Mısır İslam Medeniyet Havzası / Köşe Yazısı - İsmail IŞIK

25.09.2016 16:19:37
İsmail IŞIK

İsmail IŞIK

 Mısır İslam Medeniyet Havzası           

Genelde Mısır özelde Kahire ve daha özelde  Ezher Üniversitesinin dünden bu güne eğitimi ,  eğitim programları ve eğitim metotları üzerinde durmaya çalışacağız.

Hz. Ömer döneminde gerçekleşen fetihten (21/642) sonra burayı yöneten ve arap kökenli olan olmayan devletler döneminde Mısır’ın ilmi hayatı zaman zaman kesintiye uğrasa ve bazı çalkantılar yaşansa da bunlar uzun  süreli olmamıştır.  Mısır aynı zamanda doğubatı (Irak, Kuzey Afrika ve Endülüs) yolu  üzerinde bulunduğundan her iki yönden yola çıkan âlimlerin çoğu burada  konaklamışlardır. Daha sonra bir kısmı oraya yerleşmiş, bir kısmı da yoluna devam etmiştir. Osmanlı dönemi de dahil Mısır hiçbir zaman din, dil ve edebiyat alanlarındaki üstünlüğünü kaybetmemiştir. Günümüzde dahi tüm dünya Müslümanları Mısırlı kârilerin Kur’ân tilâvetlerini içtenlikle dinlemektedirler.

Hz. Ömer zamanında gerçekleştirilen İslâmî fetihlerden itibaren canlı bir ilmî hayata sahip olan Kahire , Memlukların kuruluş yıllarında, İslâm dünyasının en önemli  kültür merkezi haline gelmişti. Çünkü İslam dünyasının doğuda Moğollar ve Haçlılar, Endülüs'te ise Muvahhidleri yıkarak Müslümanlara ait merkezlerin çoğunu istilâ eden Haçlılar yüzünden tarihinin en önemli krizini yaşadığı bu yıllarda, zamanın güvenlik içindeki yegane İslâm ülkesi olan Memlük Devleti'nin himayesine sığınan Müslüman mültecilerin arasında, bu ülkelerin en mümtaz alimleri de bulunuyordu.

Bu alimlerin de katılmasıyla Memlük Devleti'nin başşehri Kahire, birkaç yıl önce Moğollar tarafından tahrip edilen İslam dünyasının en önemli kültür merkezi Bağdat'ın yerini aldı. Abbasi Hilafeti'nin Memlukların himayesinde Kahire'de yeniden kurulması da, Memlük başkentini aynı zamanda İslam dünyasının en önemli siyasî ve dînî merkezi haline getirmişti.

 Bu gelişme, ülkeye gelen alimlerin sayısını daha da arttırdı. Salâhaddin-i Eyyûbî ve halefleri tarafından yaptırılmış olan çok sayıdaki medrese, zamanın en ünlü alimlerini bir araya getiren kurumlar oldu. Doğu ve Batı İslam dünyasının ilim yıldızlarını bünyesinde toplayan Kahire medreselerinde merkezileşen ilmî hareket, Memlük sultanlarının da desteğiyle büyük bir gelişme gösterdi. İlme ve ilim adamlarına büyük önem veren sultanlar ve diğer devlet adamları, adeta birbirleriyle yarışarak çok sayıda medrese inşa ettirdiler ve bu medreselerde görev yapan müderrisler, okuyan talebeler ve hizmetlilerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak geniş vakıflar tahsis ettiler. Onların bilhassa Kahire'de yaptırmış olduğu bu müesseselerden günümüze kadar ayakta kalanlar, Memlük ilmî hareketinin canlı şahitleri durumundadırlar.

İbni Haldun "Mısır'ı görmeyen İslam’ı tanıyamaz" sözüyle o devirde yaşayanların Mısır'ı görmeden İslam medeniyetinin narinliğini kavrayamayacaklarını bize açık bir şekilde ifade etmektedir. Mısır medeniyeti batı âleminde büyük tesir oluşturmuştur. Örneğin batılı şövalyeler arma kullanma usulünü Mısır'da hüküm sürmüş olan Eyyubiler'den öğrenmişlerdir. Mısır İslam tarihinin parlayan bir yıldızıdır. Son Eyyubi sultanı Turan Şah öldükten sonra yerine karısı Şecerüddür geçmiş hem Memlukların ilk sultanı hem de İslam tarihindeki ilk kadın sultan ünvanının sahibi olmuştur. Fakat Abbasi halifesi Müstasım Billah ve Memlük emirlerinin tavsiyesine uyarak İzzetin Aybek’le evlenip seksen gün oturduğu tahtını ona devretmiştir. 


