Mehmet Akif Ersoy’un Eğitim Anlayışı
Mehmet Akif Ersoy’un Eğitim Anlayışı
Akif’in Eğitim üzerine düşüncelerini değerlendirirken içinde yaşadığı Sosyal ve Siyasal durumu göz önünde bulundurmamız gerekir.
Akif’in doğduğu ve yetiştiği dönem, batı medeniyetinin her yönden şaha kalktığı ve diğer medeniyetlere elindeki tüm silahlarla saldırdığı bir dönemdir. Batının bu silahlardan en önemlisi tabii ki eğitimdir
Osmanlı aydınları bu şahlanışı görüyor ve saldırılara önlem almaya çalışıyordu. Çoğu Tanzimat aydını orijinal fikir üretme yerine, Batı’nın bazı fikir ve eğitim akımlarını olduğu gibi kopyalayıp, kurtuluş reçetesi diye sunuyordu. Ancak, sundukları reçeteler ve yaptıkları uygulamalar; İslam toplumuna değil merhem olmak, “sürüsüne kurt getiren köpek” misali halkın içine nifak sokuyor, ruhları parçalıyor, inançları yok ediyordu.
İstanbul’daki mektepleri etkileyen eğitim akımlarını şöyle sayabiliriz:
Essentializm, perrenializm, progressivizm… gibi ismini bile telaffuzda zorlandığımız akımların etkisiyle okullarımızda müfredatlar düzenleniyordu. Öte yandan medreseler varlığını sürdürüyordu. Medrese ve mektep arasında kalan toplumda ikilik oluşuyor, yeni yetişen gençler çoğunlukla bu ikilemde boğuluyordu.
Tanzimat döneminde kurulan mekteplerin yetiştirdiği öğrenci tiplerini dört grupta toplayabiliriz:
1.Grup: mektebin pozitif bilimleriyle medresenin dini ve nakli bilimlerini uzlaştıramayarak metafizik alanda bocalayan ve sonunda ruhsal sarsıntı geçirenler
2.Grup: sırf pozitif bilimlere güvenerek, dini ve nakli bilimleri bir kenara koyanlar
3.Grup: pozitif bilimlerle dini bilimleri birbirine karıştırmayıp, örf ve adetlerden aldıkları etki ve telkinlerle dine duygusal bağla bağlı olanlar
4.Grup: Her iki bilimi başarılı bir şekilde öğrenip, bireysel çabalarıyla bilgilerini artırıp, ruhsal yönden tatmin olacakları dengeyi kurabilenler
Akif, son grupta yer alan bir şahsiyettir. Onu değerlendirirken, bu durumu dikkate almak gerekir. Mehmet Akif, almış olduğu eğitim sayesinde, bir sanat ve edebiyat adamı, bir din bilgini, bir pozitif bilimci ve aynı zamanda bir düşünce adamıdır. Akif, düşünsel anlamda 1908’de Darü-l Fünûn’da edebiyat öğretmeni olarak çalıştığı dönemde Ferit Vecdî, Muhammed Abduh ve Cemaleddin Afganî’nin düşüncelerini inceleme fırsatı buldu ve etkilendi.
Tanzimat’tan itibaren Osmanlı aydınları arasında tartışılan bazı fikir akımları da Akif’i etkilemiştir. O dönemde etkili olan akımları şöyle sıralayabiliriz; İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük, Batıcılık.
Akif; Sait Halim Paşa, Eşref Edip ve Babanzâde Nâim’le birlikte İslamcılık fikrini savunuyordu. Bu çerçevede “Sırat-ı Müstakîm” dergisini çıkarıyorlardı. İslamcılık fikrinin bu topraklarda öncüsünün Cemaleddin Afganî olduğunu ve Abdulhamid’i bu anlamda etkilediğini, burada söylemekte yarar var.
