İslam’ın Silahsız Askerleri (Kırmızı Gömlekliler) / Köşe Yazısı - Hasan UYAR

29.05.2017 09:01:05
Hasan UYAR

Hasan UYAR

 İslam’ın Silahsız Askerleri (Kırmızı Gömlekliler)

Kan ve gözyaşı dökmek,  adaletsizlik, haksızlık, zulüm, sömürü Hindistan’ı yüzyıllardır egemenlikleri altında tutan İngilizler, 1842 yılında onların da topraklarını işgale kalkıştıklarında, “savaşı seven ama asker olmayı sevmeyen” bu insanların savaşçılıkları belki yön değiştirecek ama asla yılgınlığa düşmeyeceklerdir. Gerçi İngilizler de bu asi topluma boyun eğdirmekten asla vazgeçmeyecek ve sonunda bu coğrafyayı da işgal edecektir. Ama bir şey olacaktır, hiç beklenmeyen ve umulmayan bir şey, bu toplumu İngilizler karşısında haklı ve özgür kılan. Bir lider ve bir strateji…

Kısacası ilim ve hikmet sahibi biri, haklı direnişin gerçek yöntemini ortaya koyacak ve İngilizleri bu vahşi ve fakir coğrafyadan kovacaktır. Böylece silahla yapamadıklarını bu kez silahsız bir savaşla gerçekleştireceklerdir. Bu asi ve hiç kimseye asla boyun eğmeyen dağlıların özgürleşmelerini/bağımsızlaşmalarını sağlayan ise, Abdulgaffar Han’ın “Hudai Hizmetkârları”, yani “İslâm’ın Silahsız Askerleri”dir.

Nehru’nun deyişiyle “silahını öz çocuğundan ya da kardeşinden üstün tutan, insan hayatına çok ucuz bir değer biçen, ölümü umursamayan, en ufak bir hakaretin karşılığını bir hançer darbesiyle alan insanların birdenbire Hindistan’ın en cesur ve sabırlı askerlerine dönüşmesi inanılmazdı”. Gandi’ye göre de “Bir insanı, bir koyunu ya da tavuğu boğazlar gibi hiç düşünmeksizin öldürebilecek insanların tek bir adamın emriyle silahlarını bırakmaları ve şiddet karşıtlığını en üstün silah olarak benimsemeleri kulağa neredeyse bir masal gibi geliyordu. Bir Peştun aşiretinin reisi olan Behram Han’ın oğlu Abdulgaffar da tam da o yıllarda 1890 yılında Peşaver Vadisinde dünyaya gelmiştir. O da ağabeyi gibi, klasik medrese eğitimi sonrasında, bölgedeki tek okul olan, bir misyoner okuluna gidecekti. Ancak o ağabeyi gibi tahsilini sürdürmek için İngiltere’ye gitmeyecek, bir misyoner okulunda başladığı eğitimini sürdürmek yerine kendisini halkının eğitimine verecekti.

Zamanla açtığı okulun başarısını duyan çevrelere de yayılan bu okullaşma heyecanı orada kalmayacaktır elbette. Tam aksine onun yetiştiği ve mücadelesini sürdüreceği toplumun kültüründe şiddet, kan davası, düşmanını öldürmek en muteber değerler olduğu gibi, bunu yapamayanlar ise aşağılanmakta ve itibarsızlaşmaktaydılar. Abdulgaffar Han’ın çıkış noktası İslâm’dı ve o, yüzyıllardır “kutsal savaş” olarak yorumlanan “cihad”ı farklı bir biçimde yorumlayarak doğrudan bir eğitim, iman ve özgürleşme mücahedesi verecektir. Halk yoksuldu ama asıl yoksullukları maddi dünyalarından çok manevi dünyalarındaydı.