Mısır   30'dan fazla tarihçi yetiştirmiştir. Mesela Mekke tarihçisi İzzeddin, Medine tarihçisi Semhudi ve Kudüs tarihçisi Uleymi gibi şehir tarihçiliği geleneğini devam ettirmişlerdir. Tarih ve coğrafya alanında Fazlullah El Ömeri ve Makrizi gibi birçok tarih âliminin yetişmesine vesile olmuştur. Hatta Mısır dünyada en çok tarihçi yetiştiren ülke konumundadır. İbni Haldun tarih ve sosyoloji ilmini empirik temeller üzerine Mısır'da kurmuştur. Memluklar dönemine ansiklopediler çağı denmektedir. Zira Fazlullah el Ömeri ve Kalkaşendi gibi âlimler ansiklopediler yazarak ansiklopediler çağının temelini Mısır'da atmışlardır. Bu arada Mısır'da yetişmiş ünlü denizci İbni Macid Hint okyanusuna gidecek gemiler için rehber kitaplar hazırlamış ve en önemlisi de Hindistan yolculuğunda Vasco De Gama'ya kılavuzluk yapmış olmasıdır. Kahire Moğol zulmünden kaçan tüm âlimlerin sığınağıydı.
        

Kahire’de Memluklar devrinde 175 medrese mevcuttu. Fatımiler döneminde inşa edilmiş olan Ezher üniversitesi yüz yıllar boyu birçok âlim yetiştirmiştir. Hadis ricalini tanıtan en muteber eserler de Mısır'da kaleme alınmıştır. Tıp alanında Mısır bir çığır açmıştır. İbnül Nefs Mısır'da küçük kan dolaşımını keşfetmiştir. Ayrıca ilk defa Barut kelimesi ünlü botanikçi İbnül Baytar tarafından kullanılmıştır. Binaenaleyh Barut Hasan Er Rahman ve İbnül Baytar tarafından Mısır'da icat edilmiştir. Hatta Memluklar Baruttan diğer milletlerden asırlarca önce faydalanmışlardır. Ayrıca ateşli silahları ve özellikle toplar ilk olarak Memluklar tarafından kullanılmıştır. En çok Türk asıllı âlim Memluklar devrinde Mısır'da yetişmiş ve aynı zamanda altmış bin şiir Farsçadan Türkçe'ye çevrilmiştir. Memluklar aynı gelişmeyi mimaride de ortaya koymuştur. Kahire’de Baybars Camii ile Nasır Muhammed cami ilk akla gelen örneklerdendir. Bilhassa Memluklar döneminde Mısır'da sanat zirve yapmıştır. Özellikle tunç, bakır ve gümüş gibi madenlerden çeşitli eşyalar üretilmekteydi. Ayrıca sedefkârlık, oymacılık ve dokumacılık çok ileri bir seviyedeydi.

Savaş aletleri imalatlı da çok gelişmişti. Nil deltasından elde edilen pamuk tekstil sanayiini geliştirmiş ve Mısır'da imal edilen pamuklu kumaşlar dünyanın en meşhur kumaşlarıydı. Camdan ve tunçtan emsalsiz kandiller sadece Mısır'da üretiliyordu. Mısır bir Abbasi halifesinin ilk defa hicret ettiği diyar olmuştur. Mısır, hilafeti koruma şerefine nail olmuştur.

Ezher Üniversitesi ilk olarak Fatımî Halifesi el-Mu‘izz li-Dinillah’ın komutanı olan Cevher es-Sıkillî tarafından 970 - 973 seneleri arasında büyük bir cami şeklinde inşa edildi.Başlangıçta ibadet amaçlı bir mekân olarak hazırlansa da bir müddet sonra öncelikle Şia âlimi Ebu’l-Ferec Yakûb’un, Şia’nın İsmailiyye kolunun düşüncelerini öğretmek ve yaymak üzere içinde ders halkaları kurduğu bir yer haline geldi. Halkın yoğun kabulüne mazhar olan bu ders halkaları, daha önce Mısır halkına ‘Amr b. ‘As, İmam-ı Şafii ve İbn Tolon camilerinde düzenlenen ilmi dersleri ha-tırlatarak büyük bir etki yapmıştır. Ebu’l-Ferec Yakûb’dan sonra Benî Nu‘mân ailesi Ezher camisindeki eğitim-öğretime aynı prensiplerle devam etmiştir. 

Vezîr İbn Kıls daha özgür ve resmiyetten uzak bir şekilde Ezher’de ders halkaları oluşturmaya başladı ve kısa bir müddet sonra da bu kurumda eğitim-öğretiminin sağlıklı bir şekilde devam etmesi için 35 âlim görevlendirdi. 211 sene Mısır’da hüküm süren Fatımiler, bu metotlarını tedrici bir şekilde geliştirerek uygulamaya devam etmişlerdir. Eyyûbiler döneminde Kâdî’l-Kudât olan Sadruddîn b. Derbâs’ın “bir şehirde iki farklı yerde cuma namazının kılınmasının caiz olmadığı”na yönelik fetvasıyla cuma namazının Ezher'de kılınması yasaklanmıştır. Bu olay, yaklaşık 98 sene onun kapalı kalmasına neden olmuştur. Bu dönemde onda eğitim-öğretim devam etmekle birlikte yaklaşık 32 ayrı alternatif külliye açılarak onun gücü zayıflatılmıştır.Bununla birlikte Ezher, el-‘Allâme Abdulatîf el-Bağdâdî gibi ünlü bazı âlimlerin tedrisatına ev sahipliği yaptığı gibi, düzenli olarak felsefe ve medeniyet ilimlerinin tedrisat mekânı olmuştur.Eyyûbilerin saltanatına son veren Memluklerin III. sultanı Melik ez-Zâhir Baybars, Ezher'in kapısını yeniden cuma namazına açıp 1261 eğitim ve öğretimi de desteklemiştir. Böylece Ezher yeniden eski aktivitesine kavuşmuştur. Diğer taraftan içinde yapılan tamirattan sonra üstü beyaza boyanmıştır. Yedinci yüzyılın sonlarına doğru Bağdat ve Kurtuba’da medreselerin kapatılmasıyla Ezher dört bir taraftan gelen Müslümanların ilim karargâhı şekline gelerek âlimlerin ve öğrencilerin yöneldiği bir eğitim-öğretim merkezi olmuştur. Buradaki eğitim öğretim faaliyetleri Mısır’ın hicri sekizinci ve dokuzuncu asırlarda düşünce hareketini zirveye ulaştırmıştır. Bu dönemin Ezher için altın devir olarak tarihe geçtiğini söylemek yerinde olacaktır. Çünkü Müslümanlar ( -özellikle âlimler-) her taraftan kaçıp Mısır’a gidiyordu. Ezher, bu dönemde ilmin ana merkezi olarak görev yapıp ferdi de olsa tıp, hendese, astronomi, matematik, coğrafya vb… ilimlerin okutulmasına ev sahipliği yapmıştır.