Akif’in yetişme ve olgunlaşma döneminde, üst üste gelen Balkan savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Akif’i derinden etkilemiştir. Bu zor dönemde; Akif şiirleriyle, makale ve vaazlarıyla, adeta savaşın ön saflarında yer almıştır. İstiklâl savaşında birçok aydın köşesine çekilmişken, Akif Sırat-ı Müstakîm ve Sebilür-Reşat’ta baş yazar, camilerde vaiz, meydanlarda nutuk atan biriydi. İstanbul’dan Ankara’ya yürüyerek gitmiş, uğradığı her beldede halkı aydınlatmaya gayret etmiştir.
Akif babasının “Medresede verilen dersleri ben oğluma öğretirim” kararından sonra, Fatih İbtidaî Mektebi’ne devam etti. Öte yandan babasından Arapça dersleri almaya devam ediyordu. Yani Akif; bir yandan örgün eğitime devam ederken, öte yandan yaygın eğitimi babasından yaşadığı mahalleden(Fatih/Sarıgazi) ve Fatih Cami’inden alıyordu. Bu ortamda Akif yaygın eğitimin daha fazla etki gösterdiğini fark ediyor, sonraki yıllarda bu eğitim biçimini bizzat kullanıyordu.
Akif, eğitimin aileden başlaması gerektiğini vurgular ve ebeveynin bu noktada tutarlı davranması gerektiğini ifade eder.
Bu cehalet yürümez; asra bakın; Asr-ı Ulum
Başlasın terbiyemiz, ailelerden, oğlum…
Yetişme biçimine baktığımızda; Akif hem mektebi hem de medreseyi yeterince tanımış ve ikisini en iyi eleştirebilecek konuma yükselmiştir.
Mektep İle Medrese Karşılaştırması
Akif’e göre; mektep ile medrese arasındaki en önemli ve tedavisi mümkün olmayan hastalık ikiliktir. Mektep ile medrese, halk arasına ikilik sokmuştur. Akif, ikilik yaratan eğitime ve onun kurumlarına karşıdır. Bunu açıkça şiirlerinde görmekteyiz.
Dönüp dönüp bakıyorsun, ne geldi hatırına
Şu karşılıklı binalar düşündürdü mü seni?
Niçin düşündürecek, önce söyle hikmetini
Şu sağ taraftaki?
-Mektep
-Evet, bu cephedeki
Bir eski medrese olmak… değil mi?
-Peki
Peki nedir? Biraz izah edilirse çok eksik
Zavallı milleti vahdet-i cüda eden ikilik
Vücudu bir tarafa atmak, dimağı bir tarafa
Akıl kârı değil derdi de, böyle yapmazdı
Ne oldu? Sor bakalım milletin öz evladı
Yabancıdan daha düşman kesildi birbirine
Mehmet Akif; hem medreseden, hem de mektepten yetişen alimleri eleştirir. Ona göre mektepte yetişen aydınlar, dine gereken önemi vermemektedir. Şu mısra, bu durumu açıkça ifade eder:
Bize efkâr-ı umumiyesi lâzım Garb’ın
O da Allah’ı bırakmakla olur
Medreseden yetişenleri de akılcı bir yaklaşımla eleştirmiş, İslam dininin bilime ve tekniğe karşı olmadığını açıkça ifade etmiştir.
Ya taassupları? Hiç sorma nasıl maskaraca
O uzun hırkasının yenleri yerlerde; hoca
Hem bakarsın, eşi yok dine taaddisinde
Hem ne söylersen, olur ki dini hemen rencide
Milletin hayrı için ne düşünsen bid’at
Şer’i tağyir ile, terzil ise -haşa- sünnet
Ne Hüda’dan sıkılır, ne de peygamberden
Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden
Çekecek memleketin hali ne olmaz, düşünün
Sayısız medrese var gerçi Buhara’da bugün
Okunandan ne haber? On para etmez fenler
Ne bu dünyada soran var, ne de ukbada geçer.
Akif, medrese-mektep ikiliğini Safahat’ın altıncı kitabında (Asım’ın nesli) ayrıntılı ifade eder. Asım’da; Köse İmam medresenin, Hocazâde mektebin temsilcisi gözükürler.
