POST TRUTH (GERÇEKLİK SONRASI) ÇAĞDA FİLİSTİN SORUNUNU KONUŞMAK / Köşe Yazısı - Mehmet ÖZEL
Mehmet ÖZEL
POST TRUTH (GERÇEKLİK SONRASI) ÇAĞDA FİLİSTİN SORUNUNU KONUŞMAK
Ünlü sosyolog Salman Sayyid, “Hilafeti Hatırlamak” adlı eserinde hilafetsiz ümmetin su üstündeki köpük gibi hükümsüz olduğunu belirtmektedir. Sayyid’in bu tespiti hilafetin ilgasından sonraki ümmetin durumuna bakılırsa aynen doğrudur. Filistin’e bir Yahudi devleti monte etmenin, hilafetin fiilen ilgasından sonraki döneme denk gelmesi, bu söylediğimizin en önemli delilidir. Bu açıdan bakıldığında Filistin konusu, bu aşamadan sonra ümmetin sorunu olmaktan çıkmış, devlet geleneği olmayan Filistin ulusunun –Arap oldukları halde ayrı bir ulus olarak kabul görüyorlar- sorunu olmaya başlamıştır. Bu anlamda, Osmanlı İmparatorluğunun merkezine konumlanan modern ulus devlet, İmparatorluğun küllerini savururken, İmparatorluğun yok olması ile ezilen toplumları yok saymıştır.
Bu aşamada hilafet tartışmaları da büyük önem taşımaktadır. Maturidî kelamının duayeni olarak kabul edilen İmam Ebu Mansur el- Maturidî, asırlar önce, Te’vilatu’l- Kur’an adlı eserinde; hilafetin dini değil, siyasi ve stratejik bir mesele olduğunu söylerken, 20. Asırda hilafet üzerine Mecliste yapılan tartışmalarda, ulemanın(?) hilafetin delillerini Kur’an ve sünnette araması, kanaatimce ilim açısından yaşadığımız gerilemenin en kesif belirtisidir. Söyledikleri her şeyin delilini Kur’an ve sünnette bulmaya çalışan, metottan uzak bir ilim geleneği, hilafeti kendi stratejik derinliği içinde tartışmak yerine, Kur’an ve sünnette olmayan dolayısıyla ilgası lüzumlu olan, miadını doldurmuş bir kurum olarak görmeyi tercih etmişlerdir. Bu yaklaşımın son asır pozitivizmine yenik düşmüş tüm neo selefi ve modernist İslamî söylemelerin ortak hastalığı olduğunu belirtmek gerekiyor. Söz konusu yapılar; geleneksel kurumları ihya etmek veya sürdürmek yerine yok saymayı veya yok etmeyi çok daha kolay bir tercih olarak görmektedirler. Medrese, tekke, zaviye vakıf ve ocakların tamamının aynı akıbeti yaşadıkları göz önüne alınırsa söz konusu yıkım çok daha net görülecektir.
Aslına bakılırsa post truth bilgi çağı pozitivist felsefe ile başlamıştır. Doğrunun değil, en çok dikte edilenin öne çıktığı, akılsal doğruların pozitif söylemlere yenik düştüğü, akıl ve mantık ilkelerinin yok sayıldığı, insan metafiziğinin, duygularının fiziki bir körlük adına yok sayıldığı bir söylem; aslına bakılırsa doğrunun değil, en çok rağbet görenin yanında yer almaktır. Eskiyi temsil eden hilafet müessesesinin gerekliliğinin ümmetin bir ihtiyacı üzerinden değil de, onun ilgasının modern dünya ile kurulacak iletişimin bir gereği olarak görülmesi ve bu minvalde tartışılması, pozitivist felsefenin düşünce üzerine kurduğu tahakkümün veya pozitivist felesefeye teslimiyetin en büyük delilidir. Dolayısıyla hilafet kurumu hakikatle kurulan bir bağ üzerinden değil, gerçeklikle kurulan bir bağ üzerinden ilğa edilmiştir. Bu ilğanın kaynakları da çok rahat Kur’an ve sünnet istismar edilerek bulunmuştur. Bu aşama, Filistin sorununun ümmetin sorunu olmaktan çıkıp bir ulusun sorunu olmaya başlamasının ilk aşamasıdır. 1917 Balfour Deklerasyonu ile resmen, 1948’de fiilen kurulan İsrail terör devletini ilk tanıyan Müslüman ülkenin İmparatorluğun merkezine konumlanan ulus devlet olması gerçeği de, bu yeni aşamanın en dramatik olaylarından olsa gerektir.
