ASRI YAŞAMAK; EBU'L ALA MEVDUDİ

13.05.2015 21:40:43
ASRI YAŞAMAK; EBU'L ALA MEVDUDİ

 
“ASR”I  YAŞAMAK; EBU’L  A’LA  EL-MEVDUDİ

1- Asr’a andolsun;
2- Gerçekten insan, ziyan içindedir.
3- Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı   tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.(103; 1-3)”
“Asr”ı  yaşamak… Hem de öyle ayet ayet falan değil; kelime kelime, harf harf! İşte tam anlamıyla bu değil midir, Mevdudi’nin yaptığı?
Peygamber (s.)’in ashabının peygamberden ayet öğrenip onu hayatlarında tatbik ettikten sonra başka ayet öğrenmeleri ve öğrendikleri her ayeti mütemadiyen tatbik etmeleri meşhur bir rivayettir. Bu minvalde  Mevdudi, sahabe efendilerimizden pek geri kalır durumda değildi.    
Hakk Teala, asırlar önce Asr Suresini inzal buyurarak sadık kulları sahabe efendilerimize bir yandan (tabiri caizse) “ bir nota vererek”  sabırlarında ve emr’i bi’l ma’ruf davalarında sebat göstermelerini hatırlatırken diğer taraftan zulm karşısında onları teskin ediyordu. Yazımızın kahramanı Ebu’l A’la El-Mevdudi ise  Rahman’ın asırlara hitab eden  bu kelamını asırlar ötesinden duyup fani hayatında bi’l fiil tatbik ediyor. Aslında naçizane yazımızın mevzusu da; Asr Suresi ışığında, mübarek kelamın  tatbikine ve tavsiyesine adanmış bu hayat hikayesini analiz etmektir.  
Bir Mevdudi İnşa Etmek:
    Mevdudi’nin biyografisini derinlemesine analiz etmek için çocukluğuna inmek ve nasıl yetiştirildiğini incelemek icab etmektedir; zira Mevdudi’yi Mevdudi yapan etken yetiştiği ortam ve aldığı terbiye olsa gerekir. Yetiştiği ortam konusunda; “Ebu’l A’la El-Mevdudi’nin babası Seyyid Ahmet Hasan dindar ve züht sahibi bir insandı. O kadar ki ibadetleri için  mesleği olan avukatlığa yeterince zaman ayıramamaktaydı” diye rivayet edilmektedir. Öte yandan aldığı terbiye de fıtratının bozulmasını önlemiş ve İslami fıtrat üzere kalmasını sağlamıştır. “Mevdudi’nin Hayatı” kitabının yazarı Esad Giylani kitabında şöyle rivayet etmektedir: “Babası, Mevdudi’nin dilinin argolara alışmamasına büyük dikkat etti. Yanlış veya kötü bir sözcük kullandığı zaman dikkati çekilir ve doğrusunu kullanması istenirdi.” 
    Bu rivayet, üzerinde tefekkür edilmeye şayandır; çünkü günümüzde, televizyon internet gibi tekno-fitneler çocuklarımızın pir-ü pak fıtratlarını katletmekte ve toplumumuzu bir avuç ahlaksızlık üzere inşa etmektedir. Televizyon dizileri artık pornoğrafi ve erotizmi aşıp ensest ilişkiyi bile göz göre göre toplumun dimağına zerk etmektedir. Argoyu bile telaffuz etmekten haya eden bir yetişme ortamının alternatifi olarak ensest ilişkinin afişe edildiği, özendirildiği bir yetişme ortamı vardır günümüzde. Ve evet! Bu şartlar altında dünyaya gelen Mevdudilerimizin yaşaması mümkün görünmemektedir. Toplum, Mevdudilerini kendi elleriyle ahlaksızlığın lağım suyunda boğarak katletmektedir.
“Babam Mevdudi” kitabında ise, Mevdudi’nin annesinin gelinine(Mevdudi’nin zevcesi) verdiği nasihati ele alan bir parağraf, Mevdudi’nin yetiştirilmesindeki ahlak sanatkarlığının hayranlık uyandıran bir timsalidir: “Çocuklarını şımartma, onları hayatın gerçeklerine uygun yetiştir. Zorluğu da kolaylığı da alıştır. Bazen onlara altından, inci mercandan yemekler ver. Bazen de sadece ekmek ve mercimek veya ekmek ve süt. Tek bir tarzda eğitme. İstedikleri her şeyi yapma. Anne babalar rahat ve lüksle çocuklarının fıtratını bozarken, zamanın acımasız olduğunu unutuyorlar. Zamanın terbiyesiyle büyüyen nice büyük alimler ve edipler vardır. Ben çocuklarımı böyle yetiştirdim.” Mevdudi’nin annesinin çocuk terbiyesi konusundaki basireti ve bilgisi nice alimleri geride bırakır niteliktedir. Maruz kaldığı bu terbiye vesilesiyle Ebu’l A’la El-Mevdudi, fakirlik karşısında yılmaz, zenginlik karşısında cıvıyıp lakaytlaşmaz hale gelmiştir.