Bilinçsizdiler, eğitimsizdiler ve bu yüzden neye iman ettiklerinin de farkında değillerdi. Peygamberleri onlara “Müslüman elinden ve dilinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir, mümin ise tüm insanların kendisinden emin olduğu kimsedir” derken, onlar bırakın eminliği, basit sebeplerden ötürü en yakınlarını bile katletmekten çekinmemekte ve hatta bundan övünç duymaktaydılar. Bu yetmezmiş gibi zorba yönetimlere ve işgalci İngilizlere boyun eğmekte, o bağımsız ve özgür ruhlarını giderek kaybetmekteydiler. O nedenle onun kat edeceği yol Gandi’ninkinden çok daha zordu. Ama bıkıp usanmadan, dahası İngilizlerin baskılarına aldırış etmeksizin özellikle dağ köylerini dolaştı. Buralarda halkla sohbet etti, imkân bulduğu yerlerde ise okullar açtı. Onun bu karşılıksız yardım çabaları karşısında şaşıran köylülerden birisi, heyecanını yenemeyip onu “Badşah Han”, yani “hanların hanı/padişahı” olarak selamladı ve Abdulgaffar Han’ın çok da rıza göstermediği bu coşkulu sesleniş, giderek onun unvanı haline geldi. Patan Gençler Cemiyeti’ni kurdu.

Kadınları da dâhil ettiği hareketinde, onların da toplumsal ve kamusal haklardan yararlanmaları için çaba gösterdi ve onlara özellikle de peçelerini açmalarını ve toplumsal hayata aktif bir biçimde katılmalarını tavsiye etti. Bir askeri birlik oluşturmaya niyetlendi. Bu askeri birlik her türlü askeri eğitimi alacak ama asla silah kullanmayacak ve şiddete başvurmayacaktı. Bu askeri birlikte kadınlar da vardı ve ellerinde sadece yürümek için kullandıkları bir değnek taşımaktaydılar. Bunlar yalnız ve yalnız Allah’a boyun eğecek ve ona hizmet edeceklerdi. En büyük hayali halkının yaşam şartlarını geliştirmek ve onlara modern bir eğitim imkânı sağlayabilmekti. Bu askerliğin temel ilkeleri ise şiddetten ve intikamdan, kan davaları ve kavgalardan uzak durmak, kendilerine eziyet edenleri bile bağışlamak, topluma zararlı olan geleneklere riayet etmemek, erdemli bir hayat sürmek ve kötülüklerden kaçınmak, her gün en az iki saat topluma hizmet için çalışmak ve asla tembellik etmemekti. İngiliz yönetimine karşı sivil itaatsizliğin tüm biçimleri ortaya konularak, bağımsızlığa doğru gidilecekti.

Sivil itaatsizliğin ilk aşaması, tuz yasalarını, daha doğrusu denizden tuz çıkarma yasağını ihlaldi ve Gandi bunun için 12 Mart 1930’da dört yüz kilometrelik yürüyüşünü başlatacak ve denizden bir avuç tuz alarak yasağı ihlal edecekti. Ancak İngilizlerin buna tepkisi oldukça sertti. Direnişi sürdüren Hudai Hizmetkârlar’ın üzerine İngilizler tarafından ateş açılacak ama Hudai Hizmetkârlar buna karşı şiddete dayanan bir tepki vermeyecekler ama geri de çekilmeyeceklerdi. Açılan bu ateşler sonucu birçok insan ölecek ve en sonunda askerler, kendilerine karşı direniş göstermeyen bu insanlara ateş açmayı reddedeceklerdi. Bu olay akabinde İngilizler artık silahsız bir Patan’dan, silahlı bir Patan’dan korktuklarından daha fazla korkmaktaydılar. Ama bundan sonraki stratejileri ise onları silaha başvurmak için kışkırtmak üzerine kurulu olacaktı.

