Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler / Köşe Yazısı - Hasan UYAR

15.02.2017 06:53:25
Hasan UYAR

Hasan UYAR

Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler

1-) Rasim Özdenören tarafından kaleme alınmış,  ilk baskısı 1985 yılında yapılmış olan kitap, yazarın ifadesiyle, 9. baskıda temel metne dokunulmadan,  gereksiz ifadelerin silinmesi ve kimi yerlerdeki zaafların giderilmeye çalışılmasıyla yeniden düzenlenmiştir. Son kertede dahi yazar olması gereken metne ulaşamadığını ifade ederek, bu metnin kendi indinde sakat doğmuş bir çocuk mesabesinde olduğunu,  bundan dolayı da daha çok ihtimama ve şefkate layık görüleceğini söylemektedir. Kitap dört bölümden oluşuyor. Yazarın 70’li yıllar ve 80’li yılların başında yazmış olduğu denemelerin derlenmesinden meydana gelmiştir.  Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca ‘Davam’ adlı kitabında şu soruyu bizlere soruyor; ‘ İslam Nedir?’ İslam’ı bildiğimiz zaman İslam ve diğer dinleri birbirinden ayırabileceğiz. İslami bildiğimiz zaman Müslümanca düşünmeye çalışacağız

2-) Batılı ve Müslüman kafa yapısı ayrımını yapamamanın sonucunda ortaya çıkan problemleri, bizim problemlerimizmiş gibi ittihaz etmek anlayışının sakat bir anlayış olduğunu ifade etmektedir. Çünkü batılı kafa yapısının ve Müslüman kafa yapısının düşüncelerini farklı argümanlar üzerine inşa ettiklerini, hayata ve yaratılmışlara da bu argümanları dikkate alarak baktıklarını söylemektedir.  Batılı kafa yapısının hasılası olarak ortaya çıkan modernizmin sorunlarına İslami çözümler üretilemeyeceğine vurgu yapılmakta ve var olan problemlerin bu ayrım yapılmadan çözülemeyeceği söylenmektedir. Müslümanların karşısına çıkarılan problemlerin düzmece problemler olduğu söylenmekte ve Müslümanca bir hayatın inşa edilmesiyle bu düzmece problemlerin ortadan kalkacağına dikkat çekilmektedir. Çünkü ortaya çıkan problemler Müslümanca bir yaşantının ürünü değildir.

3-) Yabancılaşmanın bir başka yüzü ise bireyciliktir. Batılı kafa yapısı insanoğlunu bireysel bir yaşam anlayışına itmekte, kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, başının derdine düşmüş, yetinme duygusunun yerini daha çok edinme ve doymazlığın aldığı bir insan profili meydana getirmektedir.

4-) İnsanlığın yeni tabusu olarak tavsif edilen bilim, insanın hür düşüncesi karşısında duran demirden bir kösteğe benzetilmiştir. Bilimin insanoğlunu yalnız ve ancak kendi bildikleriyle sınırlandırdığına, her şeyi kendi düşündüğü gibi düşünmesi gerektiğini salık verdiğine dikkat çekilmiştir.

5-) Rönesans’ı aslında, Batı’da Hristiyanlığa karşı bir dinsizlik gayretinin sonucu olarak görmektedir. Doğmalara karşı ( batıda kilisenin ürettiği ) savaşa çıkan insanın aslında ve neticede kimlik değiştirmiş yeni bir doğmayla karşı karşıya kaldığı söylenmiştir. Öncesinde kilise otorite iken onun yerini, yeni otorite olarak bilim almıştır.

6-)  Batılı kafa yapısıyla hayata bakan/bakma yanlışlığına düşen Müslümanların da bilimin tasdik etmediklerine şüpheyle bakışı ya da kendi gerçeklerini bilimsel çerçevede ifade etme çabaları eleştirilmektedir.