    Babası, Mevdudi’nin fıtrat üzere yetişmesi konusunda o kadar hassastır ki çocuğuna “İngilizce ve modern bilim ve düşüncelerin öğretilmesine bile” müsaade etmemiştir. Bu “hassasiyet” eleştiriye tabi tutulabilir muhakkak; fakat konuya eleştirel bakmadan önce tarihsel bakmakta fayda vardır. Çünkü Mevdudi’nin çocukluğunda Hindistan İngiliz sömürgesidir ve emperyal devletlerin genelinin yaptığı gibi sömürülen halk asimile edilerek sindirilmeye çalışılmaktadır. Asimilasyonun veya toplumsal imhanın en sinsi yolu ise imha edilecek toplumun dilini, kültürünü; hasılı toplum olmaklığını elinden almaktır. Bu bağlamda baba Mevdudi’nin çocuğuna İngilizce öğretilmesine izin vermemesi haklı ve yerinde bir karar olarak görülebilir. Diğer taraftan Mevdudi’ye modern bilimlerin öğretilmemesi konusunda ise; Ebu’l A’la Mevdudi’nin Aligarh Üniversitesi’nin ıslahı konusunda 1936 yılında kaleme aldığı ve Tercüman-ül Kur’an dergisinde yayımlanan yazısından bir kesite kulak vermekte fayda vardır: “Batı bilimlerini olduğu gibi kabul etmek mümkün değildir. Bu bilimlerden yararlanan körpe zihinler bunlardan öylesine etkileniyor ki, onlar Batılı olan her şeye körü körüne inanmaya başlıyorlar” Konuya bu açıdan bakıldığında Baba Mevdudi, oğlunun körpe zihnini Batı oyuncağı olmuş bilimlerden koruyarak çok da yerinde bir yol izlemiştir. Bu bağlamda; üniversitelerimizde okutulan derslerin tanrıtanımaz etimoloji anlayışlarının ve meslek etiği derslerinin  tenkidi icab etmez mi? (Haşa) Allah’a meydan okuyan bir fizik, İslami terbiye yöntemlerinden hiç nasiplenmemiş “Batı Pedogojisi”nin esiri eğitim fakülteleri, faiz hesaplamalarından başka bir fonksiyonu olmayan Ekonomi bölümü vs… Müslüman bir ülkede Hipokrat üzere yemin ettirip ve bu yeminden hayır beklemek, denizi olmayan ülkeye Denizcilik Bakanı atamak gibi bir şey olsa gerekir; bir yemin var ama icraat yapacak etik yok, vicdana hitap edecek bir faktör yok. Kelimenin tam anlamıyla; “müslüman mahallesinde salyangoz satmak…”     
Hakkı Tavsiye Etmeyi Dava Edinmek:                                                                                               
    Verimli geçen çocukluk döneminin ardından cıvıltılı  bahar son bulmuş ve yerini fırtınalı gençlik yılları almıştır. Artık Mevdudi, Asr Suresi’nde buyrulan salih amelde bulunma, hakkı tavsiye etme ve sabrı telkin etme safhalarını ircaa etmekle de mesuldü. Öte yandan, terbiye eğitimiyle pekiştirdiği fıtri imanı da bu fırtınalı çağda çetin imtihanlara tabi tutulacaktı. Mevdudi babasını Hakk’a uğurlamış, bununla birlikte ailenin geçimi de  körpe omuzlarına binmişti. Geçimini kalemiyle kazanmak niyetindeydi, böylelikle hem İslama hizmet etmiş olacak hem de hayatını kazanacaktı.Zaten o dönemde Hindulaştırma faaliyetleri kaşısında bilinçsiz Hindistan Müslümanları’nın Mevdudi’nin kalemine ihtiyaçları vardı. Artık Mevdudi hakkı tavsiye etmek; hatta hakkı haykırmak sınavıyla karşı karşıyaydı. Güya İngiliz Emperyalizmi karşısında “sivil direniş”in sembolü olan Gandi, bahis İslam ve Müslümanlar olunca; “İslam’da son söz eskiden olduğu gibi hala kılıcındır!” diyecek kadar seviyesizleşmiş ve Hindu Emperyalizm’ini utanıp