ÇOCUKLAR ALLAH'I SORDUĞUNDA

18.02.2018 15:55:14
ÇOCUKLAR ALLAH'I SORDUĞUNDA

 Söz konusu çocuklar olduğunda, yetişkinlerin pek aklına getirmediği, basit bir nezaket kuralı vardır: Bir meseleyi izah ettikten, bir konuyu anlattıktan yahut bir soruya cevap verdikten sonra, “Anladınız mı?” diye sormaktansa, “Anlatabildim mi?” demek, çok daha kibarca bir davranıştır…

Ancak çocuklarla konuşurken onların sorularına en doğru cevabı verdiğimizden yahut anlamalarını beklediğimiz bir konuyu—eskilerin tabiri ile efradına cami, ağyarına mani bir şekilde—yeterince anlatabildiğimizden o kadar eminizdir ki, “Anlatabildim mi?” diye sormak, aklımızın ucundan bile geçmez. “Anladın mı?” deriz… “Anlamadıysan bir kez daha anlatayım. Ama sen de iyi dinle..!”

Eğer ortada anlaşıl(a)mayan bir nokta varsa, bu kesinlikle küçük muhataplarımızın anlama kapasitesinden kaynaklanmaktadır. Yoksa biz, ne de güzel anlatmışızdır!

Belki de sırf bu sebepten, çocuklara Allah’ı anlatmanın, hep zor, çok zor olduğu söylenir. Çocukların anlama kapasitelerinin henüz bu tür bir konunun kavramlarını yahut böyle bir sorunun cevabını idrak edecek derecede olgunlaşmadığı buyrulur. Mesela, pedagoglar, soyut ve somut düşünce gibi bir takım kavramların, belli yaş eşiklerinden geçildikten sonra ancak geliştiğini söylerler vs…

Çocuğu olan, yahut çocuklarla vakit geçiren herkes, bunların büyük miktarda hakikat olduğunu bilir. Çocuklar için yazan bir yazar olarak ama daha da öncesi, iki çocuk babası bir yetişkin olarak ben de bilirim; süt çocuğuna külbastı verilmez, Fakat bu, en klişe tabir ile madalyonun bir yüzüdür. Ve öteki yüzde anne, baba, eğitimci, hoca, pedagog yahut yazar bütün yetişkinlerin, samimiyetle cevaplaması gereken başka bir soru vardır:

“Anlatabildik mi de anlamadılar?”

Basit Bir Soru: Çocuklar Neden Soru Sorarlar?

Şunu bir düşünelim:

“Neden soru sorarız?”

“Öğrenmek için!”

“Peki ama neden öğrenmek isteriz?”

Bunun, merakımızı gidermenin arkasına gizlenmiş yığınla sebebi olabilir. Çünkü bilgi güçtür! Onunla pek çok şeyi elde edebilirsiniz.

Para da kazanabilirsiniz, insanların sevgisini de…

Günah da işleyebilirsiniz, sevap da…

Bu hangi bilginin peşine koştuğunuza ve onu elde ettiğinizde neler yapmayı planladığınıza göre değişir…

Çocuklar ise, çoğunlukla bir soru sormanın en fıtrî gerekçesiyle, sadece merak ettikleri için sorarlar. Meraklarının arkasına gizlenmiş ikinci üçüncü bir niyetleri çoğu zaman olmaz…

Yanınıza gelip, “Gökyüzü neden mavi?” dediklerinde, gökyüzünün neden mavi olduğunu anlamaktan başka dertleri yoktur. Gökyüzünün neden mavi olduğunu bilmenin, kendilerine bir fayda sağlayıp sağlamayacağı da umurlarında değildir. Bu, onların dünyasında merak edilmeye ve cevap aramaya fazlası ile değecek bir sorudur çünkü. Tek amaçları, gökyüzünün onca renk arasından neden mavi olduğunu; daha doğrusu, onu kimin mavi renge boyadığını öğrenmektir…

Tıpkı karşınıza dikilip, “Ben Allah’ı neden göremiyorum?” dediklerinde, gerçekten de Rablerini merak ettikleri ve görmek istedikleri için soruyor olmaları gibi…

Çocuklar Allah’ı Kalpleri İle Sorarlar

Çocuklar Allah’ı sorduklarında, onların sadece akıllarına hitap eden bir dil ile cevap vermeye kalkarsak, asla meraklarını tam olarak gideremeyiz. Çünkü çocuklar, Allah’ı sadece akılları ile değil, akılları ve dünyanın yığınla meşgalesi yüzünden akılları ile arası yetişkinler gibi açılmamış kalpleriyle de sorarlar.

