Modern Bir Hastalık: Dünyevileşme / Köşe Yazısı - Ahmet BELLİBAŞ

Ahmet BELLİBAŞ

Ahmet BELLİBAŞ

Modern Bir Hastalık: Dünyevileşme

Dilimize Arapçadan girmiş bir ek olan “nispet i’si”, eklendiği kelimeye; bir yere veya bir şeye ait, bir şeyle ilgili olma anlamı kazandırır: Askerî (askerlik ile ilgili), zihnî (zihinle ilgili)… Bu ek kişilerin doğduğu, yaşadığı ve ait oldukları şehir üzerinden kişileri tanıtmada sıklıkla kullanılır: Cüneyd-i Bağdadî (Bağdatlı Cüneyd), Selman-ı Farisî( Farslı Selman), Sadrettin-i Konevî (Konyalı Sadrettin) vb. Buradaki amacımız elbette gramer dersi vermek değil. Ancak kelimelerin morfolojik (biçimbilim) olarak incelenmesi bize kelimelerin anlam dünyası hakkında daha çok bilgi verecektik.

Kişilerin ait oldukları asıl yeri belirtmede kullanılan bu ek, dünyevileşme kelimesinde de karşımıza çıkar. “Dünya” kelimesine getirilen nispet i’si yardımıyla türetilen “dünyevî” ve “dünyevîleşme” sözcükleri; dünyaya ait, dünyaya ilgili, dünyaya meyilli anlamlarına gelmektedir.

Dünyaya ait olan, sürekli ona ait tasarılara sahip, tek ve en önemli hedefi dünya olan kişiler için kullanılan dünyevileşme, tüm insanlık için büyük bir problem olduğu gibi Müslümanlar için de bir problem, bir sorundur. Aslında problem olmaktan öte bir hastalıktır. Dünyaya gönderiliş gayesine ters, fıtrata aykırı bir durumdur. İmtihan dünyasındaki sınavda şıkları kaydırmak gibidir. Bir kayış, özden uzaklaşmadır. Bizden ziyade ötekine benzeyiş, bir yanılgıdır.  Sırat-ı müstakim yerine esfel-i safilin yoludur.

Âhireti bildikleri ve îman ettikleri halde, dünyayı ahirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi, bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve akıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı ve musibetidir. (Kastamonu Lahikası: sf.90)

Bu hastalık hemen her dönem var olagelmiştir. Günümüz dünyası öyle bir hale gelmiş ki Cennet’e birkaç adım kalmışçasına imkânlara sahiptir. Bu haliyle dünya, kendisine tutkun insanlar bulmakta hiç zorlanmamaktadır. Kâbil ile başlayan bu hastalık, kapitalist düzenin süslü aldatmacalarının büyük katkısıyla günümüz insanlarında zirve yapmıştır. Her geçen gün gelişen teknoloji, yeni haz arayışları, farklı şeyler deneme isteği insanları daha da dünyevileştirmektedir. Dünyevileşen insanlar büyük buhranlar yaşamakta, çözümü daha çok dünyevileşmede aramaktadır. Bu da bir kısır döngüye dönüşmektedir.

Dünyevileşme hastalığının karşıtı, uhrevileşmedir. Hakk’ın rızasını halkın rızasının önüne koymaktır. Yaptığı her fiilde kendisini sorgulamaya çalışmak; hayatını medeniyetin dayattığı yapay dünyaya göre değil, Allah’ın emirlerine göre şekillendirmektir.

 

Dünyevileşiyor Muyuz?

Dünyevileşmek, hiçbir Müslüman’ın haz etmeyeceği bir durumdur. Hal böyleyken birçok Müslümanın da bu hastalıktan az ya da çok yara aldığını görmekteyiz. Dünyevileşme dendiğinde hep başkalarını düşünüyor, dünyevileşmeyi kendimize yakıştıramıyoruz; çünkü biliyoruz ki dünyevileşme karanlığa doğru giden bir yol.

O halde objektif olarak nasıl değerlendireceğiz kendimizi? “Ben dünyevileşiyor muyum?“ sorusuna mertçe ne zaman soracağız kendimize? Nasıl anlarız dünyevileştiğimizi?

Dikkat edilmesi gereken ilk husus önceliklerimiz. Yani asıl önceliğimiz Hakk’ın rızası ve emirleri mi? Yoksa konu komşunun, dost akrabanın rızası ve düşüncesi mi? Hangilerinin rızasını kazanmaya daha çok önem veriyoruz.

