-Haris’in milleti kandırmak, eğlendirmek ve saptırmak için şarkı söyleyen ve dans eden cariye ve fahişeler getirdiği kaydedilir. Peygamber (sav)’in vaaz ve telkinlerinden kimin etkilenmekte olduğu haberi alınıyorsa, Nadir b. el-Hâris ona cariyelerden birini musallat eder ve bu cariyeye, “Bu adama yedir, içir ve eğlendir ki Muhammed’in telkinlerine uymasın” derdi. Cahiliye döneminde uygulanan bu yöntemin bugün moderncesi popülist kültürdür. Günümüzün Nadr bin el-Hâris’leri ise medya denilen aracılardır. Popstar programları, putu bol spor anlayışı, en güzel ses yarışmaları, star yaratma(!) hafifliği (zorlada olsa evlendirme programlarının kaldırılması toplumdaki önemli bir hastalık enjektörünü ortadan kaldırmış oldu) hep popüler kültüre dayanmaktadır. İslâm’ı bu şekilde sapkınlıklarla harmanlama, İslâmî argümanları popülizme meze yapma hafifmeşrepliği gençliğin özellikle de Müslüman gençliğin karşı karşıya olduğu vahim durumdur.

Bocalamalar arasında kalan Müslüman gençlik kendi sosyalitesini oluşturamamış olmasının bedelini bugün acı bir şekilde ödemektedir. Nitekim bugün Müslümanlar Müslümanca yaşamanın mücadelesinde değil, Müslüman olarak rahat yaşamanın hesabındadırlar. Bu da kendine güvenini yitirmiş psikolojisi bozulmuş tipler ortaya çıkarmıştır. Ayette; Siz ey imana erişenler! Şeytan'ın adımlarını izlemeyin; çünkü kim ki Şeytan'ın adımlarını izlerse, bilsin ki, o yalnızca çirkin ve iffetsiz olanı, akla ve sağduyuya aykırı olanı emreder. Ve eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı sizden hiç biriniz asla saffetini koruyamaz, arınamazdı. Ama (gerçek şudur ki,) dilediği kimseyi arındıran, temize çıkaran Allah'tır. Çünkü Allah hem her şeyi bilen, hem de her şeyi işitendir)  (Nûr Suresi -21)

Şu misalle devam edelim; Peygamber Efendimizin " ashabım yıldızlar gibidir “ dediği Hz. Ömer; ben cahiliye devrine ait iki şey hatırladığımda birinde ağlarım birinde gülerim diyor. Nedir bunlar, bizler yine cahiliye döneminde özellikle uzun yolculuğa çıkacağımız zaman ve sair zamanlarda kendimize helvadan-undan putlar yapardık. Yolculuk boyunca gün boyunca onlara tapınırdık. Bu arada o helvadan yaptığımız putlar kururdu. Bir o kadarda lezzetlenirdi. Bizlerde acıktığımız zaman o taptığımız ilah saydığımız putların kollarını bacaklarını koparır onları bir güzel yerdik. İşte bu olay aklıma geldiğinde de kendimi tutamaz gülerim, biz kız çocuklarından utanırdık onları diri diri toprağa gömerdik bunu da hatırladığımda ağlarım buyurur. Bizim için adalet timsali müthiş şahsiyet Hz. Ömer cahiliye döneminde de aynı Ömer asrısaadette de aynı Ömer, cahiliye devrinde nefsinin şeytanın kulu kölesi, Müslüman olduktan sonra Allah'ın kulu ona teslim olmuş, dönüp arkasına bakınca yaptıklarına gülüyor ve ağlıyor, niye çünkü insan Allah'ın kulu olunca ona teslim olunca aklı başına geliyor ve ben ne yapmışım diyor tövbe ediyor... Cahiliye döneminde aklı nefsinin elindeydi, Müslüman olup Allah'a teslim olunca aklı başına geldi özgürleşti. Bizler nefsimizin, şeytanın kulu ve kölesi olmaktan ancak Allah' a kul ve teslim olarak kurtulur sağlıklı düşünebilir ve yaşayabiliriz.

Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı ne üzere bulduksa ona uyarız’ dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez kimselerse, yine mi onlara uyacaklar?” (Bakara Suresi,  170)         

Şeytan, insanları aldatmak için yaldızlı sözler söyler. Kur’­an bunu şöyle bildirir: “Biz böylece, her peygambere ins ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar birbirini aldatmak için yaldızlı sözlerle ves­vese verirler. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları iftiraları ile başbaşa bırak. Bir de ahirete iman etmeyenlerin kalpleri, o yaldızlı söze kansın, ondan hoşlansın ve işledikleri suçları işlemeye devam etsinler diye böyle yaparlar.” (En’am Suresi,112-113)

Peygamber insanları Allah’a davet ederken, ins ve cin şeytanları bir kısım yaldızlı sözlerle insanları o yol hakkında şüp­heye düşürüp dinden soğutmak isterler. Mesela, şöyle derler:
-İslam dini hak bir din ise Müslümanlar yüzyıllardır ekonomik yönden neden perişan haldeler?
-Falanca namaz kılıyor ama ahlakı bozuk. Demek ki din bunlara güzel ahlak vermiyor!
-İçki neden haram olsun ki? Üzümü Allah yaratmışsa, ondan yapılan şarabın da helal olması gerekmez mi?

Nice insanın İslam dinine şüpheyle bakmasına neden olan ve onların İslam’dan yararlanmalarının önüne geçen şeytanın vesveseleridir. Hâlbuki tüm bu soruların çok net cevapları vardır. Ama bunlar bilinmeyince insanlar şeytanın vesveselerine aldanabilmektedirler.

Popülist yaklaşım, dünyevileşme hali beraberinde kendisiyle, çevresiyle hiçte barışık olmayan bencil, hırçın bireyler ortaya çıkarmaktadır.  Çözüm, İslâmî zihinsel inşaî bir hayat tarzı edinmektedir. Bunun diğer adı, Lâ İlâhe İllâllah’a yeniden kilitlenmektir. Bu kelimenin süreç içerisinde içinin boşalması; yükümlü olunmayan, tekrarlanan, anlamsız bir söze(!) dönüşmesi, onu olduğu yerde bırakmayı değil, bilakis daha bir kaygı ve coşkuyla ona yönelmeyi kilitlenmeyi zorunlu kılmaktadır. Peki, bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Elbette eğitim; toplumun problemlerine dinimizin ortaya koyduğu çözüm yolları içinde en önemlilerinden biri de eğitimdir. Dinimiz İslâm, ilme, eğitim ve öğretime büyük önem vermiştir. İlim öğrenmede kadın erkek ayrımı gözetmemiştir. Peygamberimiz (s.a.s.), insanlara hem maddi hem de manevi ilimlerin verilmesini tavsiye etmiştir. Sadece dini ilimler taassuba, sadece pozitif ilimler şüpheye götürür. Eğitimde kafa ve kalp bütünlüğü sağlanmalıdır. Kafasında çağının en son bilgileri olmalı, kalbinde de imanı bulunmalıdır. Akli ve nakli ilimlerin beraberce iç içe öğretilmesi bu noktada elzemdir.

Hz. Ali (r.a.), “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştiriniz” sözleri ile ileriye dönük eğitimin verilmesini tavsiye etmiştir. Milletimizin dinî, ahlâkî, insanî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, toplumunu seven ve daima yükseltmeye çalışan vatandaşlar yetiştirmek gerekir.

Yine canlı bir örnekle devam edelim; Nouman Ali Khan'ın hidayeti nasıl olmuş onun ağzından dinleyelim; Allah benim hidayetimde üniversite arkadaşlarımı vesile kıldı. 1 “Benim İslam'a uzaklaşmam ve yakınlaşmam Efendimizin (s.a.v) bir hadisini tecrübe etmemle sabittir. Kişinin dini arkadaşının dini gibidir. Kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin. Üniversitenin ilk yıllarında dahi İslam'dan uzaktım. Bir gün Müslüman Öğrenciler Kulübü broşürü asan bir genç öğrenciyle tanıştım. Birden şöyle düşündüm. “Harika! Bu adamlar en iyi partileri düzenliyorlardır.” Çünkü bütün ülkelerin Müslümanlarını topluyorlar.

 Hemen o öğrenciye sordum.

-Parti düzenliyor musunuz?