el-Ezher uzun ömürlü olması hasebiyle farklı siyasi idarecilerle karşı karşıya gelmiştir. Memluklardan sonra Yavuz Sultan Selim 1517’de Mısır’a girerek Ezher hakkında önceden hayal ettiği düşlerini gerçekleştirmiştir. O, Mısır’a girip idarenin tamamına hâkim olduktan sonra Ezher Camii’ne giderek teberrük niyetiyle namaz kılmıştır. Hatta Mısır’da kıldığı son cumayı da burada eda etmiştir. Bu sırada kendisine muhalif olan şahıslardan sadece Ezher Camii’ne sığınanları affetmiştir. Yavuz, Mısır’da kaldığı sekiz ay boyunca el-Ezher’de imamlık yapmış ve bu kuruma nakdi hibede bulunmuştur. Diğer taraftan Osmanlı valileri onun genişlemesi ve tamiratına büyük önem vermişlerdir. Emîr Abdurrahman Kethuda’nın yaptığı ekler bu iddiayı destekler niteliktedir. Ayrıca Tabarisiyye ve Akboğaviyye adında iki medrese ona bağlı olarak inşa edilmiştir.

Bu dönemde Ezher, bütün Müslümanların ilmi kıblesi durumuna gelmiştir. İslam âleminin dört bir tarafından ünlü âlimler oraya giderek ders verme yarışına girmişlerdir.

Mağripli Şihabuddîn el-Mukrî ve Şamlı Şeyhu’l-İslam Abdulğanî b. İsmail en-Nablusî gibi büyük müderrisler söz konusu âlimlerden birkaç tanesidir. Ancak Osmanlı döneminin son zamanlarında ulema arasında bir gevşeme görülmüş telif bırakılıp daha önce yazılan kitaplar şerh edilmeye başlanmıştır. Aynı zamanda varsayımlara dayalı bazı düşüncelerin yazılmasını tercih ettiklerinden ötürü bir gerileme devri yaşandığından bahsedilmektedir.

Eskiden beri Ezher'de dini ilimlerin yanında dünyevi ilimler de okunmuştur, okutulmuştur. Ama bir denge içinde. Tıp, tarih, hendese, astronomi, ahlak ve coğrafya gibi. Fıkıh alanında sünni mezheplerin tamamının fıkhı bila istisna tedris edilmiştir. Ayırım gözetilmemiştir. Son sıralarda Caferi fıkhının okutulması ve sünni olmayan öğrencilerin de intisabı istenmiş ise de bazı haklı tenkitler nedeniyle bu gelişme sağlanamamıştır. Fatimilerin Hindistan'daki uzantıları olan Behere grubu gibi bazı gruplar yeniden Ezher'e hulul etmek istemişlerse de birilerinin uyanıklığı nedeniyle bunda pek muvaffak olamamışlardır.