Onları kalabalık önünde çırılçıplak soyundurup dövmekte, hatta lağım çukuruna atmaktaydılar. Bu süreç içerisinde “çok sayıda Patan amaçları uğruna kan dökmeden öldüler”. Ne ki sonunda kazanan sabrın silahı oldu. “Çile okulunda insan çok şey öğreniyor, şayet kolay bir hayatım olsaydı, hapis hayatının getirdiği mutlulukları tatma ayrıcalıklarından yoksun kalsaydım, kim bilir nasıl bir hayatım olurdu?” derken, tam da Gandi’yi andıran sözler etmektedir. Ve bu sözlerine şunları da ilave etmektedir: “Günümüz dünyası nükleer silahların yol açacağı bir felaketten ancak şiddet karşıtı bir tutum izlenerek kurtulabilir. Eğer insanlığın yeryüzünden silinmesi istenmiyorsa, dünyanın bugün Gandi’nin sevgi ve barış mesajlarına her zamankinden daha fazla ihtiyacı var demektir.  Bunun dışında İngiliz yönetiminden hoşnut değildi ve tüm etnik halkların ve farklı din mensuplarının bir arada yaşayacağı bağımsız bir Hindistan taraftarıydı. Biraz arzu etmesine rağmen sürdüremediği için eğitimini, biraz da çevresindeki eğitimsizliğin yarattığı olumsuz etkilerin de farkına varan bir aklıselim olduğundan, halkını bilinçlendirmek için yola koyuluyor.  

Abdulgaffar Han’ın yaşadığı bölge, İngiltere ile Rusya arasında bir tür tampon bölge görevi gördüğü için, sosyal ve kültürel faktörler sebebiyle gelişmemiş, fakirliğin ve özellikle de cahilliğin kol gezdiği yerler; kan davalarıyla, şiddet olaylarıyla adını duyurmuş yöreler. Halkını bilinçlendirmek için köy köy gezen Abdulgaffar Han birçok olumsuz tepkiyle de karşılaşmıyor değil, fakat bunların hepsine rağmen çalışmalarına devam ediyor, bölge halkından “Badşah Han” yani “Hanların Şahı” unvanını alan Abdulgaffar Han zaman içerisinde Gandhi’nin şiddet içermeyen aktivizm yolu olan Satyagraha ile tanışır. Satyagraha’da İslam’ın da temelinde yatan prensipleri görür ve İslam’dan da ilham alan şiddet içermeyen aktivizm tasavvuru geliştirir. Kendisini takip edenler ile birlikte 1920 yılında “Hudai Hizmetkârları” (Allah’ın Hizmetçileri) adlı bir grup kurar.

Temel amaçları sosyal hizmetlerde bulunmak, eğitim kurumları açmak ve Hindistan'ın bağımsızlık hareketinde şiddetsiz direniş ve sivil itaatsizlik öğretilerine, ‘Satyagraha’ya itaat etmekti. Başlarda beyaz giyinen grup, beyaz renginin çabuk kirlenmesi hasebiyle kıyafetlerini koyu kırmızıya boyarlar. Nitekim zamanla grup “Kırmızı Gömlekliler” olarak anılmaya başlar ki bugün de böyle anılmaktadır. Abdulgaffar Han Kırmızı Gömleklileriyle birlikte önceleri kendisine hedef olarak bölgedeki şiddet kültürünü alır, bu şiddet kültürünün en önemli öğesi olan kan davalarının kökünü kazımak ve halkı bilinçlendirmek ana amaçlarıdır. Zaman içinde üye sayısı 100 bine ulaşan Kırmızı Gömlekliler şiddet kullanmayacaklarına dair bir yemin ederek gruba katılıyorlardı. 

Abdulgaffar Han Kırmızı Gömleklileriyle birlikte önceleri kendisine hedef olarak bölgedeki şiddet kültürünü alır: Bu şiddet kültürünün en önemli öğesi olan kan davalarının kökünü kazımak ve halkı bilinçlendirmek ana amaçlarıdır. Abdulgaffar Han Hint’in bağımsızlığı için uğraşan Hindistan Ulusal Kongresi’ne katılır ve onların eylemlerine destek verir; Kongre ile ayrı düştüğü kısa bir dönem olsa da Kongre’nin İkinci Dünya Savaşı politikası sebebiyle olmuştur. Kongre ile birlikte katıldığı sivil itaatsizlik eylemleri sebebiyle İngilizlerce hapse atılır, çıkar.  