7-) ‘Din adamı’ kavramı. Hristiyanlığın tahrip edilmesine ve ‘din adamları’ olan rahiplerin kendilerini ‘tanrı’ konumuna  geçirmeleri  sebep olmuştur. Bu sebep günümüz Müslümanları olarak bizim için de bir tehlikedir.  “Din adamı” sözünün Müslümanlar arasında  yaygın olarak kullanılmaya başlaması ve kabul görmesi bir başka kültürün dilini kabullendiğimizin bir göstergesi olarak sunulmuştur. Din adamı, dini ibadetlerimiz, dini günler vs. ifadelerin altında örtülü olarak dini, dünya işlerinden ayrı gören bir telakkinin varlığının yatmakta olduğu tehlikesine  dikkat çekilmiştir. TV’lerde fazlasıyla Müslüman ‘din adamı’ var

8-) Haz peşine düşmüş, rızık kaygısıyla günlerini geçirmeye çalışan bir topluluk karşısında ilahi emirlerin kıymeti har biyesinin kalmamasının materyalisttik düşünme tarzının dışına çıkamamaktan kaynaklanmasının neticesi olarak görülmüştür. Materyalist düşünme tarzından kurtulamayan Müslümanların da bu hastalığa duçar olacağı söylenmiştir.

      9-) Çağımız Müslümanlarına, İslam’a Müslümanca bir bakış yerine, bir müsteşrikin kutsal içeriği boşaltılmış, dünyevi ve cismani bir anlayışla doldurulmuş profan bakışının yerleştirilmeye ve dayatılmaya çalışıldığı tehlikesine dikkat çekilmiştir. Zihnimizi müsteşrik mantığın ortaya attığı bu tür bulanıklıktan kurtarabilmenin yolu olarak da İslam’ı ancak kendi ilkeleri içinde düşünmek çözüm olarak gösterilmiştir.   

 

       10-) Müslüman çağı tanıyıp yaşadığı problemlerin çözümünü Kur’an ve Sünnetten almalıdır. İslam bir hayat biçimidir. Hayatımızın her alanında İslam vardır. Siyasetten ekonomiye, edebiyattan sosyolojiye. İslam’ı bir bütün olarak düşünüp meseleleri bu bütün içinde ele almamız lazım. İslam sadece namaz, oruç, hac, zekât evden camiye, camiden eve gitmesini sağlayan bir din değildir. Hayatımızın her alanında müdahildir.  Şeriati ne güzel söylemiş ‘bir yerde kan akıyorsa ve birisi sizi ibadete çağırıyorsa biliniz ki o haindir’ yazarda ‘Kişisel sorumluluklarını yerine getirirken küfrün ve zulmün aleti olmaya devam eden bir Müslümanda İslami bir bilincin varlığından bahsedilemez.

 

      11-) Kuram-eylem bütünlüğüne dikkat çekilerek,  “Benim babaannem de hacı.” Kur’an ve siyer tamamen bir teori-eylem bütünlüğü üzerine kuruludur. Batı düşüncesinde eylem selliğin vazgeçilmez bir yer tutmadığını ama İslam düşüncesinde genelde görüşlerin pratiğe aktarılmasının hep söz konusu edildiği,  pratikte geçerliliği söz konusu olmayacak hususlar üzerinde fikri spekülasyonlardan kaçınmanın ilke olarak benimsendiği söylenmiştir.

 

      12-) Asr-ı Saadette kötü bir dünyada yaşayan Müslümanların, kendilerini o dünyanın kötülüklerini sineye çekmek zorunda hissetmediklerini, aksine kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincinde olarak kötülüklere müdahale ettiklerini, böylece kötü bir dünyada yaşamalarına rağmen iyi bir Müslüman olarak kaldıklarını söyleyerek, çağımız Müslümanlarına kötü bir dünyada iyi bir Müslüman olarak kalabilmenin reçetesi Asr-ı Saadet’ten ilham alınarak sunulmuştur. Ama reçetenin uygulanabilmesi için Müslümanların öncelikli olarak kötü bir dünyada yaşadıklarının bilincinde olmaları gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ancak bilinçli bir Müslüman yaşadığı dünyanın kötü veya iyi olduğuna karar verebilir. Bilinçli bir Müslüman olabilmek için de kişisel sorumluluklarının  ( namaz, oruç, zekat, hac ), ötesinde bulunan hususları da yapıp ettiklerine bakmaları gerekiyor. Kişisel sorumluluklarını yerine getirirken küfrün ve zulmün aleti olmaya devam eden bir Müslümanda İslami bir bilincin varlığından bahsedilmez.

