MUTLULUĞUN KİMYASI / Köşe Yazısı - Ömer MAÇİN

20.02.2021 02:39:52
Ömer MAÇİN

Ömer MAÇİN

 

MUTLULUĞUN KİMYASI

Mutluluğu uzaklarda aramayın derler. “Mutluluk içinizdedir çünkü uzaklarda aradığınız bir avuntudur” ya da “Huzur içinizde saklı” gibi gibi cümlelerle günümüzde sık sık karşılaşabiliriz. Peki mutluluk nerededir? İnsan nasıl mutlu olur, huzuru nasıl yakalar?

İnsanlığın varoluşundan beri belki de en çok ulaşmak için gayret sarfedilen, aranan, özlenen duygu mutluluk olsa gerek. Zira mutlu olmak fıtri bir duygu, belki de dünyada cenneti yaşama arzusunun yansıması. Ne olursa olsun, ne kadar kafa yorulursa yorulsun; evrensel bir cevap bulunamamıştır mutluluğun ne olduğu ve nasıl ulaşılacağı ile ilgili. Herkes dünya görüşü çerçevesinde bir tanım getiriyor çünkü.  Günümüzde de bu arayış devam ediyor.

Mutluluk; “bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, mut (I), ongunluk, kut, saadet, bahtiyarlık, saadetlilik” olarak sözlükte tanımlanıyor. İnsan genel itibariyle elinde olmayıp özlem duyduğu bir nesne, makam, duygu, varlık, bilgi vb. eline geçince mutlu olacağını düşünür ve gerçekten bazen mutlu da olur. Sevdiği kişi ile evlenirse, ulaşmaya çalıştığı bir makamda olursa, hoşuna giden bir mesken ya da bineğe sahip olursa, hayal ettiği üniversiteye giderse, beğendiği bir telefonu veya elbiseyi alırsa mutlu olacağını düşünür. Ne yazık ki tecrübeler bu mutluluğun bir süre sonra sıradanlaştığını, başka mutluluklara yelken açıldığını gösteriyor. Peki gözünde büyüttüğü arzusu,  neden bir süre sonra normalleşir ya da hatta nefret edilir hale gelir?

Bu sorunun cevabında (Allah rahmet eylesin) İmam Gazali’nin görüşlerine başvurmak ufuk açacak türdendir. İnsana lezzet veren şeyler mutluluk da verir. Ancak her şeyin lezzeti kendi hususiyeti cinsindendir ve fıtratı (yaratılışı/tabiatı) gereği lezzet alabileceği şekilde lezzet alabilir. Örneğin, gözümüz lezzetini güzel suretlerden alırken, kulağımız hoş nağmelerden lezzet alır. Çünkü göz ve kulak bu fıtratta yaratılmıştır. Aynı şekilde mutluluğun merkezi olan kalbimiz de marifet ile lezzet bulur. Yani hakikati bilmek ve anlamakla. O yüzden her insan bilmediği şeyi merak eder, öğrenmek ister ve öğrenince de mutlu olur. En değerli bilmek ise en değerli olanın bilgisidir. Her şeyi yoktan var eden, rızık veren, muazzam kainat nizamını avucunda tutar gibi idare eden, her şeyi bilen, gören, duyan ve her şeye gücü yeten, bilginin asıl kaynağı olan yüce Allah’ın marifetidir en kıymetli bilgi. En şerefli ve kutsal olan Allah’ın bilgisidir.

Nasıl ki kulak, görüntünün lezzetini alamazsa; göz de bir sesin lezzetini alamaz. Çünkü kendi fıtratının hususiyetleri takdirince lezzet alabilirler. Aynı şekilde kalbe ait olan mutluluk ve saadet de başka duyu organları aracılığıyla elde edilemez ve anlaşılamaz. Kalp / ruh / nefs; Allah’tan özel bir nimettir, mahiyetini de Allah’tan başka kimse bilemez. Doğrudan ilahi olan ile bağlantılıdır. Beden ve ruh birlikteliğinden yaratılan insan beden boyutunu toprakla bağlantılı olduğu için topraktan yetişen ürünler ve gıdalarla besleyebilir, lezzet alabilir. Aynı şekilde ilahi olanla kuvvetli bir bağ halinde olan ve en sonunda da sahibine dönecek olan ruh / kalp de Allah’tan alacağı gıdalarla lezzet alıp mutlu olabilir, olgunlaşabilir. Kişi mutlu olmak istiyorsa Allah ile bağını sıkı tutmalı.

