Yeni Eğitim Sistemi En Yenisi mi? / Köşe Yazısı - Cevdet BALLI

20.05.2020
Cevdet BALLI

Cevdet BALLI

 Yeni Eğitim Sistemi En Yenisi mi?

Eğitim sistemi bir toplumun sadece gençlerini eğitmez, aynı zamanda o toplumun geleceğini de belirler. Toplumun gelecekteki ekonomik ve gelişmişlik düzeyini ve yaşam standardını da belirler. Yani kısacası eğitimle geleceğimizi de inşa ederiz. Gelecekte nasıl bir dünyada yaşayacağımızın en belirgin özelliği çocuklarımıza verdiğimiz eğitimle belirlenir.

Son zamanlarda, özellikle de Milli Eğitim Bakanlığına, eğitim camiasından birinin getirilmiş olmasından sonra eğitim sisteminin değiştirilmesi konusunda bir çabanın içinde olunması sevindiricidir. Ziya Öğretmen’in eğitim sistemine yönelik bu değişim çabalarını önemsiyorum. İyi bir eğitim ve iyi bir gelecek için bir gayret içinde olunması toplum nezdinde pozitif yönde kabul görmektedir. Toplum nezdinde kabul gören bir eğitim sisteminin temellerini atmak için geç kalmış da sayılmayız. 2020-2021 Eğitim-Öğretim yılında 9. sınıflardan başlayarak kademeli olarak uygulanacak yeni eğitim sistemi ile;

-          Liselerde ders sayısı azalacak

-          Liselere kariyer ofisleri açılacak

-          Zorunlu dersler hariç diğer dersleri öğrenciler seçebilecek

-          Bilgi kuramı dersi zorunlu hale getirilecek

-          Yaparak ve uygulayarak öğrenme ağırlık kazanacak

-          12. Sınıflarda ders saatleri azaltılacak ve öğrencilere üniversite için destek çalışmaları yapılacak

-          Beden eğitimi ve spor, görsel sanatlar, müzik, sağlık bilgisi, trafik kültürü mecburi ders olmaktan çıkacak

-          Bu yıldan uygulanmak üzere Kasım ve Nisan aylarında birer haftalık iki ara tatil olacak

-          Bütün sınıflarda ortak olan ders sayısı ise iki olacak. Bu dersler ‘’Türk dili ve Edebiyatı ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’’ olarak belirlendi.

Zaman içerisinde göreceğimiz birçok yenilik ile 2020-2021 eğitim ve öğretim yılı bizi bekliyor. 2002-2018 yılları arasında 17 yıl boyunca tam 16 kez eğitim sisteminde değişikliğe gidildiğine göre yeni eğitim sisteminin üzerinde iyi düşünülmesi ve toplumun ihtiyaçları göz önüne alınarak yapılandırılması gerekir. Toplumun tüm kesimleri için iyi bir eğitim sisteminin oluşturulması ve zorlayıcı değil, ihtiyaca dayalı bir eğitim sisteminin temellerinin atılması toplum nezdinde daha kabule yatkın olacaktır. Aynı şekilde diğer ülkelerdeki eğitim sistemleri incelenebilir; lakin sanayi, tarım, hayvancılık ve ekonomi gibi birçok alanda çağ atlamış ülkelerdeki eğitim sistemleri bizim topraklara bir boy büyük geleceği de dikkatlerden kaçmamalıdır. Çünkü biz daha tarımı ve hayvancılığı adam akıllı yapamıyoruz. Sonra birileri çıkar patates ve soğan fiyatını artırıp ülkeyi kaosun eşiğine getirebilir. Şimdiye kadar herkesi okullu yapmanın ve tek tip eğitim vermenin gayreti içinde olunca ne tarım kaldı ve ne de hayvancılık kaldı. Herkesi üniversite mezunu yapıp masa başı iş vermeye kalkışırsanız bunun altından kalkamazsınız ve sonuç olarak da fabrikalar işçi bulamaz hale gelir ve ülkede üretimi de durdurursunuz.

Yeni eğitim sistemi ile Ziya Öğretmen’in deyimi ile ‘‘Soru çözen bir nesil değil, sorun çözen nesil hedeflenmektedir.’’