Onlara akıllarının tartabileceği cevaplar vermek konusundaki titizliğimizi, kalplerini incitmeyecek ve şefkatle okşayacak bir dil kurma konusunda da göstermeliyiz…

İncitici bir cevap, onların Rableri hakkında kimbilir hangi duygularla ve ne büyük ümitlerle sordukları soruları, bir çivi gibi akıl ve kalplerinin derinliklerine çakmaktan başka bir işe yaramaz… Peki o çivi oradan ne zaman çıkar? Acaba çıkar mı, yoksa çakılı kaldığı yerde paslanıp kalır mı?

Bana göre çocuk kalbini en incitici cevap “Sen şimdi bu konuları anlamazsın, hele biraz daha büyü o zaman sorarsın” tarzı cevaplardır. Böyle bir cevaba maruz kalan çocukların gözlerindeki üzüntü ve hayal kırıklığı ile birlikte tuhaf bir şaşkınlıkta görürsünüz.

Bu, “Sorusunu sorabildiğim bir şeyin cevabını neden anlamayayım?” şaşkınlığıdır!

Cenab-ı Hakk, kimsenin aklına cevabını anlayamayacağı bir soruyu getirmez diye düşünüyorum. Hele çocukların hiç getirmez…

Çocuğunuz “Her şey bir yerlerde peki ama Allah nerede?” diye ilginç bir soru ile karşınıza dikildiyse, Allah’ın mekandan münezzehiyetine dair mühim bir iman dersini,—elbette bir ilahiyat fakültesi öğrencisinin bilmesi gerektiği kadarı ile değil ama kendisine yetecek kadarı ile alacak ve anlayacak akıl – kalp olgunluğuna gelmiş demektir.

Eğer ona verecek bir cevabınız yoksa, o çok incitici cevap yerine ne olur sadece “Bilmiyorum!” deyin. “Bilmiyorum ama bunun bir cevabı var; hem senin için, hem de kendim için öğreneceğim…”

Bu, ne onun gözündeki kıymetinizi aşağıya çeker ne de otoritenizi sarsar,  ne de kalbini yaralar. Sorduğu sorunun bir cevabını öğrenemese de, bir cevabı olduğunu öğrenmiş olur…

Çocuklar Sorularını Unutmaz

Soru soran bir çocuğu susturabilirsiniz. Ama sustu diye sorusunu unuttuğunu zannetmeyin. Ayağınıza bir diken batsa, o dikeni, ordan çıkarana kadar unutabilir misiniz?

Çocuklar sorularını unutmazlar. Sadece iyi bir cevap alamadıkları için sormaktan vazgeçerler. Soru ise sorulduğu yerde durur ama cevabı bekleyen yer, kocaman bir boşluk olarak kalır. Ve ilerleyen zaman içinde, o boşluğun üzeri bir yığın gerekiz şey ile kaplanır. Zihin, üzeri çer çöp ile kapatılmış yüzlerce çukurla dolu bir orman halini alır.

Kim o ormanın tekin bir yer olduğunu söyleyebilir ki artık?

Çocukların sorularını ağızlarına tıkarsak, akıl ve kalpleri tekinsiz bir sorular ormanına döner… Ve isteseniz de istemeseniz de çocuğunuz, o ormanda tek başına yürüyecektir…

Bilgiyi Hikaye Etmek

Sadece çocuklara yazan bir yazar olarak, kitaplarım aracılığı ile onlarla muhatap olurken, dikkat ettiğim çok önemli bir nokta var. Bu sadece bir yazarın değil, çocuklarla, çocukların soruları ile muhatab olan herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir meseledir.

