DÜŞÜNÜP ÖĞÜT ALAN YOK MU? / Köşe Yazısı - İsmail IŞIK

20.05.2021 00:46:44
İsmail IŞIK

İsmail IŞIK

 DÜŞÜNÜP ÖĞÜT ALAN YOK MU? 

 
İnsanların doğru yolu bulması için onlara akıl veren, aklın şüpheden kurtulması ve istikamet bulması için bir de kitap gönderen ve bununla da yetinmeyip kitabı beyan etmesi için peygamber gönderen âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. 
 
“Ben Müslümanlardanım” deyip salih amel işleyerek Allah’a davet edenden söz bakımından daha güzel kim olabilir.” (Fussilet 33) Allah’ın bize Kuran’da bildirdiği peygamberler kıssalarında şunu görüyoruz; toplumların yapısına göre peygamberler farklı davet yöntemlerini kullanmıştır. Aynı zamanda bu peygamberlerin toplumdaki sosyal statülerinin de birbirinden farklılık gösterdiğini ve geldikleri toplulukların da genel olarak birbirinden farklılık arz ettiğini de görüyoruz. 
 
Örneğin Şuayb (a.s)ınkavmi arasında ticari ahlaksızlık olarak söyleyebileceğimiz ölçü ve tartıda hilekârlık yaygın ikenLut (a.s)ın, kavminde ise cinsel ahlaksızlık olarak nitelendirilen kötülükler yaygındı. Hud (a.s)’ın kavmi, güçlerinden dolayı kendini beğenmiş çevre toplumlara zulüm ediyorlarken, Musa (a.s)ın kavminin durumu ise daha farklı idi. Küfür ile özdeşleşmiş zalim bir toplum ile Musa (a.s)ın çağrıda bulunduğu nerede ise İslam ile özdeşleşmiş mazlum bir toplum vardı. İsa (a.s)’ın gönderildiği toplum ise şeklen dindar bir toplum gibi gözüktükleri halde aslında aralarında dinin sadece şekli kalmış ancak ruhu kaybolmuştu. 
 
Peki, peygamberlerin sosyal statüsü nasıldı; İbrahim(a.s) babası veya akrabası put yapıcısı idi, Musa (a.s) sarayda yetişmiş sonra firar etmiş biri idi, Yusuf (a.s) Mısır’da bir yabancı iken, Salih(a.s ) kendisinden umut beslenen biriydi. Peygamberler nasıl bir yol izliyordu; Musa(a.s) mazlum bir toplumu zulümden kurtarmaya çalışıyordu. İsa(a.s) dinin değiştirilen ve tahrif edilen bölümlerini ıslah edip ahlaki boyuta vurgu yapıyordu. Yusuf(a.s) büyük bir ekonomik krizde bulunan halkı öncelikle o durumdan kurtarmaya çalışırken, İbrahim(a.s) halkı düşünmeye sevk edip büyük yankılar uyandıracak eylemlere girişmiştir. Bunları bilmemiz bize ne kazandırır 
 
Geçmiş toplumların düştüğü hataların aynısına ya da benzerlerine biz de düşebiliriz. Bizden önce vahye muhatap olmuş toplumların düştüğü yanlışlara karşı uyanık olmak ve aynı hatalara düşmemek için zamanında tedbir almak gerekir. Günde kırk defa Fatiha suresinde “Bizi gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna uğratma” diye dua ediyoruz. Çünkü dua gerekli, yeterli mi tabii ki değil.  
 
Her Müslümanın kendi gücü nispetinde Allah’ın yanında yer alıp mücadele etmesi gerekir. Kimi bilgisi ile kimi zenginliği ile kimi güzel hitabeti ile vs. özellikleri ile İslami bir duruş sergilemesi gerekir. Bir kere insan iman ettikten sonra gerisin geriye eski batıl davranışlarına dönmemeli, niçin iman ettiğini unutmamalıdır. Kurtuluş reçetesini Rabbimiz bize veriyor; “Sizden hayra ve iyiliğe davet eden, iyiliği emredip kötülüklere engel olan bir toplum oluşsun. İşte kurtuluşa erenler de onlardır” (Âl-i İmrân;104). Bir başka ayette “Siz insanlık için (tarih sahnesine) çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder kötülüğü yasaklarsınız/engellersiniz.”(Âl-iİmrân;110)  
 
Asr suresinde de, insanın kurtuluşu için iman edip salih ameller işlemekle beraber, hakkı ve sabrı tavsiye etmesinin de gerekli olduğu vurgulanırYüce kitabımız Kuran’da bu minval üzere birçok ayet zikredilmiştir. Bu anlamda davetMüslüman’ın ertelenemez bir sorumluluğudur. Özellikle ifsadın, zulmün hiçbir dönemde bu kadar yaygın olmadığı gerçeğini de göz önünde bulundurduğumuzda, biz Müslüman’ların yeryüzünün adaletle, merhametle, barışla yeniden inşası için elimizden gelen çabayı göstermemiz gerekmektedir. 
Hz. Peygamber (s.a.s.: "Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin; gücü yetmezse diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin ki bu, imanın en zayıfıdır. " (Müslim, İman, 78) buyurarak davet görevinin imanla ilişkili bir husus olduğunu belirtmiştir.  
 