Köse İmam ve Hocazâde aslında medrese ile mektebin aksaklıklarını sembolleştiren kişilerdir. Bu iki kurumu bunların şahsında değerlendirir. Akif; medresenin eğitiminin hem yetersiz, hem de çağın gereklerine uymadığını ifade eder. Şu mısralar bunu açıkça dile getiriyor:
Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü
Hani göster bakayım şimdi de İbn-i Rüşd’ü
İbn-i Sina neye yok? Nerede Gazali, görelim.
Hani Seyyid gibi, Razi gibi, üç beş alim…
Akif’in arzu ettiği okul, toplumun hem maddi hem de manevi ihtiyaçlarına cevap veren okuldur. Mektebin bu anlamda yetersiz olduğunu Akif şu mısralarla dile getirir:
Bir alay mekteb-i âli denilen yerler var
Sorunuz, bunlara millet ne verir? Milyonlar
Şu ne? Mülkiye… Bu? Tıbbiye…. Bu? Bahriye… O ne?
O mu? Baytar, bu Ziraat, şu? Mühendishane
Çok güzel, hiçbiri hakkında sözümüz yok
-Yalınız
Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? Anlatınız…
İşiniz düştü mü Tersane’ye yahut Deniz’e
Mutlaka adetimizdir, koşarız İngiliz’e
Bir yıkık köprü için Belçika’dan kalfa gelir.
Mehmet Akif’in Eğitim İdealleri
Peki her tarafı eleştiren ve haklı olan Akif bir eğitim modeli ortaya koymuş mudur? Yoksa salt eleştirip yerine mi oturmuştur? Tabi ki hayır. Akif’in eğitim ideallerini Safahatın altıncı kitabı Asım’da bulabilmekteyiz. Akif ümmetin kurtuluş reçetesini iki temel unsura bağlamaktadır. Birincisi; Marifet, İkincisi Fazilettir. Bu iki temel üzerine Akif’in eğitim ideallerini inşa ettiğini söyleyebiliriz.
Marifet; bilim, teknik, hüner ve uzmanlık anlamlarına
Fazilet; yüksek hasletler ve güzel ahlak anlamına gelmektedir.
Akif’e göre marifet gelişmenin maddi şartlarını hazırlarken, fazilet maddi olan şeylerin değer ölçüsünde kullanılmasını sağlar. Son üç yüz yılda, önce marifette geriledik, maddi gücümüzü kaybettik, sonra faziletimiz yavaş yavaş kayboldu.
Bir milletin eğitimi bireylerine marifeti veremiyorsa ya da yeterli değilse; o millet yalnız faziletle yükselmez. Belki milletin insanları güzel ahlaklı ve iyi huylu olur, ama maddi güç ve kudretten yoksunsa o milleti miskinliğe sevk eder. Akif’e göre marifet ve fazilet ayrı ayrı düşünülemez.
Marifet farz edelim, var da, fazilet mefkûd,
Bir felaket ki cemaatler için, nâ-mahdûd.
Beşerin ruhunu temsîm edecek karha budur;
Ne musibettir o, tâûnlara rahmet okutur!
Bu bilgiler ışığında Akif’in eğitim ideallerini iki noktada toplayıp açıklayalım:
Marifet’e Ait Olanlar
1)Bilim:
Akif’in bilimden anladığı teknik bilimdir ve Batı’dan alınmalıdır. Bundan dolayı Asım’ı Batı’ya(Almanya) gönderir.
Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz;
Sade Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz.
O çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin;
Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin!
Fen diyarında sızan nâ-mütenâhî pınarı,
Hem için, hem getirin yurda o nâfi’ suları.
Aynı menba’ları ihya için artık burada,
Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada
Bilimin kıymeti amelidir(uygulamadır). Akif’e göre uygulamalı bilim çok önemlidir. Teorik şeylerle uğraşmak önemini kaybeder.
Nazariyete boğulmakla geçen ömre yazık
Ameli kıymetidir, kıymet-i ilmin artık
Bilimden beklenen menfaattir. Akif’e göre bilim menfaat sağlama aracıdır. Bilim insanlığa hem maddi, hem de manevi yarar sağlamalı.
