HAREKETTE İTAAT-İSTİKAMET İLİŞKİSİ / Köşe Yazısı - Hadi HAN

20.05.2020
Hadi HAN

Hadi HAN

HAREKETTE İTAAT-İSTİKAMET İLİŞKİSİ

İslami çalışmaların-organizasyonların önündeki kadim problemlerden birisi güçlü bir teşkilatlanma ise, bunun oluşmasının önündeki temel bariyerlerden-engellerden birisi de itaattir. Peygamber (a.s)’ın hareketini dinamik, kuşatıcı, güçlü kılan unsurların başında itaat gelmektedir.

Bu konuyu araştırırken karşımıza ilk çıkan problem ise tarihteki ve günümüzdeki olumsuz örnekleri gündemleştirerek, kavramla ilgili toplumda oluş(tutul)an bulanıklık ve kafa karışıklığıdır. 15 Temmuz, FETÖ ve benzeri yapılar üzerinden kavram ile ilgili yapılan tahribat ve tahrifatlar, Kur’an’ın ve Peygamber (a.s) ‘ın hareketinin temel ayaklarından birinin akim kalmasına neden olmaktadır.

Yeni sömürge döneminde Batı’nın ılımlı İslam-siyasal İslam ayırımının, toplumsal uygulama sürecine girmediği müddetçe bireysel ibadet ve uygulamaların tehlike olarak görülmeyeceği telkinlerinin bu duruma bariz bir etkisinin olduğu açıktır. Temelde İslam’a bir bütün olarak karşı olan Batı’nın, (“Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır.” Bakara 120)  bu tür taktikleri nihai darbeyi vurmanın bir aşaması olarak gördüğünü belirtmekte fayda vardır. Zamanın ülke siyasetinde önemli rol oynamış bir kişisinin “Kur’an’ın bir kısım ayetinin zamana uygun olmadığı, hükmünün kalmadığına” dair beyanlarını hatırlayın. Unutmayalım ki İslam’la savaşın bir çeşidi de İslam’ın hükümleri üzerinde kafa karışıklığı yaratmak, algı yönetiminde bulunmaktır.

Olumsuz örneklerin bilinmesi veya kavramlarımızı istismar etmeye çalışanlara karşı uyanık olmak önemli olmakla birlikte, bu tür yaklaşımların insanları İslam’ın temel kavramlarından-değerlerinden uzaklaştırması ciddi bir soruna-probleme işarettir. İslam’ın temel emirlerinden biri birlik olmak, organize olmak, örgütlü olmak iken olumsuz örneklerden hareketle bu birliğin-gücün önüne geçilmeye çalışılması, büyük bir vebaldir. İfsaddır. Toplumun yozlaşmasının kapısını aralamaktır. Batı’nın değirmenine su taşımaktır.

Bu kafa karıklığının yarattığı bir diğer tehlike ise bireyselleşmedir. Kavramları tahrif edilen bir dinin sosyal ayağını kesen bir atmosfer, bireylerin-toplumun dini vecibelerini yerine getirmesine neden olacak alt yapıyı çökertmekte,  topluma karışmasını engellemekte, seküler bir dini anlayışın gelişmesine etkide bulunmaktadır. Bireyselleşen kitlelerin dünyevileşmesi, idealizminin ölmesi ise cabasıdır. Sömürü çarkının bir dişlisi olması içten bile değildir.

Peygamber (a.s) İslam’ın itikadi-ameli boyutunun gelişmesi için hayatı boyunca gayret göstermesinin yanında Müslümanların organize olmasına, hiyerarşik bir düzene sahip olmalarına, saflarının sıkı ve düzgün olmasına da önem verdiğini görmekteyiz. Cemaatle namaz kılma konusundaki hassasiyetten tutun, ordunun düzenine kadar attığı her adımda, yaptığı her görevlendirmede bu hassasiyeti gözettiğini görmekteyiz.