İbadetlerimiz, içi boş birer ritüele mi dönüşüyor. Namazlarımızdan olabildiğince kısıp kıstığımız zamanı da dünyaya mı sarf ediyoruz.

İnfak, zekât, sadaka dendiğinde elini cebine atmak istemeyip bin türlü mazeret öne sürüp, isteksiz davranırken; en lüks restorantta, markette veya tatil köyünde  “Nakit kalmadı ama kart var, önümüzdeki ay öderim!” mi diyoruz.

Hac ve umrelerimiz birer turistik geziye mi dönüşmüş. Kaldığımız otelin yıldız sayısı, tavaf sayısından daha önemli bir hale mi gelmiş.

Bir derse, ilmi bir çalışmaya çağrılırken türlü bahaneler sayıp; bir maçı veya bir diziyi izleyebilmek için şartları mı zorluyoruz.

Çocuklarımızın namaz kılıp kılmamasıyla ve günahlar karşısındaki duruşlarıyla ilgilenmeyip, hangi denemeden kaç net yaptığını, hangi üniversitenin hangi bölümünü kazanmalı, diye mi düşünüyoruz.

Namazlarımızı maçın devre arasına, filmlerin reklam aralarına sıkıştırıp; zekâtı nereden kısıp, hangi kalemden düşeceğimizi mi hesaplıyoruz.

Ve daha nice sorular. Cevaplar bizde saklı. Kafamızda zonkluyor cevaplar. Susturamayız, durduramayız, eğer cevaplar “evet” ise.

Korkmayalım, söyleyelim: Dünyevileşiyoruz… Hem de öyle böyle değil, adamakıllı dünyevileşiyoruz.

 

Neden Dünyevileşiyoruz?

Aslında dünyevileşmek fıtratımızda olan bir durumdur. Allah, insanı yaratırken mala, mülke, evlada, karşı cinse düşkün yaratmıştır. Melekler gibi yaratılmış olsaydık muhtemelen dünyevileşmeyecektir. Yani yaratılışımız dünyevileşmeye müsait. Buhari ve Müslim’de geçen şu hadis “İnsanın bir vadi dolusu altını olsa, kendisinin diğer bir vadisi daha olmasını ister.” ve Enfal Suresi 28. Ayette “Ve bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) ancak birer imtihandır.” ifadeleri insanın yaratılışı olarak dünyevileşmeye yatkın olduğunu gösteriyor. Yine bir diğer hadiste “Korktuğum şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve ziynetlerinin(süs) açılması sizin de onlara gönlünüzü kaptırmanızdır.” (Buhari ve Müslim) ifade edilerek Müslümanların dünyevileşmeye yatkın olduğuna parmak basıyor.

Bu yatkınlıkla da birlikte, günümüz kapitalist dünyası bizi dünyevileşmenin kucağına iten o kadar çok etkene sahip ki saymakla bitmez. Her bir etken bizi dünyaya bağlamakta daha fazla dünyevileştirmektedir. Elimize aldığımız ince bir çöp parçasını fazla zorlamadan kırabiliriz. Ancak çöplerin sayısı arttıkça bunları kırmak bir hayli zorlaşacaktır. Bizi dünyaya bağlayan bağlar artıkça dünyevileşmekten kurtulmak mümkün olmayacaktır. Bir noktada bunlara “dur!” demediğinizde üstesinden gelinmeyecek bir hal almaktadır.

Bizi dünyevileştiren bir diğer sebep ise şu: “Bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi (dünya hayatını) ağırlaştırması ve yaşama şerâitini (şartlarını) ağırlaştırıp çoğaltması ve hâcat-ı gayr-ı zaruriyeyi (zaruri olmayan ihtiyaçları), görenekle, tiryaki ve mübtelâ (bağımlı) etmekle hâcat-ı zaruriye (zorunlu ihtiyaçlar) derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı diniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır.” (Kastamonu Lahikası, sf. 77)