Soğuk savaş döneminde gelişen sol hareketlerin özellikle 1960’lı 70’li yıllarda Filistin sorununu sahiplenmesi, çift kutuplu dünyanın yarattığı atmosferden Filistin ulusunun payına düşen bir duyarlılık olsa gerektir. Filistin ulusunu ezilen dünyanın bir parçası olarak gören kapitalizm karşıtı sol söylem, bu noktada ümmet fikri ile uyuşan bir zihin dünyası ile ortak noktalar bulmuştur. Yani bu dönemde ümmetçi söylem ile solcu söylem ortak noktaları olan ‘Filistin toplumunun ezilmişliği’ üzerinden bir söylem geliştirme imkânını yakalamıştır. Ezilmiş bir toplum, sol açısından kolayca ideolojik propaganda yapabileceği bir alan olurken, İslamcılar açısından ise, hilafetin ilgası ile siyasal bir temsiliyet olmaktan çıkan ümmetin kendini rahat ifade ettiği bir alan olmuştur. İslam dünyasında yeni kurulan modern devletler ise, bu anlamda İslam’ı siyasal bir temsiliyet ve güç olarak görmek yerine kendi varlıkları için tehlike olarak algılamışlardır.
Tek kutuplu dünyada ise, artık sol kapitalizme bir alternatif olmaktan çıktı hatta liberalizmin dikte ettiği özgürlük söylemi, genel olarak solu özgürlük söylemleri üzerinden kapitalist dünyaya alternatif olmaktan çıkardı. Bu anlamda Filistin sorunu siyasal temsiliyeti olmayan, ümmet söylemi üzerinden birleşen, ancak Sayyid’in deyimiyle su üzerindeki köpük kadar hükmü olan bir topluluğa kaldı. Bu süreçte evrilen dünya Filistin sorununu her gün ayrı bir perspektife kaydırırken, Filistin ve Kudüs sorununun ümmetin ortak acısı olduğunu söylemek artık bir bedel ödemeyi gerektirir oldu.
Pozitivist felsefe ile belirginleşen post truth çağ, bilgisayar teknolojilerinin bilgi aktarımında zaman ve mekânı aşması ile daha bir ivme kazandı. Bu aşamada Filistin veya Kudüs sorunu -her konuda olduğu gibi- bir hakkın veya hakikatin tartışıldığı bir alan olmaktan çıkmıştır. En çok hikâyesi olanın, en çok makalesi olanın, en fazla propaganda yapanın, en fazla algılarla oynayanın kazandığı bir bilgi çağında artık hakikatin tartışılma imkânı zor bir ihtimaldir. Bu hikâyelerin doğru veya yanlış olması önemli değildir, çünkü artık bilginin epistemolojik, metodolojik temelinden çok propaganda gücü esas olmaktadır. Bu çağı bilgi çağı olarak adlandıranların veya bilgisayar teknolojileri ile her isteyenin istediği anda istediği bilgiye ulaşacağını söyleyenlerin hesap edemediği nokta; propaganda gücünün hakikatin gücünü aşıp, gerçekliği ters yüz etmesi olasılığıdır. Bu anlamda Filistin ve Kudüs sorununu post truth olarak tanımlanan çağda tartışmak, geçmiştekinden çok daha zor bir uğraşı olmaktadır. Bu anlamda bir Müslüman’ın dünyasında hakikatin ne kadar önemli yer tuttuğunu hesap edersek; propaganda açısından elverişsiz bir zeminde olduğumuzu kabul etmeliyiz. Ancak bu, yanlış yerde olduğumuz anlamına gelmez, hakikat arayışının zorluklarına katlanabilecek bir zihne ve duruşa sahip olmayı zorunlu kılar.