 

      13-) Günümüz Müslümanlarının ihtiyaç duymadıkları malları satın almak zorunda kalmaları, kapitalist baskının dayatmalarına yenik düşmek olarak değerlendiriliyor. Müslümanları kapitalizmin elinden, kurtulmasının “bir lokma, bir hırka” telakkisinin işlevsel hale getirilmesi ile mümkün olacağı söylenerek, “ bir lokma, bir hırka ” telakkisinin aslında insanların zengin olmaları için çalışmalarına engel olmadığına vurgu yapılıyor. Müslümanları ihtiyaç duymadıkları malları almaktan alıkoyan israfın Müslümanlarda bilinçli olarak uygulanır haline gelmesi gerekmektedir. Reklamın, modanın ihtiyaç olarak dayattıklarıyla değil de, gerçekten ihtiyaç olanlarla yetinilerek kapitalizme karşı çok izzetli bir duruş gösterilebilir. Müslümanlar olarak problemlerimizin asıl kaynağı hayata Müslümanca bir kafa yapısıyla bakmak ve sonrasında İslami bir bilinci tam anlamıyla idrak etmiş, kendi hayatında bunu müşahhas aştırabilmiş bilinçli Müslümanlar olabilmektir. Batılı kafa yapısının hasılası olan modernite ve diğer yaşam modelleri karşısında dik bir duruş gösterebilmek ve Allah’ın halifesi olarak yeryüzünde görevimizi icra edebilmek için bizlere rehber olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim ve bizler için en güzel örnek olan Peygamber aleyhisselâm’ın sünnetinin hayatımızda pratiğe aktarılabilmesi gerekmektedir.

 

14-) Mevcut hayat tarzını reddedemeyen Müslüman, farkında olmadan kendisini reddediyor ve kendi değerlerine yabancılaşıyor. Mevcut hayat tarzı içinde, insan, kendini eşyaya hükümran sanmaktadır. Fakat aslında eşyanın kendisine hükümran olduğunu bilmemektedir. Her fert, kendi ekonomik bağımsızlığını hissetmemektedir. Eşya hevesi gitgide artmaktadır, fakat bu hevesine bir sınır çekmeye gücü yetmemektedir, daha doğrusu bu hevesi için bir sınır olabileceğini tahayyül edememektedir. Çok sayıda küçük küçük ilahları var da, bu ilahlara taşındığının farkında değildir. Çünkü "kul"luğunun farkında değildir, unutmuştur. Müslümanlar halen dünyanın her yerinde kendilerine ait olmayan bir hayat tarzı içinde yaşamaktadırlar. Fakat hakkını vererek yaşayan bir Müslüman için ibadet olmayan, ibadet hükmüne geçmeyen hangi davranış vardır? Allah'tan başkasına kulluk edeni Allah her şeye kul eder. Benim hiçbir putum yok' diyen biri bile, eninde sonunda kendi zatını putlaştırmıyor mu? İslam'ın doğruları başkalarının yanlışlarına olan bir tepkiden doğmamıştır. İslam öyle bir dindir ki, yürek kabul eder, inkâr eden dildir.( Ebu Talib) Müslüman, çağın gözü ile İslam'a bakmaz, İslam'ın gözüyle çağa bakar.

15-)Müslümanca davranış, bazı temel ilkelerde, kişiyi kendisiyle yalnız bırakır, başkalarının hangi eğilimde olduğu hesap-dışı tutulur. Yani kişi hak bildiği yolda, başkalarından yardım beklemeden, başkalarının ne diyeceklerine aldırış etmeden, kararını o yönde oluşturur ve bir başına yola çıkar.( Don Kişot misali)