sıkılmadan Müslümanlara dayatmıştı. İslamı’n cihad hukukunu dillerine dolamış bu emperyalizm karşıtı(!) emperyalistlere cevap vermek ve kulak verip anlayanlara “Hakkı tavsiye etmek” için Mevdudi, henüz 24 yaşındayken İslam’da Cihad adlı kitabını neşretmişti. “Asr”ı yaşamaya kararlı olan bu genç, “hakkı tavsiye etme”ye attığı ilk adımdan sonra bu davasında hep koşaradım, hep “severadım” ilerlemiştir. Batı’nın fütursuzca kendini beğenmişliği karşısında Müslümanların küçümsenemeyeceğini ve Batı’nın haddini bilmesi gerektiğini sürekli yazmış ve anlatmıştır. Hakkı tavsiye etmekle kalmamış, hakkı İslama ve Müslümanlara; hasılı hakkı Hakk’a teslim etmiştir. “Tenkihat(Sorgulamalar) ve Tefhimat(Yorumlar) başlığı altında çeşitli   makaleler kaleme almış ve bunlarla Müslümanların okumuş kesiminin Batı Uygarlığı’na karşı ezikliği ve teslimiyet duygularını ortadan  kaldırmaya çalışmıştır”
Ve Cemaat-i İslami:
İnsanlara hakkı tavsiye etme konusunda yazıların ve kitapların yetersiz kaldığını gören Mevdudi ve diğer bir avuç mümin bir parti kurarak Emr’i bi’l ma’ruf davalarını daha organize hale getirmek niyetindeydiler ve nihayetinde Cemaat-i İslami kuruldu. Esad Giylani’ye göre partinin iki somut görevi vardı; “Pakistan’ın Hindistan’dan kopabilmesi halinde Pakistan’da İslami bir devlet kurulmasını sağlamak; Pakistan’ın bağımsızlığını kazanamaması durumunda ise partinin, Müslümanların Hindu zulmüne karşı savunma hattı oluşturmasıydı.” Pakistanın kurulmasıyla birlikte Hindular ve Sihler Müslümanlar’a saldırmaya başladılar. Mevdudi, Daru-l İslam-Patankot’ta bir mülteci kampı kurup Hindu zulmünden kaçan Müslümanlar’a sahip çıktı; Müslümanlarla birlikte sabretti ve onlara hal diliyle sabrı tavsiye etti. Onu Pakistan’a götürmek için gelenleri boş çevirdi ve din kardeşlerini geride bırakmadı. Mülteci müslümanların da Pakistan’a transfer edilebilmesi sebebiyle Mevdudi de artık Pakistan’a geçmiş ve hemen bir İslam Devleti kurulması konusunda çalışmalarına başlamıştı. Lakin, bu çalışmalar ve İslam Devleti fikri bazı sözde Müslümanları(!) rahatsız etmiş ve Mevdudi hapse atılmıştır. Bir dava adamını hapis veya tehditle sindiremeyeceğini bilmeyen satılık beyinler Mevdudi’yi hapse atarak durdurmak bir yana ona yeni kitaplar neşredecek zaman tanımışlardı adeta.
Asr Suresi’nde Allah’ın asra yemin etmesindeki hikmeti, girizgahını hapisanede kaleme aldığı başyapıtı Tefhim-ul Kur’an’ında üstad şöyle açıklamaktadır: “Geçen zamana yemin edilmesinin hikmeti hızla geçen zamanın, söz konusu dört özellikten yoksun olan insanın dünyada ne işle meşgul olursa olsun hayatını harcadığına ve hüsranda olduğuna şehadet etmesidir.” Kur’an’ı kalbine ve hayatının her bir ayrıntısına nakşeden üstad Mevdudi, hapiste olmasını hakkın tavsiyesi ve salih amel için bir mazeret olarak görmemiş aksine bu durumu bir fırsat olarak değerlendirmiştir. Böyle yaparak belaya sabretmiş ve sevenlerine hal lisanı ile sabrı tavsiye etmiştir.
Darağacı…
“Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! 
Ölsek de sevinin, eve dönsek de! 
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! 
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! 