Ümmü Mektum Hazretlerini bilirsiniz. Âmâ olan sahabeyi... Ümmü Mektûm evi ile mescidi arasında hurmalıkların ve ağaçların olduğunu ve her zaman kendisini götürecek birilerinin bulunmadığını söyleyerek, Peygamber Efendimizden evinde namaz kılma izni istemişti. Hz. Peygamber, ezanı işitip işitmediğini sorduğunda “evet” demesi üzerine “Öyleyse gel!” buyurmuştu. (D552, D553, Ebû Dâvûd, Salât 46)  

Peygamber Efendimizin kanaatimizce salt namazın sevabından nasiplenme niyeti ile Ümmü Mektum’u teşvik etmediğini, Müslümanlarda organize olma, organize hareket etme, cemaat anlayışını güçlendirme, itaat davranışlarını geliştirme düşüncesinin de baskın olduğu kanaatindeyiz. Sonradan Ümmü Mektum ’un Medine’ye vali olacak bir mevkiye gelmesi, bu telkinlerin, taleplerin hem eğitim hem de teşkilatlanma boyutunda taşıdığı önemi ortaya koymaktadır.

İtaat-istikamet ilişkisi ile ilgili Uhud Savaşı’nda Müslümanların çıkaracakları birçok ders vardır. Birincisi karar alma sürecinde, ikincisi savaş esnasında, üçüncüsü düşmanın fırsat kollaması durumunda, dördüncüsü savaştan sonra olmak üzere dört aşamada meseleyi ele almaya çalışalım.

Sahip oldukları potansiyel, muharebe gücü Peygamber (a.s)’i savaşın Medine’de, bir savunma savaşı şeklinde olması konusunda bir kanaate sahip kılmıştı. Bir önceki savaşta müşriklere vurulan darbe, gençlerin talep etmesi, savaşın şehir dışında yapılması ile ilgili genel bir kanaat oluşmuştu. Peygamber (a.s.) savaşın Medine’de olmasını istemesine rağmen genel kanaat dışarıda olması yönünde olunca Efendimiz de tereddüt etmeden genelden yana tavır koymuş, sonradan gençler ısrarlarından dolayı kararı revize etme talebinde bulunmalarına rağmen, Efendimiz genelin taleplerine aykırı bir karara tenezzül etmemiştir. Bu bir.

İkincisi… Efendimiz savaş düzeni oluşturuyor. Uhud Dağı’nın eteklerine gelip, düşmanın dağın ön tarafına doğru konuşlandıklarını görünce, Efendimiz (a.s.) de en uygun bir şekilde askerlerini yerleştirmiş, stratejik bir konumu olan Ayneyn geçidine ise Abdullah b. Cübeyr komutasında elli okçu görevlendirmiş ve onlara şöyle talimat vermiştir: “Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin yaban kuşlar (akbabalar) tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.” (İbn Sa’d, Tabakât, c. 2, s. 47; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 293) Açık, kesin ve net bir emir…

Üçüncüsü her daim düşmanın Müslümanların saflarının zayıf halkasını gözettiği ve saflarda bir bozulma, bir dağılma, bir zayıf halka gördüğünde o noktadan darbeyi indirdiği ve zafer aşamasındaki bir muharebenin ciddi kayıplara neden olabildiğidir. Uhud savaşındaki bu durumun benzeri için verilebilecek o kadar çok örnek var ki. İslam düşmanlarının bugün yaptıkları çok mu farklı? Kavmiyet, mezhep, coğrafya, ihtiraslarımız,.. Bugün bölük pörçük olmamızın temel nedenleri değil midir?

Dördüncüsü… Savaştan sonra hiç kimse Peygamber Efendimizin gençleri “niye bizi ısrarla şehrin dışına savaştırdınız, savaşı kaybetmemize neden oldunuz” şeklinde bir telkinine, bir serzenişine şahit olmamıştır. Konuşulmuş, istişare edilmiş ve ortak bir karar alınmıştır. Ortak kararın sonuçları, karara ve istişarenin meşruiyetine halel getirmez. Müslümana düşen karar sürecinde aklıselim ile davranmak, çıkan ortak kararın gerekleri konusunda üzerine düşeni yapmak, sonuçta ise sürecin tamamının muhasebesini yapabilmektir.

