YAVAŞ GÜZELDİR / Köşe Yazısı - Bilal AKGÜL

10.10.2017 22:07:40
Bilal AKGÜL

Bilal AKGÜL

                                                       “YAVAŞ GÜZELDİR”

Günümüz bir koşuşturma ve telaş ile geçiyor. Yetiştirmemiz gereken işler bizi nerede ise esiri ediyor. İlginç olan buna rağmen “hız yapmak bize zaman kazandırmıyor. Hızla birlikte daha uzak mesafelere gidiyor ve zamanımızın çoğunu yine yollarda harcıyoruz.”

Hayatın birçok güzelliği bu hıza kurban gitmekte… Ne yediğimiz yemeğin, ne de dolaştığımız mekânların kalbimizin sükûn bulmasında etkisi olabilmekte. Bir ruhsal tatminsizliktir almış başını gidiyor. Fanon ‘un vurgusu ile bedenimiz o kadar hızlı gidiyor ki kalbimiz geride kalıyor.

Hızımız mekân algımızı da etkilemekte, mekânla hakiki bir ünsiyet bağı kurmamıza engel olmakta, mekânın diriltici özelliklerinden istifade etmemize imkân vermemektedir. Sayar’ın vurgusu ile “Aşırı hareketli dünyada bildik coğrafi toplumların yerini mekânsız toplumlar alır, yabancılar arasında daha çok zaman harcar hale geliriz.” Davranışına, ufkuna, basiretine, mekân algısına aşina olmadığımız bir kitlenin içinde bir yabancı… Bilinmezlerin içinde bilinmez olmaktayız adeta.

Günümüzün popüler hız araçlarının başında araba yer almakta. Adeta bir sevda halini almış araba sevdası… Hız sevdası…“Araba sevdası, içinde yaşadığımız şehri giderek çirkinleştiriyor, ’hız kirliliği’ çok sayıda insanın hayatını tehdit ediyor.”

“Araba sevdası, modern insanın bencilliğinin şahikası... Arabanın verdiği kontrol yanılsaması, insanları canavarlaştırabiliyor… Şehirlerimizi arabalardan ne kadar arındırırsak, o kadar yaşanabilir kılacağız. Şehrin, arabaların giremediği ‘kurtarılmış bölge’leri olmalı.

Araba, biraz da bizim hayatı hızlı yaşamamızın tahrik kaynağı olabilmekte, doğayla, toplumla bir ünsiyet bağı kurmamızın engelleyici faktörü olabilmektedir. Tıpkı büyük marketin alışverişte sosyal münasebetlerin gelişmesine olumsuz etkide bulunması gibi… Bundan dolayı “yürünerek gidilebilecek yerlere yürünmeli, yürürken düşünmeli. ’Yürümenin Erdemleri’ni doya doya tatmalı insan. Yürümekle bedenimizi fark ederiz, o bedeni bize vereni fark ederiz. Yürümek bu bakımdan şükrün ifasıdır.”

Arabanın günlük hayatımızda kazandırdığına inandığımız ivme aile içi ilişkilerimize, çocuklarımızın duygusal gelişimine kadar bizde bir mantık dönüşümüne neden olmaktadır. Çocuklarımızın önüne çıkan sorunlara; hatta sınavlara bile bu mantıkla bir çözüm arayışında olabilmekteyiz. Bizim tüm bu “zihinsel zorlamalar[ımız]a rağmen, çocukların duyguları aynı hızla gelişmiyor. Duygular, hızlandırılması mümkün olmayan kendine has bir zamanlama ve ritme sahip. Hızlı büyümenin yarattığı zorlanma, ergenlik dönemi boyunca sorun yaratan ve üzüntü veren davranışlara neden olabiliyor.”

Kemal Sayar çözüm için şunun altını çiziyor: “Çocuklarınızı bir ruh konuşmasına çağırın. Onların sinir hücrelerini yeni sözcüklerle şaşırtın, beyinlerinde yeni kıvılcımlar çaktırın, zihinsel özürlü olmalarına izin vermeyin. Ruhların iğdiş edilmesine karşı durun. Televizyonunuzu kapatmayı unutmayın.”

Hayatımızı kolaylaştırdığına inandığımız her teknolojik aletin bizi olumsuz etkileme potansiyeli olan yönlerini bilmemiz, bu yönlerden uzak olmamız, hayatın doğallığını adeta içimize çekmemiz gerekmektedir. Teknolojinin hayatın doğallığına müdahale eden ve hayatın kendiliğindenliğine müdahale eden boyutlarını her daim göz önünde bulundurmamız ‘anlamlı bir hayat’ın olmazsa olmazı görünmektedir.

