SANAL BİR DÜNYANIN İMKÂNI ÜZERİNE BAZI SORULAR / Köşe Yazısı - Mehmet ÖZEL

2.12.2021 21:49:08
Mehmet ÖZEL

Mehmet ÖZEL

 

SANAL BİR DÜNYANIN İMKÂNI ÜZERİNE BAZI SORULAR

GİRİŞ

Her geçen gün toplum üzerindeki ağırlığını daha fazla hissettiren sosyal medya, bir iletişim aracı olmaktan ötegünümüzde artık toplumu dönüştürme aracı olmuştur. Arap Baharı, corona süreci ve dünyadaki diğer tüm gündemleri sosyal medya yönetti, dersek yeridir. Bu anlamda Türkiye’de gerçekleşen genel ve yerel seçimlerde sosyal medyanın rolü üzerine yapılan akademik çalışmalar da bu yeni olgunun özellikle merkez medyanın koltuğunu salladığına, 4. güç olarak kabul gören medyanın merkez değiştirdiğine dikkat çekmektedirler. İnsanlık açısından yeni olan bu olgunun gelecekte nasıl evirileceği veya toplumu nasıl dönüştüreceği büyük önem taşımaktadır.

 

Sosyal medya cephesinde durum böyle iken bilgisayar teknolojilerindeki gelişmeler (djital devrim); eğitim, etik, finans, kültür, sanat gibi alanlarda köklü değişimler vaad ettiğini iyice hissettirmeye başladı. Finans yönetimi, sanal paralar, eğitim araç ve gereçleri, ahlak ve din eğitimi, irade eğitimi, bilginin kaynakları ve güvenilirliği, bilgiye ulaşmanın kolaylığı, sanatın popülerleşmesi ve sıradanlaşması, haber alma kaynaklarının kontrolsüzleşmesi; tüm bu yeniliklerin yol açtığı yeni durumlar beraberinde birçok yeni sorunun sorulmasını gerekli kılmaktadır.

Diğer yandan bu konu etrafında yapılan gelecek tasavvurlarına bakıldığında, ayağı yere basan çalışmaların azlığı da göze çarpmaktadır. Şöyle ki bu konu etrafında yapılan çalışmalar büyük oranda insanlığın değişen ihtiyaçlara göre yeniden şekilleneceğini ön görse de, insan doğasının tabii ihtiyaçlarını es geçmekte veya görmezden gelmektedirler. Sınırların olmadığı, kimliklerin önemsizleştiği, insanlığın kültür seviyesinin yükseldiği, cemaatleşmenin olmadığı bir dünya tasavvuru kanaatimce ayağı yere basmayan tasavvurlar kategorisinde ele alınmalıdır.Fakat tüm bu saydığımız alanlarda bir mantalite değişikliğinin olmayacağını söylemek de aynı şekilde problemli bir bakış açısı olur. Bir tarafta yeni teknolojinin insanlığın temel ihtiyaçlarını bile değiştireceğine dair yapılan yorumlar, diğer taraftan tüm bu değişimlere karşı kör bir duruşun ifrat ve tefrit noktaları olduğu açıktır. Bu açıdan yeni soruların sorulması gereği kendini iyiden iyiye hissettirmektedir.

 

            1. Sosyal Medya Merkez Medyadan Daha mı Özgür?      

Bilindiği üzere modern zaman medyası bir merkez üzerinden yürürdü. Belli bir ideoloji ya da ekonomik ve siyasi gücün temsilciliğini yapan klasik medya araçları, geçmişte kültürü popülerleştirmekle suçlansalar da bugün çok daha sıradanlaşmış bir kültür tasavvuru ile karşı karşıyalar. Bir taraftan varlıklarını devam ettirmek için yeni, sığ ve alttan gelen kültürel ve sanatsal taleplere boyun eğme eğilimi gösterirlerken, diğer taraftan bu sığlığa direnen ama gittikçe popülariteye karşı eriyen bir durum içinde oldukları açıkça göze çarpmaktadır. Söz konusu problem gelecek tasavvurları açısından da önem taşımaktadır. Zira sosyal medyanın vaad ettiği bireysel özgürlüğün ne kadar mümkün olduğu sorusu büyük önem taşımaktadır.