Gerçekten son yıllarda sadece soruya odaklı ve sadece sınavı düşünen bir nesil yetiştirdik. Dünya gündeminden, ülke sorunlarından ve hatta kendinden bihaber bir gençlik ülke sokaklarında geleceğimiz olmaya aday. Ben bu gençliğe ‘Hormonlu Gençlik’ diyorum. Yani bize ve bizim değerlerimize yabancı bir gençlik. Tabi gençleri bu hale getiren nedenlerin de üzerinde iyi düşünülmesi gerekir. Var olan bu ‘Hormonlu Gençlik’ bizim eserimiz. Kimse bu sorumluktan kaçamaz. Yeni eğitim hedefi ile bu sorunun nasıl ortadan kaldırılacağı cevaplanması gereken bir sorudur. Sabahtan akşama kadar okulda gerekli ve gereksiz derslerle boğuşan bir öğrencinin ne kendisine ne de ailesine bir faydası olmayacaktır. Bir öğrencinin tüm gününü derslerle, gecesini de test ve ödevlerle, hafta sonunu kurs ve etütlerle doldurursanız bu çocuk sorun falan çözemez. Bu çocuk yine eski düzendeki gibi sadece soru çözer. Tabi çözebilirse. Binlerce öğrencinin üniversite sınavında sıfır çektiğine bakılırsa bu öğrenciler soru da çözemiyor demektir. Yani bu işi de tam yapamıyoruz anlamı çıkar.

Çocuğun kendisine ait bir zaman dilimi olması gerekir ve bu zaman diliminde oynaması, ailesine ev ve iş yerinde yardım etmesi gerekir. Çocuğun, kendisine verilen bu zaman diliminde sorulardan ve kitaplardan başını kaldırarak, insanları tanıması ve hayatta nelerin olduğunu görmesi gerekir. Çünkü çocuğun önünde sorularla değil sorunlarla dolu uzun bir hayat var.  Ziya Öğretmen’e tavsiyem ders sayılarının azalmasının yanında ders saatlerinin de azalması aciliyet arz etmektedir. Günün belli bir zamanında okulda olan bir öğrenci, günün geri kalan kısmında da isterse spora gider, isterse kültür sanatta kendini geliştirir, isterse de ailesinin yanında onlara yardımcı olur. Çocuk bu şekilde hayatın sadece okuldan ibaret olmadığı öğrenir ve hayatın içinde olur. Bu durumda öğrenci, soru da çözer sorun da çözer.

Büyüklerimiz ‘’İlim isteyene öğretmemek, istemeyene de zorla öğretmek zulümdür.’’ demişlerdir.    Sormak lazım; biz herkese tek tip eğitim vermekle zulüm yapmıyor muyuz? Herkesi doktor, mühendis, öğretmen yapmakla ne tür sorunları ürettik hiç düşündük mü? Üniversite mezunu olana bir iş veremiyorsak bu zulüm değil mi? Yıllarca kitaptan defterden başını kaldırmayan, gece gündüz sınav derdi ile yatıp kalkan, fakirlikle üniversite okuyan ve atanamayan öğretmenleri başka işlere mecbur bırakmak zulüm değil mi? Mademki iş veremiyoruz o halde onları zorla okutmaya hakkımız yoktur. Onlara kendi alanlarında eğitim vermek daha mantıklı değil mi? Çiftçi ise ziraat okusun, hayvan besliyorsa iyi bir hayvan yetiştiricisi olsun. Fakirlikle yetişen Anadolu çocuğu, üniversiteyi öncelikle ekmek kapısı olduğu için okur.  Eğitim ve kendini geliştirme ikinci plandadır onun için. Öyleyse ekmek veremeyeceğimiz insanı köyünden, toprağından, ekmeğinden koparmaya hakkımız yoktur.

Bu zorunlu ve sorunlu eğitim en kısa zamanda bitmelidir. İnsanlara hem kendi talepleri hem de ülke ihtiyacı doğrultusunda eğitim vermeliyiz. İstemeyeni de zorla doktor, mühendis yapacak halimiz yok. Bugün kitaplara, binalara, pansiyonlara, eğitim kadrolarına, taşıma ve servislere giden paranın haddi hesabı yoktur. Giden sadece para mı? Ne tarım kaldı ne hayvancılık? Aynı şekilde okullarda ve sokaklarda önü alınamayan uyuşturucu belası ile de tüm gençlerimizi haberdar ettik. Uyuşturucu baronlarına pazar oluşturduk.

