ZORLAŞTIRMAYALIM, KOLAYLAŞTIRALIM AMA NEYİ? / Köşe Yazısı - Ahmet BELLİBAŞ

14.11.2022 19:46:10
Ahmet BELLİBAŞ

Ahmet BELLİBAŞ

 

ZORLAŞTIRMAYALIM, KOLAYLAŞTIRALIM AMA NEYİ?

Geçenlerde bir haber sitesinde gezinirken gözüme bir haber ilişti. Haberin başlığı epey dikkat çekiciydi: “Düğünlerde Takı Sınırı/Gençler Bu Habere Çok Sevinecek.” Bir merakla haberi tıklayıp içeriğini inceledim. Haberde, Bursa’nın bir köyünde ihtiyar heyetinin artan düğün maliyetlerine -kısmen de olsa- çözüm bulmak amacıyla düğünlere bazı kısıtlamalar getirdikleri yazıyordu. Bilhassa takı vb. kalemlerde ciddi kararlar alındığı ifade ediliyordu. Yine bu benzer olarak birkaç yıl önce Şırnak’ta kanaat önderlerinin bir araya gelerek bu minvalde bir karar aldıklarını hatırlıyorum. Uzun zamandır zihnimi meşgul eden böyle bir düşüncenin bazı yerlerde uygulanıyor olması sevindirdi beni. Ancak hala kat edilmesi gereken çok mesafe olduğu kanaatindeyim. Bu konu hakkında düşüncelerimi paylaşmadan önce konuyla ilgili, önemli olduğunu düşündüğüm bir hususu belirtmek isterim:

İslam dini, günlük hayatın her aşamasında yer alan bir dindir. Bu yönüyle İslamiyet ile Yahudilik birbirine çok benzer ve yine bu yönüyle iki din, Hristiyanlıktan ayrılır. Hristiyanlığın, sosyal hayat üzerinde ciddi bir etkisi ve toplum hayatına yön verecek kapsamlı bir nüfuzu yoktur. İslam ve Yahudilik ise sosyal hayata temas eden ve dini günlük hayattın ayrılmaz bir parçası haline getiren semavi dinlerdir. Bilhassa İslam, bu yönüyle daha kapsayıcı ve detaycıdır. İslam, kültürümüzü bir hamur gibi yoğurmuş ve birçok gelenek ve göreneğimize şekil vermiştir. Hemen hemen hayatımızın her aşamasında İslam’ın söyleyeceği bir söz vardır. Tuvalete girip çıkarken hangi ayağın kullanılacağına müdahale eden bir dinin sosyal hayatın önemli konularına el atmaması elbette düşünülemez. Hal böyle iken İslam dinini belli ritüellere indirgeyip, caminin dört duvarı arasına hapsedip, sosyal hayattan koparmak dine verilebilecek en büyük zarardır.

Bir Müslüman’ın gerçek bir İslamî kimliğe sahip olup olmadığının, dinin emrettiği ibadetlerin yerine getirilmesinin yanında, dinin sosyal hayattaki emirlerine uymasıyla da ilişkilendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. İbadetlerin yapılması elbette çok önemli ve esastır. Ancak bu ibadetlerin yanında komşularımızla ilişkimizin iyi olması, iş yerindeki görevimizi eksiksiz yapmamız, ticarette dürüst olmamız vb. hususlarda da dinin emirlerinin davranışlarımızı şekillendirmesi gerekir. Kısacası bir Müslüman için hayatın her aşamasında Kur’an ve Sünnet önemli bir ölçüt olmalıdır. Yukarıda bahsi geçen haberi bu açıdan değerlendirmek daha yerinde olacaktır.

Aile kurumunun oluşturulması sürecinin en önemli adımı olan evliliğin olmazsa olmazı ve gerek dinimizin gerekse de kültürümüzün önemli bir an’anesi olan düğünlerin bağlamından koparılarak bir gövde gösterisine, bir gösteriş yarışına sokulması büyük bir hatadır. Lüks mekânlarda, abartılı konseptlerde yapılan düğünlerin dinimizin ruhuna uymadığı aşikârdır.  Bunun yanı sıra esas önemli olan sorun, evliliğe giden süreçte özellikle belli kesime dayatılan ve olmazsa olmaz olarak lanse edilen maddi taleplerdir. Bilhassa değerli madenlerin (altın, gümüş vb.) ve diğer ev eşyaların fiyatlarının birkaç kat arttığı ve günden güne artmaya devam ettiği şu günlerde, evlenecek kişilere maddi talep listesi dayatmak, evlilik kurumunun geleceği adına ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Birçok gencin yüksek maliyetli düğünlerin altından kalkamayacaklarını düşünerek evlilik yolunda bir adım atmadıkları herkesçe malumdur. Toplumun en önemli kurumu olan ve neslin korunmasında, toplumun ıslahında kritik bir role sahip olan aileye giden yol, bu kadar zorlaştırılmamalıdır. Bilakis evlilik önündeki maddi ve manevi engelleri gidermek her Müslüman için öncelikli bir görevdir. Hele bu kişiler, evlenecek kişilerin anne babalarıysa sorumlulukları daha fazladır. Üç beş gram altın, üst model birkaç eşya uğruna evliliklerin engellenmesi veya geciktirilmesi ciddi bir vebaldir. 