 

Sosyal medyada sanıldığı kadar bir özgürlüğün olup olmadığı sorusu, doğrusu bir yönüyle sosyal medyada devleşen şirketlerle ilgilidir. Mesela twitter ve facebook gibi sosyal medyadaki karartma olayı ve belli başlı konuları bilinçli olarak öne çıkarma eğilimi, bu alanın çok da sanıldığı gibi özgür olmadığını göstermektedir. Belli konuları öne çıkaran, belli konulara karartma getiren ve bireylere hissettirmeden özgürlüklerine pranga vuran bu yeni tarz, geçmişteki sansürden çok daha sinsi durmakta değil midir? 

 

Bu karartmalar veya belli konuları öne çıkarmalar dışında sosyal medya üzerinden yapılan bilgi hırsızlıkları, insanların ve toplumların siyasal, sosyal, ekonomik, dini eğilimlerini ve ihtiyaçlarını tespit etme çabalarının olduğu da görülmektedir. Bu gibi, toplum mühendisliği amaçlı çalışmaların toplumları ekonomik, siyasi ve kültürel olarak ne kadar açık bir hedef haline getirdiği de tartışılması gereken konuların başında gelmektedir. Farklı kültürler bu toplum mühendisliği karşısında nasıl bir konum alacaklarına ve bu anlamda ne yapmaları gerektiğine karar vermezlerse kan kaybetmekle kalmayacak, sömürüye daha da açık hale geleceklerdir.

 

Tüm bu söylediklerimiz, aslında klasik merkez medyanın çok daha ötesinde bir kuşatıcılıkla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmez mi?

 

Kendini kontrolsüz ve özgür hisseden ama gerçekte her türlü kontrol altında olan, ihtiyaçları ve sınırları bilinmez bir merkez tarafından çizilen bireyler, çok daha sinsi bir ağın içinde değiller midir? Geçmişteki sansür, bu günkü sinsi kuşatıcılığa göre çok daha mertçe ve masumca değil midir?

 

            2- Finansal Özgürlük Mümkün mü?

Sanal paralar yeni bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Finansın güvenliği ile ilgili sorunları bireysel şifreleme yöntemi aşan ve ağdaki bilgisayar sayısı artıkça çok daha güvenli hale gelen sanal para, merkez bankalarının olmadığı bir dünya tasavvur ettiriyor. Bunun mümkün olup olmadığı sorusu daha çok siyasal ve askerî güçle alakalı olsa gerektir. Salt ekonomik gücün bir askeri güce ihtiyaç duymadan şifreleme yöntemi ile güvenli hale gelmesi, henüz tasavvuru zor bir durum olarak görülmekte ise de önümüzdeki yıllarda giderek güçlenen sanal paranın belli merkezlerde konumlanması beklenmektedir. Bu konumlanmanın veya gücün, “bir askeri güç mü yoksa sanal bir güç mü?” olacağı önemli bir soru olarak karşımızda durmaktadır.

 

Bu anlamda ulus devletler kendilerini büyük baskı altında hissedecek duruma henüz gelmiş olsalar da gelecekte bireylerin yönettiği bir finansal olgu, önemli bir sorun olarak karşımızda duracaktır. Fakat bu yeni durum karşısında tedbirler alamayan devletlerin finansal anlamda güç kaybedecekleri açıktır. “Bu anlamda bireylerin yönettiği merkezi olmayan bir finansal özgürlük ne kadar mümkün?” sorusu şimdiden büyük önem taşımaktadır.

 

            3- Bilgiye Ulaşmanın Kolaylaşması Ne İfade Ediyor?