Herkes çocuklara bir şey anlatırken hikaye dilinin son derece kullanışlı olduğunu bilir. Ancak burada pek çoğumuzun bilmediği ya da ıskaladığı şey hikaye dilinin nasıl kurulacağıdır. Zira genel olarak hikaye etmekten anladığımız bir giriş, gelişme ve sonucu olan, içinde bir takım kahramanların endam eylediği ve bir olay örgüsünün aktığı metinlerdir. Eğer hikaye dediğimizde aklımıza sadece Ömer Seyfettin geliyorsa, konuşurken ya da yazarken bilgiyi hikaye ederek anlatmak dediğimizde mezkur kalıbın dışında bir hikaye imkanı olduğunu bilmiyor olabiliriz.

Oysa bilgiyi hikaye etmek onu özelikle çocuk okurları kast ederek söylüyorum, muhatabımızın hayalinde canlandırabileceği renkli ve kendine ait sesi olan bir dil ile aktarmaktır. Şimdi ben size bu konuda bir kötü, bir de iyi olduğunu düşündüğüm ama ne kadar iyi olduğu konusunda bir şey söyleyemeyeceğim iki örnek vermek istiyorum:

“Dedesi kahvaltıdan sonra Kutay ve kardeşini parka götürmeye karar verdi. Evdekilere “Allah’a ısmarladık.” diyerek çıktılar. Yolda karşılaştıkları komşularıyla selamlaşıp birbirlerine iyi dileklerde bulundular. Parkta bir çocuğun, elindeki yiyecek ambalajını yere attığını gördüler. Kutay’ın dedesi bunun günah olduğunu söyleyerek çocuğu uyardı.”

Bakın bu metin 4. sınıflar için hazırlanmış Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabının 11. sayfasından yani kitabın girişinden alındı.

Şimdi burda durup, böyle bir kitabı yüzbinlerce çocuğa ders olarak okutan anlayışa  sormamız gerekiyor: Siz bu çocuğa Rabbini ne zaman anlattınız da günahı anlatmaya başladınız?

Günah kavramı ile açılan ve gerçekte pek örneği bulunmayan ‘mutî raiyet’ bir torun ile dini hikayelerin kadrolu sanatçısı ak sakallı bilge dede figürünün itina ile yerine yerleştirildiği, böyle bir girişin maksadı ne olursa olsun, çocuklar için hazırlanmış bir ders kitabında artık olmaması gerektiğini, artık yeni bir dil geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum… Ciddi bir paradigma değişimine ihtiyacımız olduğundan eminim.

Kendi aklımca bu değişimin hangi noktadan başlaması gerektiğine dair bir ipucu vermek maksadı ile çocuklara en temel iman bilgisini ve Allah’ı, Allah hakkında merak ettikleri soruların cevaplarını onların akıl ve kalplerini aynı anda tam olarak ikna etmek için gerçekten son derece etkili ve bir o kadar da ihmal edilmiş önemli bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

Yeryüzü Ayetleri

Bizler Rabbimizi üç büyük tarif edicinin tarif etmesi ile biliriz. Bunlardan biri Resulullah (asm) Efendimiz’dir diğeri ise Kur’an-Kerim’dir. Bu iki büyük muarrif ile çocuklarımız arasındaki engeller özellikle son on yılda teker teker kaldırıldı. Bakınız resmî okullarda bile Siyer ve Kur’an dersleri bulunmaktadır. Bunların içi zamanla çok daha iyi doldurulacak ve alınabilecek verim azamî seviyeye çıkarılacaktır ümidindeyiz.

Ancak benim dikkatinizi çekmeyi istediğim bizlere ama özellikle de çocuklara Rablerini tanıtmak ve hem Allah hem de öteki amentü esasları hakkındaki sorularına cevaplar vermek konusunda son derece verimli bir imkan olan üçüncü büyük tarif edici yani yeryüzü ayetleridir!

Yeryüzü ayetlerinden kastım, Allah’ın atomlardan, hücrelerden, çiçeklerden, kuşlardan, yağmur ve kar tanelerinden ve yıldızlardan harflerle yazıp gözümüzün önüne serdiği ve adeta ‘Görmediğine inanamıyorsan, gördüğüne neden inanmıyorsun?’ dediği kâinat kitabının kevnî ayetleridir…

Yayımlandığı yıllarda Amerika’daki entellektüel çevrelerde büyük ses getiren Richard Low’ın ‘Doğadaki Son Çocuk’ adlı kitabında, uzun uzun birbirinden ilginç örneklerle anlattığı tabiattan uzak kalışın olumsuz tesirlerinden biri şu çarpıcı cümlelerle ifade edilir:

“Yaratılanlardan uzak kalmak, bizi yaratandan uzaklaştıran bir etken olmaktadır.”