Her evlilikte maddi zorlukların olabileceği bir gerçek; ancak lüks, şatafat ve gösteriş uğruna oluşturulan yapay ihtiyaçlar tamamen anlamsız ve gereksizdir. Bu sun’i talep ve beklentiler bir şekilde karşılansa bile evlilikten sonra bu maddi yükün oluşturacağı stres ve psikolojik yorgunluk aile bireylerini yıpratacaktır. Ayrıca bu tarz sun’i ihtiyaçların aile olma bilincinin oluşmasına da engel olacağı kanaatindeyim. Bu yüzden evliliği zorlaştırıcı ve dinin ruhuna aykırı olan bu tarz yanlış adetlerin bir an önce kaldırılması gerekmektedir.

Gençleri evlilikten soğutacak ve gayrı meşru yollara sevk edecek bu tarz bir yaklaşımda hiçbir hayır yoktur. Haramlara giden yolların kolaylaştırılıp boy boy reklamının yapıldığı ve helale giden yolların ise zorlaştırıldığı şu dönemde Peygamber efendimizin “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” hadisindeki kolaylaştırma tavsiyesini hatırlamamızda büyük bir yarar var. 

Nur Suresi 32. ayetteki İlahi fermana hep beraber kulak vermeliyiz: “İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfu ile zenginleştirir. Allah lütfü bol olandır, bilendir.” Ayetin tefsiri incelendiğinde özellikle maddi imkânsızlıklar içinde olanların evlendirilmesine yardım etmenin önemine dikkat çekildiği görülecektir. 

Dini belli ritüellere indirgemekten kastımız tam da budur. Yani din, sadece ibadet ile ve caminin sınırları içerisinde yaşanacak bir inanç sistemi değildir. Hayatımızın bütün aktivitelerinde dinimizin şifa-bahş emirlerine kulak verilmelidir. Evlilik de bunlardan birisidir. Evlilik için yola çıkan kişilere altından kalkamayacakları maddi taleplerde bulunmak ayette belirtilen ilahi fermana ve Resûlullah’ın ifade ettiği kolaylaştırma mefkûresine aykırıdır. Dinimizin hayatımızda var olması ve toplumsal huzurumuz böyle mümkün olacaktır. 

Toplumda gözlemlediğimiz bir diğer sorun da misafirlikler/aile ziyaretleri ile ilgilidir. Son yıllarda insanların birbirlerini daha az ziyaret ettiklerini ve evlerine daha az misafir kabul ettiklerini sizler de gözlemliyorsunuzdur. Bu durum çok farklı sebeplere bağlanabilir: İnsanların giderek bireyselleşmesi ve ben-merkezci bir hal almaları veya yaşanan salgın sürecinin etkisi… Bunların hepsinin bunda bir payı olduğu aşikâr ve elbette hiçbir sorun tek bir sebeple açıklanamaz. Ancak meseleyi, sorunun önemli bir sebebi olarak gördüğümüz, bizzat gözlemlediğimiz ve birbirinden farklı kişilerden duyduğumuz; İslam’ın ruhu ve sünnetin esası olan sadeliğe riayet edilmemesi üzerinden ele almaya çalışacağız. 

Misafirlikler, akraba, eş-dost ziyaretleri kültürümüzün en güzel adetlerindendir. Zira toplumumuz misafirperver bir toplum olarak bilinir. İkram etmek ve imkânların elverdiği ölçüde misafiri en güzel şekilde ağırlamak hepimiz için önemlidir. Ancak toplumun geldiği noktada misafirliğin  - kısmen de olsa- bağlamından koparıldığı görülmektedir. İnsanların bir araya gelerek hasret giderme ve muhabbet edip akrabalık ilişkilerini kuvvetlendirme amacından uzaklaştırılan misafirlik, baştan ayağa bir eziyet haline getirilmiştir. Modern dünyanın içi boş şekilselliği, misafirliklerimizi de o kadar zorlaştırdığı ki misafir ağırlamak, altından kalkılmaz bir hal aldı.

Çok da eski sayılmayacak zamanları şöyle bir aklımıza getirdiğimizde çat kapı misafirlikler olurdu. Zil çalardı ve misafirler bir anda karşınızda beliriverirdi. Bu durum kimseyi rahatsız da etmezdi. Misafire –varsa- bir çay ikram edildiğinde her şey olup biterdi. Öyle üç-dört gün, hatta bir hafta önceden haber vermeler olmazdı. Gecenin geç saatlerine kadar oturulur, sorunlar konuşulur,  muhabbet edilirdi. 