Sanal dünya hiç şüphesiz bilgiye ulaşmayı kolaylaştırdı. Bilgiye ulaşmanın kolaylaşması beraberinde bir mantalite değişikliğini gerekli kılmaktadır. Zira sanayi devriminin bilgiye ulaşmayı kolaylaştırması ile teşekkül eden zorunlu eğitim ve ulus devlet olgusu, sanal devrim ile beraber kendine yeni bir yol çizmek durumundadır. Sanayi devrimi ile beraber geniş kitlelere ulaşan bilgi, bu gün artık sıradanlaşmıştır. Bir flaş bellekte kütüphaneler taşımanın mümkün olduğu bir gerçeklikte hala bazı zorunlu bilgileri dikte ettirmek hiç şüphesiz okulu anlamsız kılmaktadır. Bu açıdan okul, daha sistematik bir bilgi mantalitesi ve sistemli bir ahlak eğitimi sunmalıdır. Hele teknolojiye karşı hissettiğimiz ezilmişlik psikolojisi ile, bir kısım zorunlu bilgileri afişe edip görsel haline getirme çabası, bu işi gün geçtikçe içinden çıkılamaz hale getirmektedir. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; sıradan ve dikte bilgiyi ne kadar görselleştirip afişe edersek edelim o, sıradan olmaktan öteye geçemeyecektir. Bilgisayar kullanıyor olmamızın verdiği heyecan, bize daha güncel olduğumuzu hissettirse de, elimizdekinin yeni nesil için sıradan bir alet olduğu unutulmamalıdır.

 

Bilginin sıradanlaştığı bir realitede eğitim kurumları bilgiyi değil, bilgiye ulaşmanın yollarını göstermeli ve bireyleri bilgiye ulaşmaları gerektiğine ikna etmeli değiller midir?

 

Aynı şekilde bu realite bilgiden çok, sistemli bir ahlak, irade ve sanat eğitimini zorunlu kılmakta değil midir? Zira her bireyin her türlü bilgiye ulaştığı bir ortamda; hazlarına hitap eden bilgiden çok lazım olan ve zevk-i selime hitap eden bilgilere ulaşma çabası, güçlü bir irade ve bu iradeyi ayakta tutan ahlak eğitimi ile mümkündür. “Eğitim sistemleri, sistemli bir sanat eğitimi ile zevk-i selim sahibi, sistemli bir ahlak eğitimi akl-ı selim sahibi ve güçlü bir irade eğitimi ile fıtrat-ı selim sahibi bireyleri nasıl yetiştiririm?” sorusunu çok acil sormalıdırlar. Yoksa değersiz, nihilist, iradesi zayıf bireyler; geçmişten çok daha fazla hazlarına yenik düşecek ve bilgiden çok hazlarının peşine düşeceklerdir.

 

            4- Sanal Değişime Direnmek Mümkün mü?

Sanayi devrimi ile birlikte insanın makinelere yenik düşmesi, Avrupa’da özellikle J.J. Rousseau ile birlikte büyük tehlike olarak görüldü. Bu problem insanın özne iken nesne olması gibi bir tehlike idi ki bu, İslam kültüründe; halife olan ve eşref-i mahlukat olan insanın eşyaya kul olması şeklinde kodlanır. Zira kanaatimce dünyayı imar etme görevi verilen insan fıtrat üzere yaratılmıştır, bu selim fıtrat onu her türlü hatadan korur. İnsanın fıtratı ise eşyaya hâkim olmayı ve tabiatı imar etmeyi gerekli kılar. Fıtratı bozulmuş insan ise; eşyaya köle olan, tabiata hâkim olmaya çalışan insandır. Fıtrat teorisi bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Eğer insanın fıtratı bozulursa özne olmaktan çıkar, belli bir realitenin nesnesi olur.