Yeni eğitim sisteminde iyi ve ahlaklı insanı yetiştirmeye dayalı bir plan ve program görünmüyor. Bu iyi ve ahlaklı insanı sadece Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini zorunlu tutmakla yetiştiremiyoruz. İşini adam gibi yapmayan, rüşvet yiyen, haksızlık yapan, hırsızlık yapan, çocuklara tacizde bulunan, torpili hayat felsefe yapan, adil olmayan ve kısaca para için her şeyi yapan insanların tümü Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini almıştır. Öyleyse bu işi de iyi yapamıyoruz demektir. Çözüm nedir diye sorarsanız; çözüm ilkokulda çocuklarımıza sadece okuma yazma, basit matematik becerileri, tabiat sevgisi, sağlıklı yaşam ve ahlak dersi haricinde herhangi bir ders vermemeliyiz. Adil olmayı, yalan söylememeyi, haksızlık yapmamayı, basit yoldan para kazanmamayı, yaşlılara, anne ve babalara saygılı olmayı, çalışarak ve hak ederek bir yerlere gelmeyi, helali, haramı vb. birçok iyi davranışı daha küçük yaşlarda öğretmeliyiz.

Gelişmekte olan toplumların en büyük sorunu Batı’ya karşı bize pompalanan aşağılık duygusudur. Yıllarca bize Batı’yı işaret edenlerin çoğunda bu aşağılık kompleksini görmek mümkündür. Bizlere yıllarca Batı edebiyatı, Batı sineması, Batı teknolojisi ve gelişmişliği, Batı kültürü ve Batılı yaşam tarzı diyenlerin bir gün de İslami geleneğin parlak dönemlerinden bahsettiğini göremezsiniz. Çünkü onlardan, okul hayatı boyunca yüzünü Batıya çevirmesi istenmiştir. Oysaki Batı yokken Şark vardı, İslam vardı, İslam’ın parlak dönemi vardı. Batı’nın bugünkü teknolojini takdir ediyoruz; lakin bizim geçmişimiz de karanlık değildir. Batı’nın şu üç asırlık teknolojisin ve gelişmişliğinin gençlerimizi kör etmemesi için ortaokuldan itibaren Medeniyet Tarihimiz dersinin okutulması gerekir. Böylelikle İslam tarihinin parlak dönemleri vererek Batı’ya bakmaktan boynu tutulan gençlerimizi kendi medeniyetimize hayran bırakır ve aşağılık duygusunu da ortadan kaldırırız.

Tarihini iyi okuyamayan nesillerin geleceği karanlıktır. Tarih ve kültürüne hakim insanlar önünü görür ve ona göre hareket ederler. İyi bir tarih bilgisine sahip olmayan bireyler kısır döngü içerisinde yaşamak zorunda kalırlar. Onun için liselerin yeni eğitim sisteminde 12. sınıfta sadece İnkılap Tarihi dersini vermekle bu işi çözemeyiz. Bu toprakların tarihi kökleri binlerce yıllık geçmişe dayanmaktadır ve bu geçmişten kopuk yetişen bir nesil Batı’ya bakmaya mecburdur bu sebeple de yukarıda bahsettiğimiz o aşağılık duygusundan da kurtulamaz. Aynı zamanda ortaokul yıllarında çocuklarımıza dini ve milli kahramanlarımızın hayatlarını da okutarak onları örnek almalarını sağlamalıyız.

Yüce Allah insanı iki yönlü yaratmıştır. Bir yönümüz bu dünyaya bakar bir yönümüz de diğer dünyaya bakar. Yiyen, içen, yatan, gezen yönümüzün yanında düşünen, ağlayan, gülen bir yönümüz de bizim denge terazimizin diğer tarafıdır. Terazinin bir yönü eksik olursa ne insanda denge kalır ne de yaşadığımız dünya da. Günümüzde böyle değil mi? Savaşlar, petrol kavgaları, dolar ve teknoloji savaşları hep maddi yönümüzün aşırı beslenmesi ile ilgi değil mi? Bunun için yeni eğitim sisteminde Ziya Öğretmen’e tavsiyem çocuklarımızın ruhi açıdan da güçlü olmaları konusunda kafa yormasıdır. Bilgi Kuramı dersi ile bu ne kadar verilir zamanla göreceğiz. Fakat artık bizim kaybedecek zamanımız yok. Çocuklarımızın ruhi gelişimi için ilkokuldan itibaren şiir ezberletmeliyiz. Şiir gerçekten insanda derin ufuklar açar. Batı ve İslam klasiklerini de lisede özellikle okutmalıyız ve bunlardan sorumlu tutmalıyız.

İyi bir eğitim sistemi oluşturmak istiyorsan bu işi sadece okulda öğretmenlere bırakamayız. Toplumun tüm kesimlerini işin içine dahil etmek zorundasınız. Televizyonlarda yayınlanan ahlaksız dizilere bir son verilmeli ve insanları okumaya teşvik edici dizi ve programlar çoğaltılmalıdır. Televizyonlar, her gün öğretmeni aşağılayıcı programları yapmaktan vazgeçmelidir. Ekranlarda boy gösteren ve çok para kazanan popçu-topçu zümresinin bu ülkenin gündemini oluşturmasına izin verilmemelidir. Unutulmamalıdır ki eğer bir ülkede en çok rağbet edilen meslekler mankenlik ve futbolculuksa işiniz çok zor demektir. Öğretmenlik mesleğinin toplum nezdinde en önemli meslek haline getirilmesi Bakanlığın en önemli icraatı olacaktır. Çünkü bu iş iyi bir eğitim kadrosu ile olur.