Eski zamanlarda-ki çok eskiler değil- insanların sahip olması gereken zorunlu ihtiyaçları çok azdı: Başını sokacağı bir ev, içinde kullanacağı biraz eşya, yiyeceği gıdalar vb. Yakın zamana kadar da bu durum böyleydi. Ancak günümüzde gelinen noktada ihtiyaçlarımızın sayısı o kadar artmış ki saymakla bitmez. Birçoğu zorunlu olmayan, hayatı devam ettirmek için sahip olmak zorunda olmadığımız bu şeylere ulaşmak için daha çok çalışmaya ve daha çok emeğe ihtiyaç duymaktayız. Bu yapay ihtiyaçlarımızı temin etmekten, dini görevlerimizi yerine getirmeye ve ahiret yurdu için azık toplamaya vaktimiz kalmıyor. Vakit kalmaması bir yana aklımıza dahi gelmiyor, böyle bir endişemiz bulunmuyor. Bu hal de bizi gittikçe daha da dünyevileştiriyor.

Dünyevileşmemize sebep olan önemli bir diğer sebep; eskilerin tevehhüm-ü ebediyet dediği, ebediyen dünyada yaşayacağız düşüncesi. Her ne kadar birçok insan, bu dünyadan bir gün göçüp gideceğini bilse de pratikte dünyada ebediyen kalacakmış gibi davranır.

“Bir gün Resulullah (sav)'ın yanına girmiştim. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı. ‘Ey Allah'ın Resulü dedim, sana bir yaygı (halı, minder) te'min etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!’ dedim. Bana şöyle cevap verdi: ‘Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misalim, bir ağacın altında gölgelenir sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir.’ (Tirmizi, Zühd: 44)

Sevgili peygamberimizin ifadelerinde dünya hayatının çok kısa gösterilmiş olması abartı olarak görülebilir; ancak insanın ruhlar âleminde başlayıp anne karnından,  dünya hayatından, kabirden, berzahdan, haşirden, sırat ile devam edip cennet veya cehennemde son bulan uzun yolculuğu içerisinde dünya hayatı efendimizin ifade ettiği gibi oldukça kısa bir andır.

Efendimizin ifade ettiği mana aslında şudur: Biz buraya ait değiliz; bizim asıl vatanımız, olmamız gereken yer bu dünya değil. Asıl vatanımız burası değilse, yani biz bu dünyada gurbette isek neden burada ebedi kalacak gibi davranıyoruz? Neden önümüzde Âdem babamızın memleketi olan Cennet dururken biz bu gurbet ellerinden medet olmuyoruz.

Askere giden bir erin aklı daima memleketindedir. Şartları ne kadar iyi olursa olsun her asker, terhis gününü dört gözle bekler. Çünkü oraya ait olmadığını bilir. Ben buraya aitim dese de süresi dolduğunda bir an olsun orada kalamayacağını bilir. Bu dünya hayatında bir asker gibi vazifeli olan insanın asıl vatanı cennettir. Vazifesini yerine getirdikten sonra asıl vatanına dönecektir. Dünya ise bir gurbet hayatı, geçici bir görev yeridir. Ona bu kadar bağlanmak, kendimizi buraya aitmiş gibi düşünmek, büyük bir yanılgı olacaktır.

 

Nasıl Kurtuluruz?

Dünyevileşmenin tüm Müslümanları kısıp kavurduğu bir zamanda, bu hastalıktan başta kendimizi ve ailemizi muhafaza etmek, en önemli görevimiz olmalıdır. Bu konuya kafa yormalı, çözüm yolları aramalıyız. Çünkü ebedi bir hayatı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyayız.

Öncelikle şu hayatta bir gayemiz olmalı, bir hedefe odaklanmalıyız. Bir hedefimiz olmadığında rüzgârın önündeki kuru yaprak misali savrulmaya mahkûmuz. Bedîüzzaman bu konuda şöyle der: “Gaye-yi hayal olmazsa veyahut nisyan(unutmak) veya tenâsi(unutmuş gibi görünme) edilse ezhan(zihinler) enelere(benliğe, nefse) dönüp etrafında gezerler.” Yani bir gayesi olmayan veya gayelerini unutan, unutmuş gibi görünen bir kişi belli bir süre sonra tüm dikkatini kendine çevirecektir. Kendini maddi olarak doyurmaya, sürekli zevk peşinde koşmaya başlar. Bu durum onu gittikçe dünyaya daha çok bağlar. Ancak bir gayesi olan insan, bunun bilincinde hareket edecek ve dünyevileşmenin aldatıcı yüzüne kanmayacaktır.