-Evet, evet! Biz tabi ki parti düzenliyoruz!

(Nouman Ali Khan bu hadiseyi hatırlayıp anlatırken röportajı yapan kişinin ciddi yüz ifadesini korumasına rağmen, gülmekten kendini alamıyor.) 

Oraya bir partiye gideceğimi düşünerek gittim. Ama bir tefsir dersiydi. Bana çok iyi davrandılar. Hâlâ çok net o dersten hatırladığım tek şey bana çok iyi davranmalarıydı.  

Benimle ilgilendiler. Sıklıkla arabayla beni derslerden sonra evime bıraktılar. Hâlâ namaz kılmıyordum. Ama bir gün ben ve bu kulüpten bir arkadaş arabadayken sanırım namaz vakti geçmek üzereydi ve arabayı yolun kenarına çekti ve namaz kılmaya başladı. Ben de kendimi kötü hissettim ve onunla birlikte ilk namazımı kıldım.” “Hangi namazın kaç rekât olduğunu dahi bilmiyordum. Misal olarak akşam namazının farzının 3 rekât olduğunu daha yeni öğrenmiştim. Hangi sureleri okuyacağımı da bilmiyordum. Hepsini baştan öğrendim. Allah benim hidayetimde üniversite arkadaşlarımı vesile kıldı.”

“Bu tecrübeler hiç kimsenin ümitsiz durumda olmayacağını bana öğretti. Bugün öğrencilerime şunu söylüyorum: Üniversite mescidinde namazınızı kılıp çıktığınızda beni görseydiniz 'Estagfirullah El-Azim' derdiniz. Ben o gençlerdendim. Yalnız mescidden çıkan o genç, beni, içimde iyilik barındıran bir insan olarak gördü. Bu arkadaşlar bana hiç tebliğ yapmadılar. Namaz kılmam gerektiğini hiç söylemediler. Ya da kendilerini anlatmadılar. Mesela ilk tanıştığım genç hafızdı ve ben bunu çok sonra öğrendim.” 

Ben İslami eğitime bir öğretmen ve hoca perspektifinden değil, yolunu bulmakta zorlanan bir öğrenci perspektifinden yaklaşıyorum.”

“Yeni bir jenerasyon geliyor. Ne yazık ki bu jenerasyon Kur'an ile anne ve babalarından daha az temas kurdular. Hatta yeni neslin bir kısmı tamamen temassız… Aynı benim gençliğimde olduğum gibi. Bugün İslam ümmetinin yüzde 75'i otuz beş yaşın altında. Bu da gençliğin ümmetin yalnızca bir parçası değil, birebir kendisi olduğunu gösteriyor. Bu gençler özünde iyi çocuklar ama kendilerine bir şans verilmedi. Bu çocuklara kendilerini oluşturabilecekleri bir ortam verilmedi. Biz bu gençlere karşı sorumluluğumuzu yerine getirirsek ve bu ortamı sağlarsak Allah yollarını açacaktır.”

Gençlerin, hür ama ilmî, sistematik ve belli değerler çerçevesinde düşünme gücüne, dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı ve çevre şuuru yerleşmiş fertler olmaları sağlanmalıdır.

“Ölümden önce hayatın, yaşlılıktan önce gençliğin, çok işten önce boş zamanın değerini biliniz” (Fethulbarî, 14/9)

1500 yıllık yürüyüşün, bu günkü temsilcileri olan bizler, yarınlara hesap verme zorunluluğumuz olduğu bilincini yitirmeden, yaşadığımız anın fıkhını oluşturmalı, bireysel ve yapısal coşkunluğumuzdan ödün vermemeliyiz.

Unutulmamalıyız ki, Allah(cc)'in omzumuza yüklediği sorumluluklardan kaçarsak Allah Teâla, bu sorumluluğu yükleyecek birilerini elbette var edecektir. Önemli olan bizim neyi, ne kadar omuzladığımız. 

Doğru yolda yürüme azmi bizden, sırat-ı müstakim üzere kılmak Rabbimizdendir.

Kaynak:

1- Nouman Ali Khan'ın bir röportajından.  Atipik bir âlim Nouman Ali Khan'ın hikâyesi /dunyabizim.com

Bu yazı toplam 9214 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.