Öyle ki “yabancılaşma evvelemirde modern insanın tabiattan kopuşuyla başlıyor.” Ve bu durum bağımlılık düzeyinde gelişen her alışkanlık, hayatı kolaylaştırdığına inandığımız her teknolojik alet için geçerlidir. Kopuş, salt yabancılaşmayı getirmiyor. Yabancı olduğuna karşı bir lakaytsızlık; hatta düşmanlık bile getirebiliyor. Bu durum zamanla, Arno Gruen ‘in vurgusu ile ‘normalliğin deliliği’ne götürebilmektedir.

Hız ve teknoloji bağımlılığı, zihinsel dönüşümü tetiklemekte, malumatın hayatın mihenk taşı haline gelmesine neden olabilmektedir. “Erdeme ve bilgeliğe duyulan bağlılık, yerini malumata duyulan bağlılığa bırakıyor. ”Sanaldaki klavye kavgalarına, tartışmalarına baktığımızda erdeme ve hikmete talip olmanın yerini alan banallık ürkütücü boyuttadır. Bir nefes kadar yakınımızda olanların klavye ile size laf yetiştirmeye çalışmaları hikmetin yerini alan sıradanlığın boyutunu göz önüne sermektedir.

Sağlıklı ve doğal ilişkiler kuramayan, dostluğun insanın adeta iliklerini serinleten duygularını yaşayamayan, “…hayatlarında dostluğun kol kanat geren varlığını hissedemeyen insanlar güvenlik ihtiyaçlarını daha çok maddi kazanımla gidermeye yönelirler.” Tatminsizlik, çok daha köklü sorunlara kapı aralamakta, yeni tatminsizlik arayışlarına neden olabilmektedir.

Bugünün insanında “hayat ‘ben’le başlıyor ve ‘ben’le nihayet buluyor. Güven, inanç ve imanın bittiği bir noktada ’dava delisi’ insanlar kayıplara karışıyor ve insanlar bir üst kimlik olarak ‘ben tarikatı’nda buluşuyor. Geçmişin kesin inançlıları, bugün para, şöhret ve iktidar olarak geriye dönecek bir başarının izini sürüyor… Katı olan her şey buharlaşıyor.”

Gösteri, nerede ise hayatımızın idolü haline gelmiş durumda. Sürekli var olduğunu, bir düşüncesinin olduğunu, değerli olduğunu insanların gözüne batıra batıra anlatma, hissettirme gereği duymak… “Geçmişin erdemi  “Kendini bil!”  sözünde yoğunlaşıyordu, bugünün dünyası “Kendin ol!” diyor. ”Kendin olmak için kendini göstermen gereken bir çağda yaşıyorsun.” “Bir zamanlar bir söz vardı, sanırım arabesk bir şarkının sözleri, ’âlem buysa kral benim’ diyen. Siber âlemde galiba herkes kral... Elektronik bir tebaası olan, yalnız ve evsiz krallar.”

Çözüm ne peki denilebilir.

Bir tanıma göre ‘uygarlık, insanın insana bağımlılığından filizlenir.’

“Güzel olan, kayda değer olan ne varsa yavaşlıkla yapılır. [İçinde olduğumuz] Telaş ve acelecilik toplumuna karşı, teenni ve sükûnet toplumunu diriltmemiz gerekiyor.”(14) Sükûneti hayatımızın bir ilkesi haline getirebilmeli, günün herhangi bir zamanında doğayla, hassaten kendimizle yüzleşebilmeli, bir muhasebe süreci yaşayabilmeliyiz. Bu, hangi açıdan bakarsak bakalım bize ruh dinginliği sağlayacaktır.

Son sözü Kemal Sayar’a verelim: “İşe, çoktandır çocuk ve gençlerimizin yeteneklerini törpüleme vazifesi edinmiş okullarda[ve günlük hayatımızın her kesitinde] konuşma ve sohbeti diriltmekle başlayabiliriz. Bir genç ancak konuşmak ve kendini ifade edebilmekle sağlıklı bir benlik duygusu geliştirir… Evlere ve okula ‘yavaşla’ tabelaları asabiliriz. Ve sonra atalarımızın ve dedelerimizin öykülerini çocuk ve gençlerimize usul usul anlatmaya başlayabiliriz… Usul, asildir.”

Son söz niyetine: Yavaşlayın! Bu hayattan sadece bir defa geçeceksiniz.”

Kaynakça:

Yavaşla, Kemal Sayar, Timaş Yayınları, İstanbul 2013,

 

Bu yazı toplam 1872 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.