Abdul Gaffar Han Gandhi’nin yanından ayrılmaz, ikilinin farklı dinlerden olsalar da farklı kaynaklardan aynı ilhamı almış yoldaşlar olduğu aşikârdır, nitekim Kongre’nin Gandhi’ye ters düştüğü konularda Abdulgaffar Han hep Gandhi’nin tarafında yer alır,  zaman içerisinde adı Gandhi ile öyle özdeşleşecektir ki kendisine “Hudutların Gandi’si” demeye başlarlar. Abdulgaffar Han Gandhi gibi Hint’in bölünmesine karşıdır. "Devlet devrimle yıkılabilecek bir şey değil, insanlar arasında bir ilişki tarzıdır. Devlet, bu ilişki tarzıyla var olur, beslenir, güçlenir, sömürür ve öldürür. Devlet, otoriter ve hiyerarşik örgütlenmelerle iktidara talip olunarak değil; insanlar arasında devletin kendini yeniden üretemediği yeni ilişkiler, özgürlükçü ve dayanışmacı yeni bir "hayat tarzı" kurularak yıkılabilir. Asıl olan “iktidarı almak” değil, gündelik hayat devrimleridir. Zira yaşanacak bir hayatımız vardır." "Bağımsızlık sonrası Hint parçalandığında Gandi’ye göre bölgede bugün hâlen devam eden sorunların kaynağını belirleyici niteliktedir: “Bizi kurtların önüne attınız.” Hint’in parçalanmasına karşı duruşu, kadın haklarına verdiği değer ve sarsılmaz “şiddet-içermeyen mücadele” anlayışı birçok düşman da kazandırır. 

Abdulgaffar Han'ın doğduğu coğrafya ve kültür için bir devrim niteliğinde olan kadın haklarını ve şiddet eylemlerini yasaklayan politikası halkı tarafından ilk başlarda kuşkuyla algılanmasına neden olsa da halk çok kısa bir süre de ona tam destek vermiştir. İslam’a olan bağlılığını her daim seslendirmesine ve dine düşkün bir Müslüman olmasına karşı halk arasında “Müslüman Karşıtı” olduğu dedikoduları baş gösterir; 1946’ta bu dedikodular yüzünden hastanelik olacak kadar dövülür, saldırıya uğrar. Özellikle Müslüman liderlerin çoğu bu ayrılığın şart olduğuna inanırken, Abdulgaffar Han bu ayrılığa Gandi gibi kesinlikle karşı çıkmıştır. Hindistan’ın ikiye bölünmesinden ve Pakistan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden sonra bağımsız bir Peştunistan hareketinin önderliğini yapmıştır.

Hayatının büyük bir kısmını bu eylemlilik tutkusu yüzünden hapislerde geçirmiştir. Bir süreliğine Afganistan’a sürgüne de gönderilmiştir Parçalanmayı protesto etmek adına kendisi gibi düşünen diğer azınlık ile birlikte Hudut Eyaletleri’nin Pakistan’a katılıp katılmamasını konu alan referandumu protesto eder. Yine de Pakistan kurulduktan sonra, Pakistan’ın kurucusu olan Cinnah ile aralarındaki sorunları bertaraf etmek, geleceğe bakmak gerektiğini düşünerek Pakistan’a bağlılık yemini eder, Cinnah ile görüşür ve hatta Pakistan’ın ilk muhalefet partisini kurar. Dönemin politikası dedikodulara, provokasyonlara öyle açıktır ki kısa sürede hakkındaki iftiralar ve dedikodular yüzünden yönetimden baskı görmeye başlar, ev hapsine tabii tutulur. Nitekim bu, hayatının geri kalanının özeti olacaktır: ansızın gelen haksız tutuklamalar, ev hapisleri, sürgünler…