Özellikle kutsal kitabında “Nazar edin!” , “Dikkatlice bakın!” , “Düşünün!” , “Düşünmez misiniz?” emreden pek çok ayeti bulunan Müslümanların son derece hassas olması gereken bu nokta maalesef göz ardı edilmektedir.

Bunun neticesi çocukları kuru, ruhsuz ve katı bir iman tedrisatına mahkûm bırakmaktır. Kalbe inmeyen ezberde kalan bir Kur’an eğitimi ve sıradan bir tarih bilgisine indirgenmiş siyer öğretimi ile onların dünyasında temelleri sağlam bir iman tesis etmek mümkün olmayacaktır.

Çocuklar Allah’ı sorduklarında, Rablerini merak ettiklerinde onların sorularına cevap vermenin ve meraklarını gidermenin yolu ders kitaplarından, Kur’an kurslarından, camilerden, sohbet halkalarından geçtiği gibi çiçek açmış badem ağaçlarından, menekşe tarhlarından, bulutlu gökyüzünden, yıldızlı semalardan, dağ bağ köşelerinden, deniz kıyılarından ve dere boylarından da geçmektedir…

Allah, Musa Peygamber’e kutsal Tuva Vadisi’ndeki dalları ışıl ışıl yanan bir ağacı azametine perde ederek hitap buyurdu. Bizlere ise, çiçek açmış kiraz ağaçlarını, şeftali ağaçlarını, dallarını meyvelerle doldurup adeta ‘alınız, afiyetle yiyiniz” dediği elma ağaçlarını perde ederek nida ediyor…

Bu nidaya kulak vermeli ve en önemlisi çocuklarımızın da kulak vermesine imkan sağlamalıyız…

Müslümanların çocuklarını, Kur’an ile Resulullah (asm) ile yakın tutma gayretleri, hamd edilecek bir noktada iken, aynı gayreti kâinat kitabı konusunda neredeyse hiç göstermemeleri büyük bir eksikliktir. Allah’ı bilmenin ve Esma-i İlahiye’sini talim etmenin yolu, kâinat sayfalarında yazılı yaratılış mucizelerini okumaktan geçer.

Çocukları camilere götürmek, hatta hatta umreye götürmek onların manevi dünyalarını mamur etmekte ne kadar önemliyse; tabiata götürmek, bir ormana, bir kiraz bahçesine, bir çiftliğe götürmek de o derece önemli bir hâl aldı. Onlara, bir Kur’an ayetini ders verir gibi, bir hadisi öğretir, namazı abdesti talim ettirir gibi.. çiçeği böceği, arıyı, ağacı, kuşu, yağmuru bulutu, yıldızları.. tesadüfün, tabiatın, bir takım köhne teorilerin hesabına değil Allah hesabına anlatmalıyız… Onların Allah hakkında sordukları sorularına bu yolla gerçekten tam tatmin edici cevaplar verebilir, Rablerine karşı duydukları saf ve katışıksız meraklarını öldürmeden tatmin edebiliriz..

Şimdi bu endişeyi önceleyen küçük bir örnek vereyim. Bu metin çocuklara Allah’ı anlatmayı ve geç kalınmamış bir zamanda onların gönül dünyalarında sağlam bir imanın temelini tesis etmeyi hedefleyin bir kitaptan alındı.

“Biz, gözümüzü açtık ve kendimizi muhteşem bir dünyada bulduk. Bir bebeğin bütün eşyalarının, o daha doğmadan hazır edilmesi gibi, neye ihtiyacımız varsa, hazır edilmişti bu muhteşem dünyada…

Gökyüzünde nazlı bir güneş, bir yandan günümüzü aydınlatırken; bir yandan da, bu büyük evi ısıtıyordu. Hem bir lamba, hem de bir sobaydı sanki.