Bu dört boyutu ile Uhud Savaşı ıslah organizasyonlarının üzerinde iyi durmaları gereken, istişarenin, lidere itaatin, ortak sesin ritmine uyum sağlamanın önemini ifade eden bir mekteptir aynı zamanda. Duygularla hareket etmenin, hırsın, nefsani duyguların Müslümanları nasıl bir duruma düşürebileceği ile ilgili bir mektep.. Salt iyi niyetin değil, aklıselimle hareket etmenin her daim ne kadar önemli olduğunu anlatan bir mektep.

Ara sonuç olarak şunları söylemekte fayda görüyoruz. Asrı Saadet’i ondan sonraki tüm dönemlerden farklı kılan en önemli unsur Peygamber Efendimize olan kesin itaattir. Bugün kanaatimizce o dönemin bir benzerinin yaşanmasının önündeki en önemli engel mevcut itaat anlayışımız, itaat kavramı ile ilgili zihnimizin sahip olduğu bulanıklıktır.

Efendimizin birçok konuda terbiye etmeye çalıştığı zamanın Arap toplumunu hiyerarşi-toplumsal düzenin önemi konusunda da birçok uygulaması olmuştur. Efendimizden konuyla ilgili temel bir hayat ilkesi: “Üç kişi olduğunuzda içinizden birini imam seçin”(Taberanî)

Mute savaşı sürecinde ordu komutanı konusundaki hassasiyeti de amirin dolayısıyla hiyerarşinin olmasının, bu düzene itaatin önemini ifade anlamında önemlidir. Resûl-i Ekrem kısa zamanda ortaya çıkan 3000 kişilik kuvvetin kumandanlığına sırasıyla Zeyd b. Hârise, Ca‘fer b. Ebû Tâlib ve Abdullah b. Revâha’yı getirdi. Bunlardan biri şehid olduğu takdirde diğeri kumandayı ele alacaktı; hepsi şehid düşerse Müslümanlar kendi aralarından birini kumandan seçeceklerdi. Nitekim hepsinin şehit olması üzerine Halid bin Velid komutayı alır ve uyguladığı taktiklerle düşmana ciddi bir zarar verir, orduyu sağ salim Medine’ye getimeyi başarırır

Hiyerarşiye, lidere itaat hem bireylerin hem de hareketin düşünsel istikameti üzerinde etkilidir. Hareketin yükünü omuzlarında taşıyanların beyanlarının, telkinlerinin dikkate alınmaması, gereklerinin yerine getirilmemesi içte çürümeye, fertlerde savrulmalara neden olur. Çürümeler belli bir süre sonra hareketin varlığını bile ortadan kaldırabilir. Yukarıda verdiğimiz örnekler organizasyon, teşkilatlanma ve zaferler kazanmak kadar istikametin mukimliği için de geçerlidir.

İslami kavramlarla düşünüp hareket eden fertler yerine Batı’nın kavramları ile düşünüp hareket eden Müslümanlar, her seferinde aynı delikten ısırılmaya mahkûmdurlar. Müslüman bir toplumun cemaat, infak, itaat, vakıf, sohbet kavramlarına nasıl bir anlam yüklediklerine baksanıza. Kur’an’da konuyla ilgili çok açık ayetler olmasına rağmen…

Sorunun temelinde İslami kavramlarla meselelerimize yaklaşamamak olmakla birlikte, görünen bir gerekçesi de iyi niyetli olmak, kuşatıcı olmak adına temel ilke ve hareket metodumuzdan taviz vermemiz, duygusal davranmamız, tutarlı ve ilkeli davranmamın aynı zamanda kitleleri eğitmenin bir yolu, yöntemi olduğunu aklımızdan çıkarmamızdır. Niceliği değil niteliği ve ilkeleri merkeze koyduğumuzda ancak nicelik konusunda da mesafe kat edebiliriz. Aksi durumunda ıslah organizasyonunun amacından sapıp, dinamizmini kaybetmesi içten bile değildir.

Bir zincirin en zayıf halkası kadar güçlü olduğu bilinci ile hareket etmemiz önemlidir. Mevcut halkaları güçlendirmeyi öncelemek, dinamizmini sağlamak her açıdan önceliğimiz olmalıdır. Unutulmamalıdır ki ıslah etme ancak kararlı, tutarlı bir duruş ile mümkündür. İlkelerinde kararlı ve tutarlı bir duruşu olmayan davet çalışmalarının ifsad etme, bozma potansiyelinin yüksek olduğunu belirtmek isteriz.