 

Dijital devrim ise beraberinde çok daha derin bir değişim getirmektedir. Kimi insanlar makineye bile kul olmuşken, makineye can veren bir teknoloji karşısında insanlığın nasıl bir konum belirleyeceği gelecek tasavvuru açısından hiç şüphesiz paniğe sebep olmuştur. Bu anlamda ayağı yere basmayan ve insanı salt eşyaya köle bir varlık olarak gören tasavvurlar, hiç şüphesiz anlamsız tasavvurlardır. Sanayi devriminin yarattığı yıkımı, oluşturduğu kapitalist zihin dünyasının tüm çabalara, katliamlara ve savaşlara rağmen insanlığı teslim alamadığının açık örneği var iken, kanaatimce insanlık yeni teknoloji karşısında paniğe kapılmamalıdır. Yeni durumu; teslim olunması gereken bir realite olarak görmemeli, bunun yerine bir problem olarak ele almalıdır. Özne (halife) olma konumunu kaybetmeden, eşyaya mahkûm olmadan, ona hâkim olarak, adil bir ve paylaşımcı dünya tasavvur etmelidir.

 

Tüm bu değişimler;postmodernizmi,modernizmin aksine rölatif bir insanlık önermekte gibi göstermektedir. Salman Sayyid bu yeni rölatif zihni, batı merkezli bilimi tartışmaya açacağı ve yeni bir zihin dünyası doğuracağı için olumlu bir gelişme olarak görmektedir. Rölatif bir gençliği tehlike olarak görenlerin aksine ben de böyle bir toplumun zihin dünyasının selim fıtrata çok daha yakın ve açık olduğu kanaatindeyim.

 

Ancak tüm bu umutlarımız kadim olana, fıtrî olana ve ahlakî olana karşı duruşumuza bağlıdır. Belli bilgileri dikte eden bir eğitim sisteminden çok; fıtrî olana yönlendiren, ahlakı önceleyen bir sistem, hem doğal zekayı yakalamamıza imkân sağlayacak, hem de selim fıtratı muhafaza etmemize ön ayak olacaktır. Aksi takdirde, değerleri olmayan nihilist kişilik, ibadet etmenin zevkine erişmemiş  asiinsan, son tahlilde eşyaya kul olacaktır. Özne olma gibi bir hedef, ona kadük gelecektir.

 

“Peki, bizim eğitim sistemimiz bu ihtiyacı ne oranda karşılıyor?” derseniz.

 

Kanaatimce bir asır önce temeli atılan ve henüz kendini güvence altında hissetmeyen, bir ulus devlet refleksi ile karşı karşıyayız. Ulus devletin üzerine bina edildiği laik, ulusalcı ve Batıcı zihin dünyası, henüz; ahlak, din, irade, sanat ve felsefe eğitiminin birlikteliğini kabul etmiş değildir. Eğitimde saydığım tüm bu unsurların bir bütünsellik arz ettiğini ve tüm bu olguların kadim olan bir gelenekle mümkün olduğunu kabul etmek bir yana, tüm bu saydıklarımıza eğitimde yabancı unsurlar olarak bakmakta ve kadim geleneğimizi kendi geleceği açısından tehlike olarak görmektedir. Saydığım bu unsurları eğitime dâhil olmuş ve törpülenmesi gereken unsurlar olarak görmektedir. Bu açıdan sivil, müfredata boğulmamış ve özgür takviyelere çok daha fazla ihtiyacımız var.

 

SONUÇ

Sonuç itibariyle, Sanayi Devrimi nasıl efendilerini ve bu efendilerin kölelerini doğurdu ise dijital devrim de aynı şekilde efendilerini ve kölelerini yaratacaktır. İnsanlığı her türlü kölelikten beri kılacak ise selim bir fıtrattır. Kadim kültürümüz fıtratın muhafazası anlamında büyük hazineler barındırmaktadır.Eğitim sistemi selim fıtrata çağrıyı ve kadim kültürü bir tehlike olarak görmekten vazgeçerse, yeni olana daha olgunca yaklaşan, kadimin keşfini önemseyen bir toplumun inşasına büyük katkı sunacaktır. Tamamen sanal bir dünyanın imkânı ise tartışılmaya devam edecektir. Onun için yeniye teslim olmak yerine sorgulamak, yok saymak yerine paniklemeden anlamaya çalışmak ve çözümlenmesi gereken bir problem olarak görmek, hem dünyası hem de ahreti mamur bir toplum açısından büyük önem taşımaktadır.


 

 

 

 


 

Bu yazı toplam 3916 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.