16-) Problemlere ve sıkıntılara Müslüman bir kafa yapısı ile yaklaşılması gerektiğini, eğitim sistemi ve insanların yetişme tarzları genelde batı kafası ile olduğundan bizim problemlerimizi batı kafası ile yorumlamamızın yanlış olduğunu ifade etmektedir. Batı Kafası ve Müslüman kafasının düşünce sistemi/argümanları birbirinden çok farklıdır. İslam günümüzde gerici tarzı ifadelerle batı tarafından küçümsemekte, alay edilmekte, başta Müslümanlar olarak zihinlerimiz de İslam’ı daraltmaya, yanlış tanıtmaya çalışmakta vb. yazar ayrıca ortaya çıkarılan birçok düzmece problemin Müslümanca bir yaşantının ürünü olmadığını vurgulamakta Müslümanca düşünmeye başladığımız zaman herhangi bir problemin ortaya çıkmayacağını ifade etmektedir.

17-) Halen beş milyara yakın insanın yaşadığı yeryüzünde, başka hiçbir ek faaliyete gerek duyulmaksızın mevcut nüfusun on mislini besleyebilecek seviyede bir üretim yapıldığı halde, milyonlarca insanın açlıkla pençeleştiği söylenirse ortada bir bozukluğun var olduğunu İleri sürmek için zeki olmak şart değildir.

18-) Üreticilerin, fiyatları düşürmemek için piyasaya mal arz etmekten kaçınıp stoklama yolunu tercih ettikleri bir dünyada, bir kısım insanların çıplak gezdiğini görünce, bu işin içinde bir bozukluk olduğunu söylemek için ekonomi tahsil etmeye gerek de yok. Kaliforniya’nın portakal bahçelerinde portakal toplamaya çıkmış yüzbinlerce tarım işçisinin günde üç portakal karşılığında bütün gün çalışmaya mecbur bırakıldıkları için karınlarını doyuramadıkları, fakat bahçe sahiplerinin fiyatları düşürmemek için  toplanan portakalları denize döktükleri bir dünyada, bir bozukluk olduğunu görebilmek için Kaliforniya’ya portakal toplamaya gitmiş olmamız da gerekmez.

19-) Afrika’da, Hindistan’da, Güneydoğu Asya’da, Güney Amerika’da, açlıktan kemikleri çıkmış bebelerin resmini çektirmek için yanşa giren ve bu yarışta binlerce lirayı bir kalemde sarf edebilen gazete ve dergilerin bulunduğu bir dünyada, en aç insanın fotoğrafını çeken foto muhabiri altın madalya ile taltif edilirken, fotoğrafı çekilen aç bebenin sırtından para kazanabilen becerikli gazeteciler tebriklere boğulurken, aç insanların kendi halleriyle baş başa bırakılmasında bir bozukluk olsa gerek.

20-) Yoksul çocukları esirgeyip korumak adına düzenlenen balolarda, göbekleri yeterince şişmiş adamların sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın vakit geçirirlerken, bu çocukların okuma kitaplarım nasıl satın alabileceğinin hesabının yapıldığı bir dünyada bir bozukluk var demektir.

21-) Aç kalma tehlikesiyle nüfus planlaması yapmak için teşkil edilen ekiplere binlerce liralık harcırahlar tahsis edilip bir o kadar hastane ve doktor masrafına kazanılırken, doğmamış çocukların rızıkları yüzünden uykuların kaçtığı dünyada bir bozukluk olsa gerek. Doğmuş çocuğu beslemek için sarf edilecek paranın ana rahmindeki çocuğun doğmaması için sarf edildiği bir dünyada bir bozukluk, bir terslik var demektir.

22-) Daha en az kırk milyar insanın rahatlıkla barınabileceğinin hesaplandığı bir dünyada, kırk katlı binaların yapılmasına rağmen insanların mesken sıkıntısından şikâyetçi olmaları önlenemiyorsa, burada da akla aykırı bir düzenin işlediğinde şüpheye düşmemeli.

23-) Okullarında çocuklarına cinsel eğitimin verildiği ülkelerde ve en çok bu ülkelerde, akla gelmez sapıklıkların yaygın biçimde yerleşmiş olması vakıası ile ırza tecavüz olaylarının, alkolizmin, klinik akıl ve ruh hastalıklarının yoğunlaştığının görüldüğü bir dünyada, bu işlerin düzenlenmesinde de bir bozukluğun olduğunu kabul etmek gerekecektir.