Bununla birlikte bizi dünyaya yaklaştıran ve ona daha çok bağlanmamızı sağlayan etken maddiyattır. Daha çok kazanmak daha çok mal elde etme ve daha çok biriktirme. Evlatlarımıza rahat bir hayat sunma ve bizden sonraki hayatlarında sorun yaşamamaları isteği bize daha çok çalışmaya, daha çok biriktirmeye itmektedir. Burada çalışmayı, tasarruf yapmayı elbette kast etmiyoruz. Kastettiğimiz şey bu maddi olanaklara ulaşma yolunda verdiğimiz tavizler, yitirdiğimiz değerlerdir. Yoksa helal yoldan çalışıp rızkını kazanmak bilakis övgüye layıktır.

Daha çok kazanmak ve mal sahibi olmanın yolu, değerlerimizden taviz vermek, dünyaya daha çok sarılmak değildir. Maddi kazancın en önemli yolu iktisat ve kanaattir. İktisat(parayı israf etmemek) ve kanaat (elindekilerle yetinmek) öyle bir hazinedir ki girdiği evi zenginleştirir. Berekete vesile olur. Bir atasözümüz “İşten değil dişten artar.” der. Yani zengin olmanın yolu daha çok çalışmak değil daha az tüketmektir. Yine Bedîüzzaman; iktisat ve kanaatin maaştan ziyade(daha çok) geçimi sağlayacağını ifade ederek bunu belirtir. Daha çok kazanmak uğruna, helal haram hassasiyeti gözetmeden çalışmak bize maddi ve manevi bir yarar sağlamaz. Maddeten zenginleşmenin ve dünyevileşmenin tuzağından kurtulmanın çaresi iktisat, kanaat ve şükürdür.

Şunu da unutmamak gerekir ki dünya malı deniz suyu gibidir. İçtikçe daha çok susatır, daha fazla içmek istersiniz ama bir türlü suya kanamazsınız. Gittikçe suya olan ihtiyacınız artar. Dünya malı da böyledir. Onu kazanma hırsının da bir sınırı yoktur. Kazandıkça daha çok kazanmak isteyecektir. Dünyaya daldıkça dünyaya yakınlaşıp uhrevi olandan uzaklaşacağız. Ve her geçen gün daha da dünyevileşeceğiz.

 

Dünyevileşmenin Sonuçları

Dünyevileşmenin sebeplerinden, etkilerinden ve kısmen çözüm yollarından söz ettik. Ancak bunların yanı sıra anlatılması gereken, üzerinde durulması icap eden önemli bir diğer husus da dünyevileşmenin sonuçları üzerine olmalıdır. Dünyevileşen insan ne kazanır ve ne kaybeder? Dünyevileşme sonucunda karşılaşacağımız durumlar nelerdir? Dünyevileşmenin neticesinde bizi bekleyen sorunlar nelerdir?

Dünyevileşmenin şahsi, ailevi, toplumsal ve dini (İslam dini açısından) sonuçları vardır.

Dünyevileşmenin en önemli şahsi sonucu şudur: Dünyevileşen insanın dünya ile olan bağının güçlenmesi sonucunda içinde bulunduğu ahiret imtihanını kaybetme tehlikesidir. Elbette kimin Cennet’e kimin Cehenneme gideceğini Allah’tan başka kimse bilemez. Ancak, “Şeriat zahire(görünüşe) bakar.” diye bir kaide vardır. Dünyevileşen, dünya ile arasına hiçbir şey girmeyecek kadar dünya ile iyi ilişki içerisinde olan bir insanın büyük imtihanı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bir diğer şahsi sonuç da yazımızda kısmen ifade ettiğimiz doyumsuzluk ve huzursuzluktur. İnsan yalnız maddeden oluşmuş bir varlık değildir. Hatta diyebiliriz ki insanın manevi yönü maddi yönünden daha fazladır. Maddi boyut zayıf geçicidir. Bizi biz yapan maneviyat ve onun ruh, vicdan, duygu vb. dediğimiz unsurlarıdır. Kişi ruhunu, manevi yönden kendini doyurduğu oranda mutluluğa ulaşacaktır. Bu noktada maneviyatımızı doyuran ibadet, tefekkür, dua, tevekkül, paylaşma, yardımlaşma gibi manevi gıdalara her daim muhtacız. Bu manevi gıdalardan yoksun olan insanın yönü hep aç kalacaktır. Edindiği maddi kazançlar, maddi eğlenceler onu yalnız madden tatmin edecek ama ruhundaki açlığı doyuramayacak ve mutsuzlaşacaktır. Mutsuzluğuna çözümü yine maddede arayacak ve bir süre sonra doyumsuz bir hal alacaktır. Bir süre sonra maddi zevkler de kendisini tatmin edemeyecektir.