Sonunda vefat ettiğinde, yine ev hapsindedir: 20 Ocak 1988 yılında, Peşaver’de ölür. Afganistan’da Celalabad’a gömülen Abdul Gaffar Han’ın cenazesine Hint’in ve Afganistan’ın dört bir yanından on binlerce kişi katılır, yollara düşer; sırf cenaze işlemlerinin uygunca yapılabilmesi ve bu kişilerin güvenliğinin belirli bir oranda sağlanabilmesi için o sıralar devam eden Afgan İç Savaşı’nda kısa süreli bir ateşkes bile imzalanır .” Cenaze merasimi ise, düşmanca tutumlarından hiç vazgeçmeyen Hindistan ve Pakistan liderlerinin bir araya geldiği ender bir buluşmaya/barışmaya sebep olacaktır.  Abdulgaffar Han’ın geride bıraktığı en önemli şey İslam’ın cihad kavramına getirdiği farklı bakış açısı ve şiddet içermemekle birlikte dünyanın en etkili aktivist hareketlerinden biri olmuş bir harekettir.

İnançlarını ve bakış açısını en güzel özetleyen cümlelerden biri de Kırmızı Gömlekliler’e yaptığı bir konuşmasında telaffuz ettiği şu cümlelerdir: “Size öyle bir silah vereceğim ki ne polis ne ordu ona karşı durabilecek. Bu Peygamberimizin silahıdır, fakat siz bu silahın farkında değilsiniz. Bu silah sabır ve doğruluktur. Dünya üzerinde hiçbir güç yoktur ki buna karşı durabilsin.” Abdulgaffar Han özellikle Peygamberin Mekke dönemindeki mücadelesinden etkilenerek hareketini kurmuş ve Kırmızı Gömlekliler’e hep bunu örnek göstermiştir: “Benim gibi bir Müslümanın veyahut Patan’ın şiddet içermeyen (aktivizm) itikada bağlı olması şaşırılacak bir şey değildir. Bu yeni bir itikad da değildir. Bu on dört yüzyıl önce Peygamberimizin Mekke’deyken uyguladığıdır.”

Afganistan’ın ve Pakistan’ın kan ağladığı, sorunlar denizinde çırpındığı bu günlerde örnekliği ayrı bir önem kazanan, ortaya koyduğu alternatif yol kesinlikle göz ardı edilmemesi gerekilen bir özgürlük savaşçısıdır. Abdulgaffar Han, cihad kavramını yeniden değerlendirerek şiddet dışı direniş yollarına dikkat çekmiştir. 

Bu çerçevede Gandi, Malcolm X, Hasan el Benna, Humeyni, Aliya İzzetbegoviç, Raşid Gannuşi, Nurettin Topçu, Said Nursi, Necmettin Erbakan’ın mücadelesi hak ve adaleti merkeze alarak İslam’ın silahsız ordularını kurmuşlardır. Hiç şüphesiz bunların birbiriyle çakışan yönleri olduğu kadar çatışan tarafları da vardır

Kaynakça:

-İslâm’ın Silahsız Askerleri, Sivil Direniş, Çev: İhsan Özdemir, Timaş Yayınları

-Cihad ve Şiddet Dışı Direniş (Ümit Aktaş) Mana yayınları

-Yeni Şafak Gazetesi 12 Kasım 2016

-Umran Dergisi Nisan 2016 ve çeşitli internet adresleri

Bu yazı toplam 2426 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar
Ali Dogan
31 Mayıs 2017 Çarşamba 17:09
17:09
Hasan Hocam daha önce hiç duymadığım güzel bir şahsiyet emeginize sağlık.( Malatya'dan Ali Doğan)
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.