Dikkat çekilmesi gereken başka bir husus vardır ki, mutlu olmak için Allah ile bağ kurulmaz. Allah’a kul olmak için bağ kurulur, alemlerin yaratıcısı ve kulluğa layık tek olduğu için ona yönelir insan. Bu yönelmenin neticesinde mutluluğu ve huzuru da iç aleminde rahatlıkla yaşar.

Kişi, ölümle birlikte tüm lezzet ve elemleri terk eder. Ancak ruhu,  aldığı marifeti daha da ileriye götürür. Çünkü dünya perdesi aradan kaldırılınca ruh/kalp gözü daha net görür. Bu açıdan asıl  lezzet ya da elem ruhun yaşadığıdır,  çünkü o kalıcıdır. Bedene ait olan lezzetler ise geçicidir. Günümüzün hedonist(haz veren her şeye bağımlı) olan bakış açısı bunu unuttuğu için olsa gerek; bir türlü gerçek huzuru yakalayamıyor.

Peygamberlerden başka birinin izinden giderek mutluluk arayan aldanmıştır ve pişmanlık verecek bir yola girmiştir. Zira peygamberler, ilahi olan ile bağlantıda olan hemcinsimizdir. Onlar hakikatin bilgisine  aynel yakin ulaştırılan mümtaz şahsiyetlerdir. Örneğin alemlere rahmet olan Nebimiz Hz. Muhammed (sas)’in şu öğüdü muhteşem bir mutluluk kimyası/formülü barındırıyor: “Sizden biriniz mal ve yaratılış itibariyle kendisinden üstün olan kimseye bakarsa, ardından kendinden daha düşük derecede olana baksın.”

Aranacak olan saadet,  ebedi saadet olmalıdır. Zira geçici olan, ruhumuzu tatmin etmez. Bakırı altına çeviren simya formülü gibi, dünya hayatını da ebedi saadete dönüştürecek olan formül yalnızca kimyanın sahibi olan zattadır. Ruhu daraltan şeyler saadeti de engeller. Ruh, ayetle de sabit olduğu üzere Rabbimin emrindedir. Bu sebeple Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşayan, onu sürekli hatırda tutan, günahlardan kaçınan ebedi saadeti yakalamaya adaydır. Maddi ve manevi günahlar insanın saadetinin düşmanıdır. Sürekli işlenen günahlar bir süre sonra kişinin kalbini perdeler ve hakikat ile bağını koparır. Hakikatten kopan kişi, güneşten koparak sönmüş bir parçaya benzer. Artık ne ısı verir ne ışık verir. Yalan söyleyen, kibirli, hırsızlık yapan, haset eden, zina yapan, faiz yiyen, kanaatkar olmayıp nankörlük yapan, zulmeden, alkol kullanan, gıybet yapan, dedikodu yapan kısa bir süre mutluluk hissini yaşayabilir ancak bu günahlara devam ettiği müddetçe uzun vadede pişman bir şekilde dünyaya veda edecektir. Hem kendine, hem hakikate ihanet etmiş bir şekilde terk-i dünya eyler.

 Kişi dönüşmek istiyorsa hakikat ile olan bağını zedeleyen ne varsa onları terk etmekle işe başlamalıdır. Zira kalp, bir havuza benzer. Duyu organları da o havuza akan dereler gibidir. Eğer havuzdan temiz su çıkarmak istersen, bunun çaresi havuzdaki bütün suyu boşaltman, sonra bu suların getirdiği siyah çamuru çıkarman ve bir daha pis su gelmemesi için bu yolları kesmen gerek. Havuz, siyah çamur ile dolu olduğu müddetçe, kalbin yapısındaki güzellikler hayata aksetmeyecektir.

İnsan mutluluğu benliğindeki ve dış dünyadaki kötülüklerle  mücahede ile elde eder. Kemale ulaşmaya çalıştıkça mutluluğu yakalar. Bu mücahade bazen içindeki hırsa karşı, bazen öfkene karşı olurken; bazen de zalime karşı çıkmakla olur. Her şeye sahip olma duygusuyla mücahade edersin, içindeki nefret ve kinle mücahade edersin, oburluğunla oruç tutarak mücahade edersin, gönüllü bağış yaparak cimriliğinle mücahade edersin, tefekkür ederek/ölümü düşünerek gafletinle mücahade edersin. Tüm bu mücahede insanı kemale ulaştırır ve ebedi saadetin kaynağı olan Allah’a yaklaştırır. İnsan ebedi saadetin kimyasını böylelikle bulmuş ve ona ulaşmış olur.

 

 

Bu yazı toplam 1786 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.