2) Beden Eğitimi
Akif’e göre genç neslin beceri ve hüner sahibi olabilmesi için bedenen sağlam olması gerekir. Ona göre bedeni sağlam olanının şahsiyeti sağlam olur. Sağlam şahsiyetli birey, haksızlığı ve zulmü kabullenmez.
a]Fazilet’e ait olanlar:
1)Ruhsal Yapı(İman)
Akif’e göre yeni yetişen nesiller güzel ahlak üzere yetiştirilmeli. Bu ahlak İslam ahlakıdır:
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır
Fazilet hissi insanlara Allah korkusundandır.
Akif’e göre bir milletin ahlakındaki çözülmeler o milletin ölümünü hazırlar. Akif’e göre ahlaklı bir gencin özellikleri şunlardır
-Doğru söyler, özü ve sözü sağlamdır.
Şudur cihanda en beğendiğim meslek
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek
Lafı bol, karnı geniş soyları taklit etme
Sözü sağlam, özü sağlam ol, ceddine çek
-Zulme karşı Hakk’ı tutar.
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için, geçmişe kalkıp sövemem
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam
Hele Hak namına haksızlığa ölsem tapamam
Adam aldırma geç git, diyemem, aldırırım
Çiğnerim, çiğnenirim, Hakk’ı tutar kaldırırım
-Merhametlidir.
-Dindardır: Yeni yetişen gençlik dinine bağlı olmalıdır. Bu ancak eğitimle mümkündür. Sebil-ür Reşad’da geçen bir makalesinde bu durumu şöyle ifade eder: “Maarif… Maarif… Bizim için başka kurtuluş yok. Eğer yaşamak istersek, her şeyden evvel maarife sarılmalıyız… Dünyada maarifle, dinde maarifle, ahirette maarifle… hepsi, her şey maarifle kaimdir.”
-Vatanını sever.
Mehmet Akif’in Öğretmenler Hakkındaki Tespitleri
Akif’e göre öğretmenler; nitelikleri itibariyle iki grupta toplanır. Birincisi ‘Müspet vasıflı’, ikincisi “Menfi vasıflı” öğretmenler. Edepli, imanlı, liyakatli ve vicdanlı olan öğretmenler ‘müspet’ tir,
Akif, öğretmenin imanlı olmasını birinci plana almıştır. ‘muallimim’ diyen olmak için; imanlı, edepli, sonra liyakatli, sonra vicdanlı olmak gereklidir.
Liyakatli öğretmeni de Akif üç açıdan değerlendirir:
1-Öğretmenlik formasyonu: Akif’e göre öğretmen olmak isteyen her kişinin öğretmenlik formasyonu almış olması gerekir.
2-Alan bilgisi: Alanında yeterli olmayan öğretmeni öğrenci karşısına çıkarmak, Akif’e göre büyük yanlıştır. Alan bilgisi tam olan öğretmenin çok etkili olabileceğini özellikle vurgular.
3-Edepli ve Vicdanlı Öğretmen: Akif’e göre edepli ve vicdanlı olan öğretmenin ahlaklı olması demektir. Ahlaki temeller toplumda hareket ve davranışı belirler. Müslüman bir öğrenciye ders verecek öğretmenin İslam ahlakıyla ahlaklanmış olması gerekir.
Menfi nitelikli öğretmene gelince, Akif ona “Çekirge sürüsü” der:
Mahalle mektebidir işte en birinci adım
Fakat bu hatveyi ilkin tasarlamak lâzım
Muallim ordusu derken, çekirge orduları
Çıkarsa ortaya, artık hesap edin zararı
Bir milletin gençleri “muallim ordusu” yerine “çekirge ordusu”na teslim edilirse o millet bütün değerlerinden, geçmişinden, kısacası bir milleti millet yapan tüm unsurlardan mahrum bir insan topluluğa dönüşür. Böylece başka ülkelerin oyuncağı ve maskarası olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İMSAK | GÜNEŞ | ÖĞLE | İKİNDİ | AKŞAM | YATSI |
04:22 | 05:44 | 11:45 | 14:58 | 17:34 | 18:49 |