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” N. Fazıl
Belli bir zaman sonra hapisten kurtulan Mevdudi, dur durak bilmeden İslam Devleti kurma çabalarına devam etmiştir. Ülkenin seçime girecek olması sebebiyle Cemaat-i İslami mensubları yurt genelinde propaganda çalışmalarına başlamıştı. Mevdudi  ve ekibi hükümetin çıkardığı onca engele rağmen çalışmalarını yürütmüşler fakat yapılan hileler sebebiyle seçimden sonuç alınamamıştı. Hükümetin, Müslümanları sindirme çabaları seçimden sonra iyice artmış ve Kadiyani suikastını Müslümanların üzerine yıkarak bir Müslüman soykırımına niyet etmişlerdi. Pakistan iyice karışmış, Kadiyaniler ve Müslümanlar arasında bir çatışma kaçınılmaz hale gelmişti. Üstad, konuya açıklık getirip hakkı ve sabrı tavsiye etmek gayesiyle “Kadiyani Meselesi” adı altında bir kitapçık yayımlamıştı. Bu kitapçığı da bahane eden hükümet, Mevdudi’yi alelacele tutuklayıp bir askeri mahkemede(!) ivedilikle,  idamına hükmetmişti. Mevdudi’nin idam kararına yurtdışı ve yurtiçinden tepkiler yağmaya başlamıştı. Ve nihayet idam cezası kaldırılmış, hapis cezasına hükmedilmişti. Fakat Mevdudi’nin evladını teskini ve ona sabrı telkini her müslümana örnek olacak niteliktedir: “ Evladım, hiç canını sıkma. Eğer Rabbim beni yanına çağırmaya karar vermişse, bu naçiz kul ona seve seve koşacaktır. Ve eğer O’nun böyle bir kararı yoksa bu adamlar, kendileri baş aşağı iple assa bile beni asamazlar”
İslami Anayasa’nın Kabulü ve Rafa Kaldırılması:
Baskılar sebebiyle Mevdudi’nin tutukluluğuna son verilmiş ve “Hüküm Allah’ındır.” prensibiyle hazırlanmış İslam anayasası kabul edilmişti. Ama bu durum çok uzun sürmedi. Hükümet ülkeyi karıştırmış ve bunu da bahane ederek anayasayı askıya almıştı. Tabi bu süreçte Mevdudi’nin özgürlüğü tekrardan gasp edilmişti. Bu sırada Hindistan ile Pakistan arasında savaş çıkmış ve Mevdudi önderliğindeki Cemaat-i İslami Pakistan hükümetinin yaptığı zulümleri bir kenara bırakarak canla başla yurtlarını savunmaya koyulmuşlardı. Savaş bitince hükümet, Cemaat’i sindirme faliyetlerine devam etti. En nihayetinde İslam Anayasası yürürlüğe girdi. Üstad ise rahatsızlığı sebebiyle Cemaat’in önderliğini hakkıyla yapamayacağı düşüncesiyle görevini bıraktı. Emekliliği vesilesiyle ilmi çalışmalara yoğunlaşan Mevdudi iyice sağlığını kaybetti ve bir eylül günü vefat etti. “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön, kullarımın arasına gir. Cennetime gir”(89;27-30)
Hasılı Kelam:
Asr Suresi ışığında ele almaya yeltendiğimiz Mevdudi’nin hayat hikayesinden bu makaleyi kaleme alan yazarımızın kendine bazı dersler çıkarması gerekir.(Zira yazarımızın okura ders vermek haddine değildir! )  :
Asr Suresi’nde Hakk Teala’nın hüsranda olanlardan istisna buyurduğu özelliklere sahip olmak için çalışmak ve bu yolda kararlı olmak lazım gelir. Bu özelliklere mazhar olmaya çabalamış zevat da Mevdudi’yle sınırlı değildir.
Hasıl olan başka bir ders ise; Müslümanların ıslahı ve –hem manevi hem maddi açıdan- refahı için eğitim sistemlerinin ıslahı şarttır; eğitim sistemlerinin ıslahı için de “Bilim”in terbiyesi gerekmektedir.
Yazarın aklına, kalbine ve fiiliyatına kazıması gereken en önemli ders ise, Müslüman’ın; sıcak koltuğunda, pratize edilmeyi bekleyen teoriler üretmesinden öteye geçip “sahaya inmesi” ve ürettiği teorileri hayatında uygulaması gerekmektedir. Bu konuyu enfes bir şekilde özetleyen şöyle bir hadis rivayet edilir: “İnsanlar helâk oldu, ancak alimler müstesna. Alimler de helâk oldu ancak, ilmiyle amel edenler müstesna. İlmiyle amel edenler de helâk oldu, ancak ihlâs sahibi olanlar müstesna.” (Yazarımız bu hadisin senediyle ilgili itiraz ve münakaşaları kendine dert edinmemektedir; çünkü hadis sahih değilse bile içerik bakımından kıymetli bir sözdür.)
Selam…
 
İsmail ULUÇAY


Bu haber toplam 2826 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.