Ezher Üniversitesi 19. yüzyıla kadar özerk bir yönetime sahip bulunuyordu. Ezher mali konularda da bağımsız bulunu-yor ve kendi mali kaynaklarını ve vakıflarını denetleyebiliyordu. "Mısır Siyasetinde Ezher'in Rolü" adlı kitabın yazarı Prof. Said İsmail bu konuda şunları kaydetmektedir :" Ezher Mısır'da sömürgeci ve mütegallibe güçlere karşı milli direnişin sesi ve sembolü olmuştur. Ezher daima Mısır'ın kültürel zenginliklerinden ve pınarlarından biri olmuştur..."Ezher Osmanlılar döneminde şöhretinin zirvelerinde dolaşıyordu. Önemli bir tevcih müessesiydi. Valilerin tensip ve azlinde adeta son söze sahipti. Ezher'i ilk defa bu çizgisinden saptıran Mehmet Ali Paşa olmuştur. Mehmet Ali Paşa güç merkezlerine karşı giriştiği mücadelede Ezher'i de kendisine hedef seçmiştir. Ezher geleneğini otoritesi önünde engel gören Kavalalı Mehmet Ali Paşa bu kuruma da çentik atmıştır. Selahaddin Eyyübi, Şecerü'd Dür, Kutz ve Baybars'dan beri Süleyman Halebi gibi İslam kahramanları yetiştiren Ezher'i budamıştır. Bunu yaparken Fransız Büyükelçisinin tavsiyelerinden dışarı adım atmıyordu. Matyu d'Lısbes ve haleflerinin fısıltıları Mehmet Ali Paşa'nın yöneliminde ve tercihlerinde etkili oluyordu. Aynı çevrelerin fısıltısıyla S. Simon ve taraftarlarının eğitim anlayışı Mısır'a getirildi. Simoncı eğitimciler Mısır'ı istila ettiler. Sosyalizmin irhasatı olan S.Simon düşüncesi Mısır'daki eğitim kurumlarına zerk edildi. Simon ve taraftarları Mısır'ı ve Ezher'i İslam'ın kalesi olarak görüyorlar ve bunun bertaraf edilmesini arzuluyorlardı. Haksız da sayılmazlardı. Yeniden Roma'nın inşası için Ezher'i önlerindeki en önemli engellerden birisi olarak telakki ediyorlardı. Cami ve mescitler nasıl İslam'ın dayanaklarından ise Ezher de kurum olarak İslam dünyasının manevi dayanaklarından birisini teşkil edi-yordu. Amaçları bu dayanağı ortadan kaldırmaktı. Napolyon Mısır hamlesi sırasında bu dayanağı hedef almıştır. Fransızlar okuma-yazma bilmeyen cahil ama muhteris Mehmet Ali Paşa'yı Fransız tarzı eğitim için yönlendirdiler. Böylece Paşa'nın gözünden düşen Ezher yerine Fransız tarzı eğitim kurumları dayatıldı ve baş tacı edildi.

Bundan dolayı ortalığı cehalet kaplamış ve Ezher fonksiyonlarını ve rolünü kaybetmiş ve bu rol çarpık bir şekilde bazı kendini bilmezler tarafından deruhte edilmiştir. Bundan dolayı toplumda şiddet yanlısı aşırı fikirler yaygınlık kazanmıştır. Prof. Muhammed Hilmi Kaud, Ezher'in son durumunu şöyle özetlemektedir: "Eğitim iğdişe dildikten sonra ve liselerde fıkhı mezheplerin görüşleri rafa kaldırıldıktan itibaren Ezher laikleştirilmiş ve Ezherliler de yarım hoca haline gelmişlerdir..." Güya çocuklara kolaylık olsun diye ilkokul öncesine yönelik Kur'an kursları kapatılmıştır. Keza ilk okullarda Kur'an derslerinin süresi kasıtlı bir şekilde azaltılmaya gidilmiştir. Tekrar var gerekçesiyle Kur'an ders saatleri 126 saatten 71'e düşürülmüştür. Yine normal liselerle Ezher liselerinin eşitlenmesi adına İslami ilimler budanmıştır. Ezher'e bağlı 20 öğretmen okulunda eğitim dondurulmuştur. Ezher Üniversitesinde Kur'an ezberleme dersleri de kaldırılmış veya hafifletilmiştir. Ezher fakültelerinde zorunlu olan 10 cüz Kur'an hıfzı da iptal edilmiştir. Yine muamelat fıkhı kaldırılmıştır. İslam hukuku ile ilgili saatler 140'dan 68'e düşürülmüştür. Fetva Komisyonu lağvedilmiş ve üyeleri kovulmuştur. Toplam olarak Ezher okullarında okutulan kur'an ve hadis metin derslerinin yüzde 75'i budanmıştır. Yine Ezher okullarında okutulan Arapça dilbilgisi maddesi yüzde 50 nisbetinde hafifletilmiştir. Bundan dolayı sayılı Ezher alimleri reformlara karşı çıkmış ve bunun Ezher'in ruhunu öldürdüğüne hükmetmişlerdir. Merhum Şeyh Şaravi bu reformları Ezher'in laikleştirilmesi olarak değerlendirmiştir. Ezher'de eğitim dünyevileştirilmiş, öğrenciler de dünyevileşmeye yönlendirilmişlerdir. Ezher'de çifte eğitim verilmesi ve hem özerk yapısı hem de Milli Eğitim bakanlığı'na bağlı olması Ezher'i ve Ezherlileri yormuş bulunmaktadır. Çifte ve yoğunlaştırılmış eğitimden dolayı gelen şikayetler üzerine hep dini müfredat budanmıştır. Bu da dini eğitim için kurulan Ezher'de dini eğitimi zayıflatmıştır. Bu eğitim sayesinde Ezherliler sadece kusuru ve kabuğu öğrenirken öze inememektedirler.