Müslümanın davet görevini terk etmesi Yahudiliğin bize enjekte ettiği bir durumdur. Bunu Hz. Peygamberin(S.A.V) şu hadisinde görmek mümkün. "İsrâiloğulları arasında zulüm yaygınlaştığı zaman onlardan biri, diğerini bir günah işlerken görür ve önce o işten sakındırırdı. Fakat ertesi günü, o adamla oturup kalkabilmek, yiyip içe bilmek(menfaat sağlamak) için gördüğü kötülükten sakındırmazdı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak onları birbirine düşürdü ve haklarında: İsrâiloğulları'ndan olup da küfredenlere Dâvûd'un da, Meryem oğlu İsa'nın da diliyle lânet olunmuştur. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve ifrata sapmaları idi. Onlar, işledikleri herhangi bir fenalıktan birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta devam ettikleri (o hâl) ne kötü idi! (Mâide, 78-79) âyetlerini indirdi. Evet, siz de, ya zalime engel olursunuz ve onu hakka çekersiniz; ya da bu durum sizin başınıza da gelir. " (İbn MâceFiten, 20; TirmizîTefsîru Sûrati'l-Mâide, 7) (bkz. kuran yolu tefsiri 321ve 322. Syf) 
 
Günümüzdeki gelişmeler tehlikenin pek de uzak olmadığını göstermektedir. Peygamberimizin (s.a“İnsanlar kötülüğü görüp de ona engel olmazlarsa, Allah’ın azabıyla onları kuşatması yakındır” sözleriyle azabın, mutlaka gökten taş yağması şeklinde bir azap olması gerekmez. Salih (a.sPeygamberin kavminin imtihan aracı kılınan hususu hepimiz biliyoruz, nimete nankörlük etmeleri (deveyi kesmeleri). Kur’an-ı Kerim “Onu kestiler fakat pişman oldular” (Şuarâ Suresi 157. Ayet) buyuruyor.  Deveyi kesen bir kişidir. Ayette suçlanan, bu olaya seyirci kalan toplumun tamamıdır. Bela da sadece bu işi yapanı değil, bu işe sessiz kalan bütün toplumu kuşatmıştır. 
 
Hayatımıza yön verenin Allah ve Kuran olması gerekirken Avrupa’yı ve Batıyı kendimize örnek alıyoruz. Ne onlar gibi olabildik nede kendimiz olabildik; başka bir cins türedi. Elindeki bir çöpü, çöp poşetini ortalığa atmaktan çekinmeyen, ağzındaki balgamı sokağın ortasına bırakmaktan utanmayan, komşusunun namus ve iffetine yan gözle bakmaktan imtina etmeyen, din kardeşinin ayağının kaymasını dört gözle kollayan fakat kendisine Müslüman’ım diyen insanlar olduk.  
 
 
 
Kendini koruyamayan insanın bir başkasını koruması abestir. İnsanın sosyal bir varlık olmasından dolayı etkiler ve etkilenir. İnsanı şekillendiren çevredir, çevreyi şekillendiren de insan. Bu konuda İmam-ı Gazali  ‘İnsan çevrenin mahsulüdür’ der. Her yönü ile bu zamanda Müslüman’ı çekip çevreleyen sekülerizminhayâsızlığınfitne ve fesadın bu denli yaygınlaştığı, ifsadın Müslümanların hayatını tehdit ettiği bu zor dönemde, Müslümanların her zamankinden daha çok çalışmaya, gayrete ihtiyacı vardır. Şunu iyice bilmemiz lazım ki yoğun ve kapsamlı çalışma ve gayretin dışında yaygınlık kazanan virüsleri ve ifsadı etkisiz hale getirmek pek mümkün değildir. Bugün bizler dünyayı önceleyip, Ahreti öteliyoruz. 
 
Günümüzde dünyanın sosyo-ekonomik yapı bakımından bir bozulmaya uğradığı; dünya düzeninin ve insanlığın, adaletsizlik, emperyalizm, sömürü, katliam, zulüm, maddi-manevi çevre felaketleri gibi unsurların son raddeye vardığı zaman dilimini yaşıyoruz. 
 
Su kaynarken patatesi yumuşatır ama yumurtayı sertleştirir. Senin hangi şartlarda olduğun önemli değil, senin ne olduğun önemli. Böyle hassas bir zamanda her Müslüman kardeşimiziçinde bulunduğu şartlara ve duruma göre yoğunlaşmalı ve işini en güzel şekilde yapmak için çabalamalıdır. Hiç kimse İslami harekete yönelik çalışmaları sadece mesai dışı boş zamanlara, hafta sonlarına öteleme gibi bir davranışın içerisine girmemelidir. Bizim boş bıraktığımız her alanı inan ki batıl dolduruyor, hayat boşluk kabul etmez. Ertelemeler, gevşemeler ve ihmalkârlıklar bozgunculara daha fazla yer açmakta, telafisi mümkün olmayan sıkıntılar oluşturabilmektedir.  
 