Gece olunca ay, pırıl pırıl nurdan bir kandil gibi beliriyor ve milyarlarca yıldız, gökkubbede inci gibi gülümsüyordu…

Mavi, gözlerimizi en az yoran, içimize ferahlık veren bir renkti ve gökyüzü maviydi, içi binbir çeşit balıkla dolu engin denizler de öyle…

Ayağımızın altındaki toprak, bir fabrika gibi çalışıyor ve ağaç dallarından şipşirin kirazlar, şeker gibi armutlar ve daha yüzlerce çeşit meyve bize uzatılıyordu.

Hoş, besleyici ve ılık tatlı bir süt içelim diye, koca koca inekler bütün gün bereketli ovalarda otluyordu.

Minicik zehirli bir arıcık, kendi ihtiyacından binlerce kat daha fazla balı yapmak için, çiçekten çiçeğe bir ömür tüketiyordu.

Belli ki bize çok önem veriliyordu, belli ki biz insanlar, tüm öteki canlılardan çok farklı bir yerdeydik.

Peki neydi farkımız?

Her şey niçin bizim etrafımızda dönüyor ve bize hizmet etmek için böylesine yarışıyordu.

Biz kimdik Allah aşkına?

Burada ne işimiz vardı?

Nereden gelmiştik bu dünyaya?

Bizi buraya getiren, neden getirmişti?

Peki, böyle hiç durmadan nereye gidiyorduk? Niye şu yer kabuğu üzerinde bir süre yaşadıktan sonra, hep gitmek zorundaydık?

İşte bunlar büyük sorulardı. Bunlara bir cevap bulmalıydık.”

Bakın bu metin de derdini hikaye ederek anlatan bir metindir. Ancak buradaki hikaye bir önceki hikaye tanımının sınırları içine hapsedilmemiş, sınırları muhatabın hayallerinin sınırları ile mukayyed bırakılmıştır. Üstelik yeryüzü ayetlerini hemen her çocuğun anlayabileceği bir tarzda bol miktarda kullanarak, görmedikleri bir Rabb ile, O’nun gözleri önündeki “rahmet eserlerini” gösterip dikkatlerini çekerek, kalpleri arasında bir bağ kurmayı hedeflemektedir.

Bana sorarsanız, çocuklar için hazırlanmış bir ders kitabının başında mutî raiyet torun Kutay ve ak sakallı bilge dedesinin yere çöp atan çocuğu günah işlemekle itham eden hikâyesi yerine böyle bir metni görmeyi kırk kere tercih ederim.

Çocuklar Mümindir

Bir çocuk pek çok şeyse, “bedeninde Rabbine ‘kalu bela’ sözünü vermiş bir ruh taşıyan yepyeni bir insan” bu pek çok şeyin içinde, itikadımızca en hakikatlı tanımlamalardan biri değil midir?

Nebî Efendimiz’in (asm) “Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar” hadisini burada bir kez daha hatırlatarak şunu söyleyebiliriz ki çocuklar, Rablerini anlamak konusunda, yetişkinlerden çok daha avantajlı bir konumdadırlar.

Çok erken yaşlardan itibaren Allah’a dair sorular sormaları, büyük bir merak ile Rablerini tanıma ve öğrenme gayreti içine girmeleri, aslında bize bunun işaretini fazlası ile vermektedir.

Çocuklar “Allah nerde?” , “Allah’ı neden göremiyorum?” , “Allah kime benzer?” , “Allah ne kadar büyük?” gibi soruları ile muhatap olduğunuzda, karşınızda, Allah’a zaten şeksiz şüphesiz iman eden bir mümin olduğunu göz önünde bulundurarak cevap vermeliyiz…

Karşımızda küçük müminler vardır ve evet bu sorular, kesinlikle münkirane sorular değildir.

Bana göre çocuklara, evde hiç çikolata kalmadığını anlatmak, Allah’a dair sorularını cevaplamaktan daha zordur…

Biz yetişkinlerin, çocukların sorularına cevap verirken, endişe etmesi gereken en önemli nokta, çocukların zaten Rablerini tanıyan ve seven kalplerine zarar vermemek olmalıdır…

— Özkan Öze

Bu haber toplam 1773 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.