24-) İletişim araçlarının geçmişin hiç bir döneminde görülmediği biçimde çoğaldığı ve günlük hayatımızı doğrudan etkilediği bir dünyada, insanların fertler olarak iletişimsizlikten bu kadar yakındığı bir tablo ile karşılaşılıyorsa, bu işte de bir bozukluğun olduğunu teslim etmek zorundayız demektir.

25-) Sözgelimi giyim kuşam modasına bakalım. Moda denilen vakıanın kökeninde tekstil sanayicilerinin parmağının olduğunu biliyoruz. Hatta diyelim ki, moda olgusu Batı iktisadiyatının kendi telakki tarzı içinde kaçınılmaz olarak ortaya çıktı. Şimdi bir takım “moda merkezleri” de bu “kaçınılmaz” durumdan yararlanmak isteyen bazı açıkgözlere fırsat sağladı. Meselenin kökenindeki bu durumu bir kenara iterek günümüzdeki her türlü moda etkinliklerine bakarak değindiğimiz iki kafa yapısı arasındaki farkı gözlememiz imkân dâhilindedir. Kâğıt üzerinde özgürlük edebiyatı yapan Batı insanının, sırf moda etkinlikleri çerçevesinde bile insanı metalaştırdığı görülebilir. Şimdi bir meslek olarak benimsetilmeye çalışılan mankenlik bu kafa yapısının uzantısıdır. Böyle bir mesleği ortaya koyan zihniyetin İnsan haysiyeti konusundaki fikirlerini almak ilgi çekici olurdu. İslam, her hususta olduğu gibi giyim kuşamda da sadeliği değil de, gösterişi öngörmüş olsaydı bile, Müslümanlar arasında giyim kuşam teşhirciliği böyle bir noktaya ulaşmazdı. Getirilen ahlâk yapısı bunu önlerdi çünkü.


26-) Batı insanının kafa yapısı keyif için bitkiler ve hayvanlar üzerinde yaptığı denemelerle gayri tabii mahlûklar üretmeye başladı. Kokteyl yaratıklar diye adlandırılan bu hayvancıklar, iki ayrı hayvanın aynı bedende birleştirilmesiyle üretiliyor. Böylece yarısı tavşan öteki yarısı kedi olan hilkat garibesi türler elde ediliyor. Aynı şekilde, bazı çiftliklerde kimyasal maddeler katılarak gerçekleştirilen sun’i döllenmelerle benzeri olmayan hayvanlar elde ediliyor. Bu tür denemelerle kulaksız, burunsuz, anadan doğma tüysüz, görünüşleri hemcinslerinden çok farklı, bazılarının ön ayakları, bazılarının arka ayakları kısa ve her halükârda böyle yaratılmış olmaktan ıstırap çeken köpekler üretilmiş. Ne için? Sırf, bu köpeklere sahip olmak suretiyle başkalarından farklı görünmek isteyen, böylece meta haline getirilmiş olduğunu unutarak tatmin arayan insan için. İlgi çekmenin, başkalarından farklı görünmenin yolu böyle aranıyor. İmdi bir Müslümanın böylesi bir uygulamayı tecviz edebileceği akla gelir mi?


27-) Batı insanının konfor arayışı da onun gündelik hayatının bazı zorunluluklarından kaynaklanmaktadır. Aslında görünen şaşaanın maskesi kaldırılırsa Batı insanının tam bir şaşkınlık yaşadığı ve acınası bir durumda olduğu kolayca görülür. Bütün o elektronik zımbırtıların altında, bu insanın dramı yatmaktadır. Yalnızlaşan, yabancılaşan, meta haline dönüştürülen bu insanı “kendine yeter” hale getirme çabalarının ürünü olan bu elektronik buluşlar insanı gitgide daha yalnız, daha yabancılaşmış bir ortama sokmaktan başka işe yaramıyor.