Konu ile ilgili bir kısım ayeti paylaşmakta fayda görüyoruz.

“İşte bunlar Allah’ın belirlediği sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederse Allah onu, içinde ebedî kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. İşte en büyük başarı ve kurtuluş budur.”(Nisa 13) “Peygamber’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de itaatten yüz çevirirse aldırma! Çünkü biz seni, onların üzerine bekçi olarak göndermedik.” (Nisa80) “Ey iman edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman onlara uyun. Şunu bilin ki Allah kişiyle kalbinin arasına girer. Sonra hiç şüphesiz, hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal 24) “Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Şayet yüz çevirecek olursanız bunun zararı sizedir. Çünkü Peygamberimize düşen Allah’ın buyruklarını açıkça bildirmekten ibarettir.” (Teğabün 12)

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirette gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.”(Nisa 59)

“Ülü’l-emr, “emir sahipleri, emir verme selâhiyeti taşıyan ve bu konumda olanlar yani âmirler” demektir. “...Sizden olan emir sahiplerine itaat edin” buyurulduğuna göre bunların belli kişiler ve makam sahipleri olduğu, iman ve dünya görüşü itibariyle Müslüman olanlardan seçildiği veya tayin edildiği, meşrû buyruklarında bunlara itaat etmenin Allah emri ve dinin gereği olduğu anlaşılmaktadır. İslâm dini, gerek kamu hayatında ve gerek özel hayatta bazı sıfat ve özellikleri taşıyan kimselere itaat edilmesini, onların buyruklarının yerine getirilmesini ve söylediklerine uyulmasını istemiştir. Başkan, aile reisi, kumandan, ana-baba, bilmeyenlere göre bilenler (âlimler) bunlardandır ve ülü’l-emr kavramına bunların tamamı dâhil bulunmaktadır. Kamu hayatındaki ülü’l-emr ya halife gibi ümmetin seçmesi ve biatıyla belirlenir –onun tayin ettiği yüksek dereceli memurlar da dolaylı olarak ümmetin belirlediği ülü’l-emr olurlar– ya da bir makamın tayinine gerek bulunmadan, taşıdıkları üstün vasıflarla bu yetkiyi elde ederler. Bu üstün vasıflar “İslâm, ilim ve adalet”tir. Bilmeyenler, Müslüman, âdil (kâmil ahlâk sahibi) ve âlim olan kimselere danışmak (fetva sormak) ve aldıkları cevabı uygulamak mecburiyetindedirler. Yöneticiler de –bilmedikleri konuları– bilenlere sormakla yükümlüdürler. Bu açıdan bakıldığında birinci derecede ülü’l-emr “âlimlerdir”, ikinci derecede ülü’l-emr ise “yöneticiler, âmirler ve kumanda mevkiinde olanlar”dır”-(kuran.diyanet.gov.tr)

Kendi kavramlarını gündemleştirmeden, sosyal hayatta yaşanılır duruma getirmeden bir dirilişten bahsetmek mümkün değildir. İtaat bu anlamda Müslümanlar arasında her boyutu ile canlandırılması, Kur’an ve sünnetin konu ile ilgili yaklaşımının bilinmesi, uygulanması gereken bir kavramdır. Yoksa kavramlarımızı seküler anlayışları ya da moda düşünceleri merkeze alarak getireceğimiz yaklaşım İslam toplumu olmanın önündeki önemli bir sorundur.

Mensubu olduğumuz topluma, camiaya, lidere ancak Kur’ân ve sünnet eksenli bir itaati, bir bağlılığı kavi kılarak erdeme, kemale mazhar olabiliriz. Aksi durumunda rüzgârın önündeki bir yaprak gibi savrulmamız, köklerimizden koparılmamız, istikametten şaşmamız an meselesidir.  

Rabbim ayaklarımızı yolunda sabit kılsın. İstikamet üzere kılsın. Âmin.

Bu yazı toplam 1844 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.