Küçük bir hikaye:

Fevzi’nin Hikâyesi

Küçük bir köyde tarım ve hayvancılık yaparak ailesine yardımcı olan bir Fevzi vardı. Fevzi, ilkokulu köyünde bitirdi. Sonra zorunlu eğitim kapsamında ortaokulu da taşımalı bir şekilde yakın bir köyde okudu. Fevzi okuldan sonra tarlaya gidiyor, ailesine yardım ediyor ve hayvanları otlatıyordu. Kısacası ailesinin eli ve ayağı oluyordu. Aklı hep köydeki işlerinde idi. Bu sebeple okula kendini veremiyordu. İşin aslı Fevzi, okulu sevmiyordu. O köy işlerini seviyordu. Tarla ekip biçmek, hayvan beslemek istiyordu.  Babası hasta olduğu için işlerin çoğu Fevzi’ye kalıyordu. Ama zorunlu eğitime karşı yapılacak bir şey yoktu. Öğretmenleri de “Fevzi okumalısın” diye ısrar ediyorlardı. “Çalışırsan başarırsın Fevzi” diye gaz veriyorlardı. Oysa Fevzi, okulu sevmiyordu.

Fevzi ortaokulu bitirir; ancak zorunlu eğitim kapsamında liseye gitmesi gerekir. Ailesi istemeyerek de olsa pansiyonlu okula kaydını yapar. “İşleri kim yapacak, hayvanları kim otlatacak ve Fevzi burada kime emanet olacak?” diye kara kara düşünür babası. Sorular ile kafası karışık bir şekilde döner köyüne.

Belli bir zaman sonra işler aksamaya başlar. Hayvanlara bakayım derken tarlaya bakamaz, tarlaya bakayım derken ev işleri aksar. Rahatsız olduğundan bu şekilde yapamayacağını anlayan baba belli bir zaman sonra hayvanları satar, tarlayı ekemez duruma gelir. Olsun Fevzi okuyordu ya…

Fevzi cephesinde neler mi yaşanıyordu? Fevzi arkadaşları ile tanışmış. Onların da kendisi gibi okula karşı isteksiz olduğunu kısa zamanda öğrenmişti. İşleri güçleri pansiyonda yiyip, içmek, yatmak, çarşıda gezmekti. Köşe başlarında kız beklemekti. Yapmadıkları haylazlık kalmıyordu. Yani şehrin tüm pisliğine bulaşmışlardı.

Okul mu dediniz? O iyiydi. 7-8 zayıfı olsa da ortalaması 50'nin üzerinde olunca sınıfı direk geçiyordu zaten. Yeteneğe dayalı birkaç dersten yüksek aldı mı yetiyordu.

Şehrin her pisliğine bulaşan Fevzi bu şekilde liseyi de bitirir.

Sonra mı? Sonrası da kolaydı. Sınavsız geçişle iki yıllığa geçmek gibi bir hakkı vardı meslek liselilerin(eskiden). Mademki bu kadar yol gelmiş Fevzi iki yıllık da okusun. İki yıllık da biter. Yaş oldu yirmi. Askerlik zamanı tabi. Bir küsur yıl da askerlik(eskiden). Yaş oldu yirmi iki. Ve Fevzi kapı kapı iş arar. dört yıllık lisans mezunlarının boşta olduğu bir yerde iki yıllık ön lisans mezunu olarak şansını zorlar. Gittiği her kapıdan geri çevrilir bin bir nasihatle; “Oğlum git köyüne hayvan besle, tarım yap. O işlerde iyi para var.”  ‘’Komik olmayın.’’ der Fevzi. ‘’O işleri yapsaydım bu kadar okulu neden okudum? Zaten o işleri yaparak çok da mutluydum. Siz demediniz mi bu işleri bırak gel de oku? Mademki okudum o işleri niye yapayım?’’ der. Köye gitse toprak yok, şehirde kalsa meslek-iş yok. Ağa Fevzi oldu maraba Fevzi.(Tüm çocukların sonu Fevzi gibi değil tabi. Lakin bu toprakların kaybedecek bir Fevzi’si daha olmasın.)

Bu yazı toplam 4784 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.