Memlüklüler Devrinde Mısırda Eğitim - Öğretim

 Eğitim ve Öğretim Müesseseleri

 Mektepler/İlkokullar

Memlükler zamanında özel ve genel olmak üzere iki tip ilkokul/mektep bulunuyordu. Geçimini öğretmenlikten kazanmak isteyen şahıslar tarafından açılan özel ilkokullarda öğrenci velilerinden belirli bir ücret alınırdı. Genel mektepler ise, sultanlar, diğer devlet adamları ve büyük tüccarlar tarafından sırf Allah'ın rızasını kazanmak maksadıyla inşâ ettirilir, bütün ihtiyaçları devlet veya bu eserlerin sahiplerince yapılan vakıflar tarafından karşılanırdı. Genellikle cami, medrese ve hastanelerin bünyesinde yer alan ve asıl maksat yetim çocuklarını himaye olduğu için Mekâtibü'l-eytâm/yetim mektepleri adıyla bilinen bu mekteplere yetim çocuklar yanında fakir ve asker çocukları da devam ederdi. Mekteplerde okuma-yazma öğretimiyle birlikte, Kur'an-ı Kerim ve bazı hadis metinleri okutulur, hafızlık yaptırılır, ilmihal bilgileri, temel hesap bilgileri ve yazışma usulleri öğretilirdi. İlköğretimden hedeflenen, çocukların en uygun usulle iyi bir şekilde yetişmelerini sağlamak ve onları faydalı birer insan olmaya hazırlamaktı. Bu maksatla edep ve görgü kaideleri üzerinde hassasiyetle durulur, çocuklara anne-babalarına itaat etmeleri, iyi alışkanlıklar edinmeleri ve kötülüklerden uzak durmaları tavsiye edilirdi.

İlkokul öğretmenlerinde güzel ahlak sahibi, ilim ve amel bakımından ehil kimseler olmaları şartları aranırdı. İbnü'l-Uhuvve bu şartlar hakkında şöyle demektedir:

"Muallimin ehl-i salah kişilerden, güvenilir, iffet sahibi, hafız-ı Kur'an, güzel yazı yazan ve hesabı iyi bilen biri olması şart koşulurdu.

Onun evli olması tercih edilir, güzel ahlak ve dindarlığıyla tanınmış çok yaşlı olanları hariç bekarların çocukları okutmak için mektep açmasına izin verilmezdi. Bununla birlikte, muallimlik izni, ancak ehliyetinin kesin olarak bilinmesi ve güvenilir kimselerin tezkiyesi şartıyla verilirdi." Muallimlerde bulunması gereken bu şartlar, çoğu kere mektepler için hazırlanan vakfiyelerde yer alırdı.  Mekteplerde çalışan diğer görevliler için de güzel ahlak sahibi olma şartları aranırdı.

Mekteplere başlama hususunda en makbul yaş 7 olmakla birlikte, ailelerin pek çoğu daha küçük yaşlardaki çocuklarını da gönderirlerdi. Öğretim süresi, çocuğun kabiliyetine göre değişmekle beraber, ergenlik yaşına ulaşanların ilişiği kesilirdi; ancak hafızlıklarını tamamlamak gibi özel bir durumları olanlara, bir süre daha devam izni verilirdi. Ayrıca her mektebe devam edecek öğrencilerin azami sayısı vakfiyelere yazılırdı.

Mekteplerde günlük program güneşin doğmasından itibaren başlar ve ikindiye kadar devam ederdi. Cuma günleriyle dînî bayramlardan önce ve sonra birkaç gün resmî tatil olurdu. Mekteplerde hafızlığını tamamlayanlar için görkemli hatim merasimleri yapılır, güzel bir şekilde giydirilen hafızlar, en güzel şekilde süslenmiş atlara bindirilerek şehrin caddelerinde dolaştırılırdı. Bu mektepleri başarıyla tamamlayanların önemli bir kısmı, üst seviyedeki eğitim-öğretim kurumları olan medreselere devam ederdi
.

 Medreseler

Medreseler, İslâm dünyasında bir eğitim kurumu olarak ortaya çıkışından itibaren Ehl-i Sünnet kültürünü güçlendirmek gibi önemli bir misyon üslenmişti. 1055 yılında Bağdat'a girerek Abbâsî Hilâfeti'ni Şîî Büveyhîlerin hakimiyetinden kurtaran Selçuklu sultanları, bir asırdan fazla Bağdat'a hakim olan bu hanedan zamanında halk arasında yayılmış aşırı Şîî düşünce ve inançları ortadan kaldırarak Ehl-i Sünnet ilkelerini hakim kılmak için ilmî hareketi canlandırmaya büyük önem vermişlerdi. Bu maksatla dinin doğru öğretilmesini sağlayacak müesseseler olarak gördükleri medreseler inşâ ettirerek kısa sürede onların sayısını arttırdılar. Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan (1064-1072) ve veziri Nizamülmülk, inşa ettirdikleri Nizamiyye medreseleriyle bu konuda önemli bir çığır açarak kendilerinden sonrakilere öncülük etmişlerdi.