28-) Asabi ve celadetli bir mizaca sahip olan Hz. Ömer Rasulullah’ın irtihali esnasında: “Kim, O öldü derse boynunu vururum” diyordu. Hz. Ömer ancak Hz. Ebubekir’in O’na diri ve kalıcı olanın Allah (cc) olduğunu Rasulullah’ın ise sadece kul olduğunu hatırlatarak “Bütün nefislerin ölümü tadacakları” na dair ayet-i kerimeyi okumasıyla toparlanabilmiş ve ancak o zaman hakikate teslim olabilmişti. Hz. Ebuzer servet biriktirilmesine şiddetle karşıydı. İnsanları ellerine geçeni dağıtmaya teşvik ederdi. Hz. Osman’ın hilafeti zamanında ondan kişilerin ellerindeki serveti dağıtmaları hususunda devlet gücünün çalıştırılmasını talep etmişti. Fakat Hz. Osman, zekâtını verdikten sonra geriye kalan servetini dağıtması hususunda insanların zorlandığına dair Allah Resulünden herhangi bir sünnet intikal etmediğini söyleyerek, Hz. Ebuzer ’in teklifini reddetmişti. Böylece kişisel cömertlik ve takva haliyle, şeriatın ölçüsü tefrik edilmiş oluyordu.

29-) Müslümanları öteki din mensuplarından ayıran en önemli niteliklerden biri de her amelini, her davranışını “Allah Rızası” için ifa etmesi gerçeğidir. Müslümanın gayesi “Allah’ın Rızasını” kazanmaktır. Halen materyalistik bir bazda işleyen bir kafa yapısının önümüze getirdiği ve gerçekleştirmesini istediği hususların hiçbiri Müslüman için asgari bir düzeyde bile herhangi bir gaye değeri taşımaz. Materyalistik düşüncenin bize gaye diye gösterdiği her şey İslami bir hayatın sonucundan ibarettir. Ayrıca şu inceliği de belirtmek gerekiyor; Karşılık beklemeden amellerini sırf Allah Rızası için işleyenler, Allah’ın vadettiklerini umarak amel işleyenlerin umdukları bütün nimetlere ulaşırlar, belki biraz fazlasını da!

30-) Nice âlim vardır ki onları ilim bozmuştur. İslam’ın bir inanış ve yaşayış tarzı olarak öngördüğü hükümlerle amellerimizi icra ederken, bu hükümlerdeki hikmeti İslam’ın bütününü gözeterek anlamaya çalışmamız gerekiyor.

31-) Müslüman bir yandan namaz kılar, orucunu tutarken, bir yanda da küfrün ve zulmün aleti olmaya bilerek veya bilmeyerek devam ederse, onda elbette belli bir bilincin bulunduğundan bahsedilmez.

 

32-) Hayvanların filozofu merkep, Orwell’in “HAYVAN ÇİFTLİĞİ” adlı satirik romanında şöyle konuşur: “Allah bana sinekleri kovmam için kuyruk vermiş” der ve hemen arkasından ekler; “fakat ne sinekler olsaydı nede kuyruğum.” Burada hem felsefe ile istihza edilmekte, hem miskin bir ruh hali sergilenmektedir. Ayrıca miskin ruhların birtakım bahanelerle nasıl oyalandıkları da inceden inceye vurgulanmakta: Merkep kendisine verilen kuyruğu harekete geçireceğine, birtakım yersiz varsayımlarla avunmaktadır. Felsefi düşüncede insanı harekete geçirici “cevher” yoktur. Şartlara müdahale etmekten sakınan insanlara zihin idmanı yaptırıyor sadece. Fakat bu zihin idmanı hayata yansımıyor. İnsanı sadece hayallerle (illüzyon) uğraştırıyor. Onu nihayet vehimlere götürüyor. Vehim, aklın kendi icadı olan fantezilerle, illüzyonlarla uğraşmasından başka bir şey değil… Buysa yerinde sayarak yürümek gibi bir şey. Hayat yerine hayatın taklidi. Batının kafa yapısı, dini de felsefe haline getirmiştir. Dinin hayatı sevk ve idare edecek yönünü iptal etmiştir. Marx, din afyondur, derken asıl bunu anlatmak istiyordu. Yani Hıristiyanlığın artık insanı harekete geçirici, sevk ve idare edici özünü yitirdiğini vurgulamak istiyordu.

Bu yazı toplam 3745 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.