Günümüzde ise misafirlikler, haftalar öncesinden belirlenmekte, ona göre ev sahibine hazırlık yapma fırsatı sunulmaktadır! Misafir gelmeden çok önce hazırlıklar başlamakta ve evde neredeyse bahar temizliğine eş değer bir temizlik yapılmakta; ev, daha önce hiç temizlenmemişçesine dip bucak elden geçirilmektedir. Hele bir de eve yemekli misafir gelecekse evdeki stres ve keşmekeş alıp başını gitmektedir. Birkaç çeşit yemek (mümkünse adı hiç duyulmamış), çorba, mezeler(en az iki çeşit olmalı), ara sıcaklar (ne demekse?) , çayın yanına konacak çerezler(mümkünse lüks karışık) , çaydan sonra verilecek tatlılar (tek çeşit tatlı ayıp olur!) , çeşit çeşit meyveler(tropikal meyveler olmazsa olmazımız!), gecenin sonundaki kahve ve kahveye eşlik edecek çikolatalar… Liste uzayıp gitmekte… Eski zaman krallarını, padişahlarını kıskandıracak lüks davet sofraları oluşturulmakta. 

Tüm bu yiyeceklerin hazırlanmasına en az bir gün önceden başlanmakta ve sonraki gün, gün boyu devam etmekte. Misafir geldikten sonra yukarıda saydığımız ikram faslı başlamakta ve yiyeceklerin biri kalkmadan diğeri gelmektedir. Evin hanımı ikramlıkları hazırlamaktan, evin beyi de hazırlanan ikramlıkları misafirlere sunmaktan bitap düşüp misafirlerle şöyle ağız tadıyla iki kelam edememektedir. Misafirliğe gelen evin hanımı el atmazsa sonraki güne dev bulaşık dağları birikmekte...  Hal böyle olunca da misafirlikten murat olan muhabbet, samimiyet, dertleşme ortamı oluşturulamamaktadır. Bunların yanı sıra belli bir sırayı izleyen bu ikramlar geçit töreni, misafirlere de kalkacakları zamanı hatırlatır cinstendir.  Kahve de geldiğine göre herhalde kalkmalıyız, gibi bir düşünce gizliden gizliye hissettirilmektedir. 

Bu tarz bir misafirliğin dinimizin ruhuna uygun olmadığı düşüncesindeyim. Dinimiz, her daim sadelikten yana olarak bizi büyük bir yükten kurtarmakta ve bu adetlerin yüzyıllar boyunca devamını sağlamaktadır. Dinin ruhuna uymayan ve israfa kaçan bu tarz bir ağırlama misafirlik kavramının içini boşaltarak, misafirliğin geleceğinin sorgulanmasına sebep olmaktadır. Zira günün sonunda bitkin düşen aile efradı ve bütün bu hazırlıkların getirdiği maddi yük, ikinci defa eve misafir almayı güçleştirmekte veya misafir alırken insanlar defalarca düşünür hale gelmektedir. 

Bu durum misafirliğe gelen kişi için de ciddi bir problem oluşturmaktadır. Çünkü ev sahibinin bu görkemli ağırlamasına mukabele etme zorunluluğu hisseden misafir, onun yaptıklarının altında kalmamak adına, daha mükellef bir hazırlık yapma çabasına girişmektedir. Böylece vaziyet bir kısır döngüye dönüşmekte ve çıta her geçen gün daha yukarı yükseltilmekte. Hal böyle olunca da insanlar birbirine gitme ve birbirlerini evine davet etmekten korkar hale gelmektedir. Birçok insan, kendisi misafir kabul etmek zorunda kalmamak adına başkalarından gelen daveti kibarca reddetmektedir.

Dinimizin emrettiği gibi sade, gösterişten uzak bir misafirlik, misafirliğin devamı açısından daha isabetli bir davranış olacaktır. Sadece karnımızın değil, ruhlarımızın da doyurulduğu sade bir ağırlama hem ev halkı için hem de misafir için uygun olacaktır. Beklentileri artırmadan ve çıtayı çok yukarı çıkarmadan yapılacak ikramlar, misafirin de elini rahatlatacak, böylelikle karşılıklı gidip gelmeler artarak devam edecektir. Bu vesileyle ömrün uzamasına ve Allah’ın rahmetinin celbine vesile olan sıla-i rahim, her daim diri tutulacaktır. 

 

Modern dünyanın dışı süslü, içi boş ve günlük değişen davranış kalıplarının etkisinden toplum olarak uzak durmamız hepimizin yararına olacaktır. Sadece düğün veya misafirliklerimizde değil, hayatımızın her aşamasında değerlerimizi, ifrat ve tefrit(abartı) kıskacından kurtararak sünnet eksenli bir kültür oluşturma gayretinde olmamız, gerek kültürün yozlaştırılmasının önüne geçilmesi gerekse de kültürün gelecek kuşaklara aktarılması noktasında yerinde bir yaklaşım olacaktır.



Bu yazı toplam 2211 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.