DENGE GÖZETME İLE İSTİKAMET İLİŞKİSİ / Köşe Yazısı - Bilal AKGÜL

23.04.2016 10:39:26
Bilal AKGÜL

Bilal AKGÜL

 DENGE GÖZETME İLE İSTİKAMET İLİŞKİSİ

Yürüdüğümüz yolun güzergâhı kadar önemli bir hususta yolculuk için sahip olunan araçlardır, vasıtalardır. Bilinen bir kaidedir ki yolun meşruluğu, istikamet üzere olması kadar elzem olan bir husus da kullanılan vasıtaların meşruluğudur, istikamete uygun bir vuslata sahip olmasıdır.

Siyasi kulvarda olduğu kadar toplumsal ıslah çabalarında da zamanın ruhunun dikkate alınması, gücünün farkında olarak hareket edilmesi de, dengeleri gözetmek olarak görülür ki bunda şekilsel olarak bir problem görünmemektedir.

Öyle ki siyaset kulvarında verilen vaatlerin, yapılan çalışmaların, toplumsal karşılık bulmasında ülkenin ekonomik ve sosyal dengelerine uygunluğu birincil öneme sahiptir.

Yoksa salt verilen vaatleri sonuca taalluk eden bir gerekçe olarak gördüğümüzde, binde bir oy alanların vaatlerinin cazibesini nasıl değerlendireceğiz?

Yine hala gündemdeki yerini koruyan, dünya güç dengelerini gözetme adına kurulan iletişim (b)ağlarının, güçlerinin zirvesinde iken bile bu gücün kısa zamanda nasıl da tepe taklak olduğunu görme adına ibretlik bir tablo sunmaktadır. Dün, dengeleri gözetme adına kurdukları cümlelerin bugün arka planı ile ilgili ortaya çıkardığı sonuç, siyaset sosyolojisine önemli bir malzeme sunmaktadır.

Dengeleri gözetme ile hikmeti merkeze alan yaklaşımı aynı paralelde görmek bazı riskler taşımaktadır. Her denge çabasından hikmet devşirme çabası abesle iştigaldir. Davranışına kılıf bulmadır. İstikameti devre dışı bırakmadır.

Bireysel ve toplumsal ilişkilerinde hikmetli davranmayı mihenk taşı yapmak, istikameti kaybetmemenin de ön şartı hükmündedir. Öyleki müspet anlam yüklenecek dengeleri gözetme kavramı; ancak hikmeti ve istikameti merkeze koyduğu zaman olumlu bir karşılık bulacaktır.

Bununla birlikte denge gözetme kavramı beraberinde her zaman bir güven problemi taşımaktadır. Aidiyetin ön yargı oluşturma riski kadar, aidiyetsizliğin de güvensizlik riski oluşturacağı, bazen “Dimyad’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma’’potansiyeli taşıyacağı ve bu riskin hiç azımsanmayacak bir risk olduğunu belirtmek isterim.

Kanaatim, Nasreddin Hoca’nın mavi boncuk mevzusunun tam da yukarıdaki atasözüne tekabül ettiğidir. Öyle ki, muhataplarını araçsallaştıran denge gözetme (avcı olma) mevzuu, çoğu kez kişiyi av durumuna düşürmekten kurtaramıyor.

Peki, ne yapmalı?

Evvelen duruşunu, istikametini netleştirmeli, sahip olduğu araçlar hususunda şeffaf olmalı, ‘görünmeye çalışma’ yerine ‘neyse o olmalı’dır.

Bunun riskleri diyeceksiniz. Doğru. Oluşacak ön yargıları nasıl telafi etmeli?

Kınayıcının kınamasından çekinmemek, müminin temel vasılarındandır bu bir.

İkincisi, kişiyi Allah katında değerli kılan amelidir, işidir. Hangi mevkide olursak olalım, bizi var kılan değerlerimizi merkeze alarak, alanımızla, işimizle ilgili değer üretmek, bizi her halükarda başarılı kılacaktır.

Evet, başarılı kılar. İlahi rızayı merkeze koymuş bir kişinin kaybetmesi olur mu?

Müslümanların tarihinden ibretlik olayla bitirelim:

Sa’d bin Ebi Vakkas, İran’a sefere çıkar ve İran hükümdarı Rüstem’e Rabi’ bin Âmir adlı sahabe elçi olarak gider:

“Rüstem’in yanına vardığında, hiç görmediği şatafatlı bir manzarayla karşılaştı. Rüstem’in bulunduğu yer, nakışlı yastıklar, kadifeden halılar, inci ve yakutlar ve daha birçok ziynet ile süslenmişti. Rüstem altından yapılmış bir koltukta oturuyor, etrafındaki insanlar bir köle gibi kendisine hizmet ediyorlardı.

 Rabi’nin ise eski bir kıyafeti, eğri bir kılıcı, yer yer eğilmiş bir kalkanı ve çelimsiz bir atı vardı. Aslına bakılırsa, gördüğü şatafat Rabi’ bin Âmir’i hiç mi hiç cezp etmemişti. Bütün gördüklerine karşılık, onun da sarsılmaz bir imanı, yıkılmaz bir şehameti ve cesareti vardı.

Halılarla örtülü yere varınca atından indi ve hemen oraya atını bağladı. Silahı, zırhı üzerinde ve miğferi başında idi. Ona, “Silahını bırak.” dediler. O da, “Ben kendiliğimden buraya gelmedim. Böyle kabul ederseniz ne âlâ, yoksa döner giderim!” diye, gayet vakur bir cevap verdi. Orada bulunanlar, bu çelimsiz insandan çıkan cesurane sözler karşısında şaşırıp kalmışlardı.

Rüstem, “Bırakın onu.” dedi. Rabi’ ilerledi ve Rüstem’in yanına yaklaştığında mızrağını yere sapladı. Yerde ise ipekli yastıklar vardı. Mızrağın keskin ucu ipek yastıkları delip geçti. Etrafındakilerin fevkalade değer verdiği bu süslü yastıkların Rabi’ için hiçbir ehemmiyeti yoktu. Onun tek düşündüğü, elçilik vazifesini, İslam’ın izzetine uygun bir şekilde yerine getirebilmekti.

Rüstem, “Ne diyorsan, anlat bakalım.” dedi.

“Allah bize, dilediği kimseleri, kula kulluktan Kendisine kulluğa, dünya sıkıntılarından feraha çıkaralım, batıl dinlerinin zulmünden kurtarıp İslam adaletine ulaştıralım diye bir peygamber gönderdi. Kim bu dini kabul ederse bizden olur, biz de döner gideriz. Kim de kabul etmezse, Allah’ın vaat ettiğine kavuşuncaya kadar onunla savaşırız!”

Efendim, dengeleri gözetme, istikamet ve başarı mevzusuna bir de bu mesele çerçevesinde yaklaşalım. Vesselam.

Bu yazı toplam 2346 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.