Osmanlının son dönem şahsiyetlerinden olan Beşir Fuat’ın intiharı bu doyumsuzluğun sonucudur. Ayrıca Avrupa’da, gençler arasında intiharın artmasının temel sebebi yine maneviyattaki eksiklikle beraber, doyumsuzluktur. Dilediği her şeye ulaşan, her türlü imkana sahip ama bunlarda mutluluğu ve huzuru yakalayamayan insanın ulaşacağı nihai nokta, kendi sonunu hazırlamak olacaktır.

Dünyevileşmenin aile fertlerimiz üzerinde de ciddi etkileri/sonuçları var. Ülkemizin son yıllarda maddi anlamda ciddi dönüşümler yaşadığını söyleyebiliriz. Bu son 15 yıllık süreci kapsayan dönüşümün öncesinde yaşayan insanlarda, dünyanın süslü/rahat yüzüyle karşılaşmadıkları için,  dünyevileşme de o oranda azdı. Dünyevileşmeden az etkilenen insanlarda İslami bir bilinç oluşturmak daha kolay olmuştur. Bununla birlikte anne-baba hakkına, sılayı rahime önem veren, akrabasını tanıyan, seven ve değerlerine, adetlerine bağlı bir insan profili mevcuttu.

Ülkemizin refah yıllarında doğan ve büyüyen çocuklarımızın dünyevileşmenin tuzaklarına daha rahat kapıldığını görmekteyiz. Bununla beraber manevi değerler her geçen gün anlamını yitirmekte, anne-baba hakkı, büyüklere saygı, sıla-yı rahim ve değerlere, adetlere sahip çıkma birer anlamsız söz olarak kalmaktadır. Bu hastalık neticesinde gençler gittikçe bireyselleşerek İslam’ın birleştirici ve bütünleştirici gücünden uzaklaşarak İslami bilinçten mahrum kalmaktadır.

Aile bireylerinin arasında maddenin değeri arttıkça mana, anlamını yitiriyor; aileyi birbirine bağlayan görünmez ipler kopuyor. Bu da aile kurumunun dağılmasına ve ebeveynlerin görev ve yetkilerinin pasifize olmasına yol açıyor. Dünyevileşmenin aile üzerindeki sonuçlarını daha da saymak mümkün; ancak sözün güzelliği kısalığındandır, deyip bırakıyoruz.

Dünyevileşmenin dinimiz ve ümmet üzerinde de ciddi sonuçlar doğurduğunu görmekteyiz. Yukarıda İslam’ın birleştirici rolünden söz ettik. Allah, bizim belli aralıklar da olsa bir araya gelmemizi omuz omuza vermemizi istemekte. Camide kılınan namazın evde kılınandan 27 kat daha sevap olması bundandır. Cuma namazının farz olması, bayram namazlarının vacip olmasının bir hikmeti de budur: Bir araya gelip, bir ve diri olmak…

Ancak dünyevileşen, dünyaya dalan ve bunun sonucunda bireyselleşen insan için Müslüman kardeşlerinin derdi, sorunları diye bir kaygı söz konusu olamaz. Dünyevileşen bir insanın tek derdi kendi şahsi rahatı ve menfaatidir. Dünyanın çeşitli yerlerinde gerek açlıkla, gerek savaş, baskı ve zulümle sıkıntı yaşayan Müslümanların sorunlarına dünyevileşen Müslüman’ın çare olması mümkün değildir. Bu Müslümanların sorunlarına kafa yorması imkânsızdır. Yani dünyevileşen Müslüman, İslam’ın izzetini ve Müslüman’ın onurunu zedeleyen olaylar karşısında pasifleşir. Bir süre sonra duyarsızlaşır. Bu duyarsızlaşma ile kendi izzet ve onurunu yitirir.

Cenab-ı Hakk bizi, ailemizi ve tüm Müslümanları dünyevileşme girdabından korusun. Amin.

Bu yazı toplam 1951 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.