Başta fıkıh ilmi olmak üzere dînî ilimler ve Arap dili öğretimine dayanan medrese geleneği, Selçuklulardan sonra Zengiler ve Eyyubiler tarafından da devam ettirildi. Suriye'de ilk medreseler, Batınîlere karşı Ehl-i Sünnet düşüncesini yaymak ve ülkede siyasî birliği temin etmek için başlatmış olduğu çalışmada medreselere büyük önem veren Nureddin Zengi tarafından inşa ettirilmişti. Mısır'da ise, Eyyubilerin kurucusu büyük devlet adamı Salahaddin-i Eyyûbî tarafından yaptırıldı. Devletini Şîî Fatımî Devleti'nin enkazı üzerine kuran Salahaddin, yönetimi ele geçirdikten hemen sonra, Kahire'de, dört Sünnî mezheb üzere medreseler açtı. Maksadı 962-1171 yılları arasında bir asırdan daha fazla Şîî Fatımî Devleti'nin merkezi olarak kalan ülkesinde Şîî düşüncenin izlerini silmek ve Sünnî mezhebleri güçlendirmekti. O, Suriye'yi hakimiyeti altına aldıktan sonra Suriye'de  de yeni medreseler yaptırdı. Onun halefleri ve diğer devlet ricali, bu faaliyetinde onu taklit ederek büyük şehirlerde çok sayıda medrese inşâ ettirdiler.

Dolayısıyla, Mısır ve Suriye tahtını Eyyubilerden devralan Memlüklerin kurulduğu yıllarda ülkede pekçok medrese bulunuyordu. Eyyûbî devlet adamlarını örnek alan Memluk sultanları ve büyük emirler, medrese, cami, hangâh ve zaviye gibi her biri önemli kültür merkezi olan müesseseler inşa ettirmek hususunda birbirleriyle yarıştılar. Medreselerin müderrislerini bizzat kendileri tayin eden Memluk sultanları, müderris ve talebelerin ihtiyaçlarını karşılamak hususunda çok cömert davranırlardı.     

İçlerinden bazıları, bu medreselere giderek, zamanın meşhur alimlerinin vermiş olduğu dersleri takip ederlerdi.

Fıkıhla birlikte diğer dînî ilimler ve dil ilimlerinin de okutulduğu bu medreselerin ekseriyyeti, dört mezhebten birine ait fıkıh medresesi hüviyetini taşıyordu. Bazı medreselerde ise iki, üç, ya da dört mezhebin fıkhı birlikte okutuluyordu. Bu fıkıh medreseleri yanında, Daru'l-Kur'an ve Daru'l-hadis adı verilen Kur'an ve Hadis ilimlerine mahsus ihtisas medreseleri mevcuttu. Bu şekilde dini ilimler ve Arap dilinin okutulduğu medreselerin sayısı, Memlükler zamanında büyük rakamlara ulaşmıştı. Başkent Kahire'de, bazıları faal olmamakla beraber, 74 medrese mevcuttu. Makrizî'nin Kahire topoğrafyasına dair "el-Hıtat" isimli eserinde tanıttığı bu medreselerin mezhepler ve okutulan ilimlere göre dağılımı şöyleydi:

Şafiî medreseleri 14
Malikî medreseleri 4
Hanefî medreseleri 10
Şafiî-Malikî medreseleri 3
Şafiî-Hanefî medreseleri 6
Malikî-Hanefî medreseleri 1
Dört Mezheb medreseleri 4
Daru'l-hadis 2
Mezheb belirtilmeyenler 25

Memluklar zamanında diğer şehirlerde de çok sayıda medrese bulunuyordu. Hatta ünlü seyyah İbn Battûta, Mısır medreselerinin sayılamayacak kadar çok olduğunu söylemiştir.

Bu medreseler zengin kütüphanelere sahipti. Ayrıca pek çoğunun bünyesinde önce işaret ettiğimiz gibi yetim ve yoksul çocuklar için yapılmış mektepler mevcuttu. Bu medreselerde görev yapan müderrisler, okuyan talebeler ve orada görev yapacak hizmetlilerin her birinin ihtiyacı medreseye tahsis edilen gelirlerden karşılanırdı                

Kahire'deki Mansuriyye  ve Müeyyediyye medreselerinde tıp dersleri verildiğinin bildirilmesi bu medreselerin bazılarında, tıp ve diğer müsbet ilimlerin de okutulduğunu göstermektedir. Diğer taraftan Nuaymî'nin Dımaşk'taki 3 adet tıp medresesini tanıtması, az sayıda da olsa müstakil tıp okullarının bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Talebe mevcudu, medrese binalarının ve vakıf gelirlerinin kapasitesine göre değişiyordu. Memlükler zamanında görüldüğü şekilde sayıları oldukça artan medreseler, ilim ve te'lifle uğraşan yeni nesillerin yetişmesine ve yoğun bir ilmî faaliyete zemin hazırladı. İslâmî ilimlere yeni bir altın devir yaşatan dönem alimleri, sahalarında yerleri doldurulamayan kıymetli eserler kaleme aldılar.

