İSLAMDA KARDEŞLİK
İnsan, yaratılış gereği toplum içinde yaşamak zorundadır. Toplum içinde fertler karşılıklı bir takım hak ve sorumluluklarla yükümlüdürler. Bu yükümlülüğün yerine getirilebilmesi için, kişinin hakların bilincinde olması gerektiği gibi vazifesinin de kutsiyetine inanması gerekir. Bu kutsiyeti belirleyecek olan en önemli kaynak dindir. İslam dini söz konusu birlik ve dayanışmanın sağlanması için, öncelikle mü minleri kardeş ilan etmiştir. Nitekim Kur an da “Mü minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”(Hucurât Suresi 10)
Tabi ki İslam da kardeşlik denildiği zaman akla ilk gelen kardeşlik olayı ENSAR VE MUHACİR kardeşliğidir.Mekke den Medine ye hicret eden Müslümanlara muhacir, muhacire kucak açıp yardım eden Medineli müslümanlara da ensar denir. Rasulullah (s.a.v) kendisine vahiy geldiği andan itibaren İslam a girenleri kabile, ırk gözetmeksizin eşit kabul etmiş ve aralarında İslam kardeşliğinin temelini atmıştır. Bu kardeşlik temelinin sağlamlaşması için, ilki hicretten önce, diğeri de hicretten sonra olmak üzere iki defa kardeşlik antlaşması yapılmıştır. Mekke deki kardeşlik antlaşmasında Kureyş kabilesine mensup bazı müslümanları azatlı kölelerle kardeş ilan etmiştir. Bunlardan birkaç tanesi şöyle: Hz. Hamza ile Zeyd bin Harise,Ebu Ubeyde bin Cerrah ile Salim (Ebu Huzeyfe nin azatlı kölesi), Ubeyd e bin Haris ile Bilâl-i Habeşi vs. Daha ilk yıllarda bir binanın tuğlaları, bir zincirin halkaları gibi birbirlerine kenetlenen Müslümanlar büyük bir İslam Devletinin temelini atmıştır. Bu kardeşlik bilinci ile müslümanlar, “ben”den “biz”e geçmişlerdir. Hicret ten sonra Mekke den Medine ye gelen müslümanları (muhacirleri) evlerinde ağırlamak için ensar birbirleri ile yarışa girmiştir. Hatta bu misafirleri paylaşamayarak aralarında kura çekmek zorunda kalmışlardır. Her bir muhacir aileyi, Medineli bir aile yanına alır. Böylece aralarında kardeşlik ahdi gerçekleştirilen sahabeler birlikte çalışacaklar, elde ettikleri kazancı paylaşacaklardır. Ensar bu kardeşlik ahdinde o kadar ileri gider ki kendi arazilerini ve hurmalıklarını muhacir arkadaşlarıyla paylaştırması için Rasulullah (s.a.v) a başvururlar. Fakat Peygamber Efendimiz bu teklifi kabul etmez. Çünkü muhacir zirai ve tarım işlerinden ensar kadar anlamazdı. Bunun üzerine ensar şöyle bir teklifte daha bulunur. Ağaçların bakım ve sulama işini muhacirler üzerlerine alacak, mahsulde ise ortak olacaklardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) in şahitliğinde her iki taraf da işittik ve itaat ettik diyerek anlaşmayı kabul ederler.
Muhacirler; “Ensar kardeşlerimiz bize mal, mülk verdi, barınacak yer sağladı. ” diyerek boş oturmamışlardır. Zaten böyle bir tavır imanları ve aldıkları Muhammedi ahlaka ters düşerdi. Her biri elinden gelen gayreti göstererek, mümkün olduğunca kimseye yük olmamaya çalışmışlar. Muhacirlerden Abdurahman bin Avf (r.a.) ticaretle uğraşıp maddi durumunu Allah ın izniyle düzeltir. Bir keresinde 700 deveyi yükleriyle birlikte Allah yolunda infak eder. Bunun gibi birçok Mekkeli Müslüman, kendilerine göre birer iş bularak, kendi alınteriyle geçinmeye başlamışlardır. Bu kardeşlik sayesinde Medine de Evs ve Hazreç kabileleri arasında yıllarca devam eden kan davaları ortadan kaldırılır ve öz kardeşlikten daha güçlü bir kardeşlik tesis edilir.
Kardeşlik bilinci; akide bağının kan, gen, renk ve toprak bağlarının önüne geçmesidir. Müslümanlar arasındaki bu kardeşlik bağı; tohumla toprak, meyve ile yaprak, etle tırnak kadar birbirine yakın ve ayrılmaz iki hakikattir. Nitekim Kuranda şöyle buyrulur: “ Hep birlikte Allah ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi arasını birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âli İmran 103) Rasulullah (s.a.v) şöyle bir mecliste şöyle buyurdu: “Allah ın öyle kulları vardır ki, Onlar ne Peygamberlerdir ne şehitler. Nebiler ve şehitler onların kıyametteki makamından dolayı onlara özenir.” Ashab: “Onlar kimlerdir ya Rasulullah bize haber verir misin” dedi. Peygamber: “Onlar; Allah aralarında akrabalık bağı ve mali çıkar olmadığı halde birbirini sevenlerdir. Yüzlerinde nur vardır. Nur üzeredirler, insanlar korkarken onlar korkmaz, insanlar üzülürken onlar üzülmezler.” (Ebu Davud 3060) Ayet ve hadise dayanarak İkbal in de söylediği gibi diyebiliriz ki: “Şehadet kelimesini söyleyen her Müslümanın vatanı birdir. Yeryüzündeki bütün Müslümanlar kardeştirler. Kardeş olan bir birliğin vatanı da birdir, bayrağı da birdir. Allah ı, Peygamberi, Kitabı ve Kıblesi bir olduğu gibi. Zira Şehadet Kelimesi, sahilleri cihan kaplıyan bir denizdir.”
İslam kardeşliği, imani bir vecibe, şerî bir farzdır. Bu bilinen hüküm, sadece soyut bir ifadeyle ortaya konmaz, aksine salih amelle ortaya konur. Nice Müslümanlar dille sevdiğini söylemesine rağmen ameliyle sevgide samimi olmadığını gösterir. Bu hataları görmek, hemen fark etmek çok zor değildir. Bir müslümanın kardeşlik hususundaki, samimiyeti onun söz ve amelinde belli olur. Dille sevgi gösterip gıyabında düşmanlık etmek ve kardeşliği bozan eyleme adım atmak, imanın zaaflığındandır. Allah, müminlerin imanını ve İslam kardeşliğini güçlendirsin, birbirlerini hayırda buluştursun, birlikte hareket etme hususunda basiret versin, kardeşliği yaşatmak için direnen müminlerden eylesin. Salat ve selam Rasulü nün üzerine olsun.
Hasan Uyar