Hastalık ve ölümün ne zaman gelip bizi bulacağı belli değildir. Bir virüs kapımıza dayandı ha bizi buldu ha bulacak. Dışarı çıkamıyorsun, elinden hiçbir şey gelmiyor, hadi bakalım Allah için ne yapabileceksin. Sanki kıyametin provası gibi, artık ölüm gelip dayandığında iş işten geçmiştir. Eldeki imkânlar sürekli olmadığı gibi müsait zaman ve ortamların ne kadar devam edeceğinin de garantisi yoktur. Müslüman kardeşlerimizin genelinde, özellikle İslami duyarlılığı olan kardeşlerimizde bir rehavetin yaşandığı görülmektedir. Dünyaya postumuzu sermiş oturuyoruz, zaman oturmak zamanı değildir silkelenip kendimize gelmemiz, ölü toprağı üzerimizden atmamız lazım. Ahirette semeresini ve meyvesini alacağımız dünya tarlasına ne ektiğimizin muhasebesini yapmalıyız.  
 
Durum bu olunca İslam`a ve Müslümanlara hizmette ve çalışmalarda istenilen verim elde edilememekte ve istenilen hedeflere ulaşılamamaktadır. Yaptığımız davetin doğru neticelenmesi içinplânlı, programlı ve metodlu çalışılması gerekmektedir. Gayemize ulaşmak için yöntemimiz, usulümüz doğru olmalıdırYöntem hatalı ve uzaklaştırıcı ise inancımızın yüceliği yetmez. Rabbimiz bu konuda da rehberlik ediyor, ayeti kerimelerde ;  "(İnsanları) rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel (yol) hangisi ise onunla yap."(Nahl125) Peygamberimiz efendimiz(s.a.s.) de yaşayışıyla, davranışlarıyla ve sözleriyle davet faaliyetinde metodun önemini vurgulamış, bu konuda en güzel ve en geçerli örnekleri sergilemiştir. " Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. " (BuhârîCihâd, 164) buyurmaktadır. 
 
Biz ne yapmalıyızher bir kardeşimiz, kendi alanı üzerinde kafa yormalı, çalışmaların önünü açacak fikirler üretmeli, yeni önerilerde bulunmalıdır. Tabiki yerinde oturarak, ahkâm keserek değil. Kardeşlerimizin tümünü harekete geçirecek çalışmalar yapmalı, rehavete yol açan sebepleri ortadan kaldırmalıyız. Hiç kimse çalışma alanından habersiz olmamalı, sürekli olarak çalışma alanını gözden geçirmelidirProgramlı, beraber çalıştığı kardeşleri ile uyumlu, büyük bir azim ve ihlâsla çalışıp rehaveti üzerinden atmalıdır. Kardeşlerimiz, Kuran ve sünnet çerçevesinde olduğu müddetçe kendisine tevdi edilen görevi en iyi şekilde yerine getirmek için büyük bir gayret içine girmelidir. 
 
Her Müslüman bir davetçidir, ciddi ciddi muhasebesini yapmalı, başkalarıyla ilgilenme konusunda zaafiyet içine girmemelidir. Ulaşabileceğimiz, kendimize yakın insanları belirlemeli ve onlarla yakın bir diyaloğa girip ilgilenmeliyiz. Her birimizin dost ve akrabaları üzerinde programı olmalıdır. Onları ziyaret etmeli, bir araya getirip buluşturma faaliyetleri yapmalıyız. 
 
Bizler yaptıklarımızla, yazdıklarımızla, söylediklerimizle, okuduklarımızla Müslümanız ve bunların tümünden hesaba çekileceğiz. Her iki dünyada da mutlu olmak istiyorsak Müslümanlığımızı yeniden sorgulamamız gerektiğini hatırımızdan çıkarmayalım. Sadece kendimizin iyi olması, ibadetlerimizi yerine getirmemiz yetmez. Dünyaya bir kere geliyoruz, gönlümüzce yaşayalım yanılgısına düşemeyiz. Bu yanılgıya düşenleri uyarmak bizim vazifemizdir. Başkasından bana ne! diyemez bir Müslüman. 
 
Yüce Allah (c.c): “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yol üzere iseniz, sapmış kimse size zarar veremez.” (el-M”âide, 105) Hz. Ebû Bekr (r.a) bir hutbe esnasında bu ayeti okur ve arkasından şöyle der: “Sizler bu ayeti okuyor ve yanlış tevil ediyorsunuz. Oysa ben Hz. Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu işittim: “İnsanlar bir münker gördüklerinde onu engellemezlerse, Allah Teâlâ’nın, onların hepsine birden azap göndermesi yakındır.” 
 
Ya Rabbi; Bizi gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna uğratma. 
 
Bu yazı toplam 3364 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.