Diğer taraftan, Osmanlı ilmî muhitinin teşekkülünde, Memlük medreselerinde yetişen alimlerin büyük katkıda bulundukları görülmektedir. Bu alimlerin başında, Orhan Bey zamanında açılan ve ilk Osmanlı medresesesi olan İznik medresesinin ilk başmüderrisi, Davud el-Kayserî (ö. 1350) gelmektedir. Tahsilini Mısır'da tamamlayan bu alim, başmüderrislik görevini 20 yıl sürdürmüş, ilmî şahsiyetiyle talebeleri üzerinde etkili olmuş ve tasavvufun Osmanlı ülkesinde kolaylıkla benimsenmesini sağlamıştır. Onun gibi tasavvufun yayılmasında etkili olan meşhur Osmanlı alimi Şemseddin Fenâri de yüksek tasilini Mısır'da yapanlardandı. Dımaşklı meşhur kırâat alimi İbnü'l-Cezerî, Bursa'da 4 yıl kalmış, bu sürede çok sayıda talebe yetiştirmişti. Osmanlı ilim yıldızlarından Molla Güranî de, tahsilini Memlük medreselerinde tamamlamıştı.

 Câmiler

Asr-ı Saâdet'ten itibaren aynı zamanda bir ilim merkezi olan camiler, sadece eğitim ve öğretim faaliyetini yürüten medreselerin ortaya çıkmasından sonra da bu fonksiyonunu devam ettirdi. Medreselerin son derece yaygınlaştığı Memlükler döneminde de ülkenin büyük câmileri, dînî ilimlerin okutulduğu önemli medreseler durumundaydı. Câmi ve mescidlerde kurulan ders halkalarına, talebeler yanında normal cemâatten kimseler de katılabiliyordu. Bu bakımdan herkese açık birer öğretim kurumu özelliği taşıyor ve bütün halkın aydınlatılmasına katkıda bulunuyordu.

İslâmî fetihlerin ardından Mısır'da inşâ edilen ilk câmi olan Amr b. As Câmii'inde Memlükler zamanında fıkıh öğretimi yapılan 8 ders salonu bulunuyordu. İbn Tulun Câmii'nde ise dört mezheb fıkhı yanında, tefsir, hadis ve tıp dersleri veriliyordu. Sultan Baybars tarafından tamir ettirildikten sonra yeniden açılan Ezher Camii de, ilim meclisleriyle meşhurdu.Hakim Camii'nde, dört mezheb fıkhı yanında hadis ve nahiv dersleri veriliyordu.

Büyük câmilerden olan ve dört mezheb fıkhı okutulan Müeyyediyye'yi inşa ettiren Sultan Şeyh el-Müeyyed (1412-1421), İbn Hacer gibi bazı müderrislerin derslerini zaman zaman bizzat dinlerdi. Âmir câmii, Kur'an-ı Kerim, Kur'an ilimleri, fıkıh, hadis ve nahiv ilimlerinin okunduğu, vaaz ve zikir halkalarının kurulduğu önemli merkezlerden biri idi.

 Hangâh, Ribat ve Zâviyeler

İslam tasavvufunun altın çağını yaşadığı Memlükler zamanında, tarikatlara ait müesseselerin sayısı da son derece artmıştı. Sultanlar, emirler ve büyük tüccarlar, tekke ve zâviye inşaatında sanki birbirleriyle yarışmışlardı. Sûfilerin barındığı ve tarikat âdâbını yerine getirdiği bu müesseseler, bir ibâdet ve zikir yeri olmanın yanında, zengin kütüphaneleri ihtiva eden birer eğitim-öğretim kurumu özelliğini taşıyordu. Buralarda tasavvufla birlikte diğer dini ilimler de okutulurdu. Meselâ, Şeyhû Hangahı'nda dört mezheb fıkhı, hadis, kırâat ve tasavvuf,  400 sûfî ve l00 askerin barındığı Baybars el-Çaşngir Hangâhı'nda ise hadis dersleri veriliyordu. Kadınlara mahsus ribatlarda da, tasavvufi eğitim yanında, kadın öğretim üyeleri tarafından vaaz veriliyor ve fıkıh okutuluyordu. Bu ribatlardan biri olan Bağdâdiyye Ribatı, eşleri tarafından boşanan veya eşlerinden ayrılan kadınlara tahsis edilmişti. Bu kadınlar kocalarına dönene veya başka bir erkekle evlenene kadar burada korunuyorlardı.

Önemli birer öğretim yuvası olan bu müesseselerin sayısı oldukça fazlaydı. Makrizî, Kahire'de mevcut, 22 hangâh, 11 ribat ve 25 zâviye hakkında bilgi vermiştir. Memlükler dönemi fikrî hareketine damgasını vuran meşhur alimlerden bazıları, bu müesselerde görev yapmışlardır. Bu alimlerden İbn Haldun, Baybars Hangâhı şeyhliği yapmış, aynı vazifeyi yürüten İbn Hacer ise orada hadis imlâ ettirmiş; Şeyhûniyye Hangâhı'nda da fıkıh ve hadis dersi vermiştir. Şeyhûniyye şeyliği görevinde bulunan Muhyiddin el-Kâfiyeci de çok sayıda talebe okutmuştur. Suyûtî ve Bedreddin Aynî Berkûkiyye; Abdülbâsıt el-Hanefî ise Şeyhûniyye Hangâhı sûfilerindendir. Uzun bir süre müderrislik ve hangâh şeyhliğinden sonra Kahire dışında yaptırdığı zaviyesine çekilip bütün ihtiyaçlarını bizzat karşıladığı talebeleriyle meşgul olan Burhaneddin İbnâsî de bunlardan biridir.

el-Ezher’de Eski Eğitim-Öğretim Merhaleleri

el-Ezher’de eski eğitim metodu klasik ve basit bir şekilde devam etmekteydi. Bu sistem neredeyse tamamen fıtri olarak takva ve dine ihtiram temelleri üzerine kurulmuştu. Her şey el-Ezher şeyhinin iki dudağı arasına bırakılmıştı. Şeyh idarî işler ve eğitimin bü-tün konularında karar verirdi. En küçük öğrenciden en büyüğüne kadar tüm personel şeyhin emirleri ve buyruklarına bağlı kalarak eğitim ve öğretimde oluşan sıkıntıları gidermeye çalışırdı. O dönemde öğrencilerin el-Ezher’e girişinin ve mezuniyetlerinin belli bir zamanı yoktu.

Bu dönem eğitim-öğretim açısından üç merhaleye ayrılmaktaydı:

1. İlk etapta öğrenci heceleme, okuma ve yazmayı öğrenirdi. Ayrıca öğrendiklerinin üzerine uygulama yapabilmesi için tedrici olarak önce bir cüz Kur’an’ı ezberler, onu yazmak suretiyle öğrendiklerini uyguladıktan sonra ikinci bir cüzü ezberlerdi. Bu şekilde Kuran’ın tamamını bitirirdi. Öğrenci bu dönemi iki veya üç sene içinde tamamlayabiliyordu. Bu merhale bittiğinde kişi okuma-yazmayı öğenmiş ve Kuran’ı da ezberlemiş oluyordu.

2. Hocanın gözetiminde kompozisyon, kolaydan zora doğru öğretilirken, diğer taraftan fasih Arapçayı konuşuyor ve anlıyor olmasına dikkat edilirdi. Özellikle Kuran’dan okuduğu veya dinlediği ayetleri anlamasına bakılırdı. Aynı zamanda öğrenci, ezberleyip anlamını öğrendiği Kuran’ı hayatında uygulamaya çalışırdı. Genelde öğrenci ikinci merhaleyi on iki yaşlarında bitirmiş olurdu.

3. Üçüncü devre, alet ve İslami ilimlerin okunmasıyla başlar ve fen ilimleriyle bitirilirdi. Bu dönem lise ve yüksek okul seviyesinde olmasına rağmen, diploma verilmez ve devlette herhangi bir vazifeye sahip olunmazdı. Her şey onun kişisel çabasına bağlıydı. Öğrenci kendi isteğine bağlı olarak kendisini yeterli gördüğü zaman, el-Ezher camisine veya başka bir mekânın köşesine çekilip ders vermeye başlardı. Öğrenciler onun derslerini beğenip takdirlerine şayan olduysa hocalarından icazet alır, aynı yerde veya başka bir mekânda tedrisata devam ederdi. 

Ezher’de hocalar veya kurum tarafından verilen “icâze”lere hocanın kendisi özel bazı notlar ekleyebilirdi. Bazen sadece bir ilimle icaze verilirken, bazen de birkaç ilimle alakalı verilir ve öğrencinin konu hakkında yeterli ilmi donanıma sahip olduğu rapor edilir di. Aynı zamanda söz konusu belgenin fahri olarak verildiği de görülmüştür. Bu uygulamanın el-Ezher’de ilk asırlardan başlayıp son zamanlara kadar devam ederek geldiği rivayet edilmektedir.  

Ezher’in bu güne kadar ulaşıp varlığını devam ettirmesi kolay bir durum değildir. Sürec dikkatle incelendiğinde onun değişime uğramasının belirli nedenlere bağlı olarak gerçekleştiği görülecektir. Bunların başında Batı'nın maddi gelişmesine bağlı olarak gerçekleştiği eğitimsel atılımlardır. Ancak Batı’nın imkânlarına sahip olabilmek her açıdan kurtuluşa ermek demek değildir. Görüleceği üzere dünya islam medeniyet havzalarının bozulmalarının ,geri kalmalarının  önemli bölümünde batının müdahalesi, müslümanların geri kalmalarının nedenin doğru tesbit edememelerinden kaynaklandığını düşünüyoruz. Yukarıda geçtiği üzere el-Ezher çok eski bir kurum olması hasebiyle ona has bazı sıkıntılar olması gayet doğaldır.

 

KAYNAKÇA

1- Prof. Dr. Zeki Tez  İslam'ın Batı Cephesi  Hayy Kitap 

2-Bedrettin Basuğuy Salahaddini Eyyubi Devrinde İlmi Faaliyetler  

3 - 2. Abdulhamit ve Mısır Kuşatılmış Vatan   Dr. Ramazan Balcı  

 4- Suriye ,Mısır ve Anadolu Medreseleri (15. Y. Yıl Ortalarına Kadar)

5-Ortaçağ Kahiresinde Bilginin İntikali  Jonathan P. Berkey  Klasik Yay.    6- İslam Dünyasının Çağdaşlaşma Serüveni (Hint Alt Kıtası, Mısır Diyarı ,Türkiye Modernleşmesi )  

7-Onuncu Yüzyılda  İslam Medeniyeti  Adam Mez Tarih Yayınları

Bu yazı toplam 3817 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.