Bu gün her türlü din, tarih, felsefe bilgisi propagandaya malzeme yapılmaktadır. Önemli olan bilginin doğruluğu değil, nasıl bir malzeme olduğudur. Eğer mevcut bilgi kullanışlı bir malzeme ise, bu bilgi çok kolay yayılıyor, yok eğer mevcut bilgi kullanışlı bir malzeme değilse, en güçlü hakikatler bir köşede yatıyor.
Yazımın geriye kalanında Kudüs ve Filistin sorununu post truth çağda konuşmanın zorluğunu iki örnek vererek açıklamaya çalışacağım.
1. Haritada Filistin Diye Bir Yer Var mı?
ATLASLARDA FİLİSTİN VE KUDÜS YOK!
Türkiye'nin bağımsız devlet olarak tanıdığı ve Ankara'da büyükelçi düzeyinde temsil edilen Filistin'in, okullarda yardımcı ders kitabı olarak okutulan atlaslarda yer almadığı ortaya çıktı.
A+A-
Yukarıdaki haberi yıllar önce okuduğumda irkilmiştim. “Kim, neden böyle bir yanlışı(?) yapar?” sorularından öte; bu atlaslar üzerinde yapılacak -mesela yüz yıl sonra- akademik bir çalışmanın Filistin diye bir yerin olmadığını kanıtlayabileceği, hem de Müslüman bir ülkenin çıkardığı atlaslara dayalı olarak kanıtlayabileceği açıktır. Kullanışlı propağanda malzemesinin önem kazandığı bir çağda, bu ihtimal göz ardı edilmemelidir. Çünkü tam yarım asırdır, yardımcı kitaplarımızda Filistin diye bir yer yok, bunun kullanışlı bir malzeme olabileceği açıktır.
2. Haritada İsrail Olmazsa Ne Olur?
İsrail haritada yok
Dünyanın önde gelen matbaalarından HarperCollinsin, Ortadoğu'daki okullar için özel olarak hazırladığı haritada, işgal altındaki Gazze'nin adı mevcutken, İsrail'e yer verilmedi. Katoliklerin haber dergisi 'The Tablet' haritayı haber yapınca matbaa geri adım atıp ürünün dağıtımını ve basımı durdurdu.
Tarih: 04-01-2015 13:09:07
Harper Collins’in bastığı atlasta İsrail’in olmaması o dönem özellikle İsaril’in baskıları ile karşılaşmıştı. Hatta dünyanın önde gelen basın organları bu duruma tepki gösterirken Zaman gazetesi de; “İsrail’li Haritadan Sildiler” gibi, dramatik(?) bir başlık atmıştı. Zaman gibi kullanışlı basın organlarının tepkisi, söz konusu şirkete geri adım attırmış ve atlasın dağıtımı durdurulmuştu. O tarihte benim aklıma da şu soru takılmıştı; “İsrail’in haritadan silinmesinden kısa sürede haberdar olan (Zaman) gazeteler, neden Filistin’in yarım asırdır silinmiş olmasından haberdar değiller?”
“İsrail haritada yer almazsa ne olur?” sorusu net olarak cevaplandığına göre post truth çağda Filistin ve Kudüs sorununu tartışmanın çok daha zor bir uğraşı olduğu da ortaya çıkmıştır.
3. Sonuç
Hilafetin fiilen ilğasından sonra ümmet için ciddi bir sorun haline gelen Filistin ve Kudüs sorunu, son asır içerisinde çok fazla tartışıldı. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da bir sonuç alınamadı. Gün geçtikçe daha fazla kan kaybeden bu sorun, artık iki önemli problemle karşı karşıyadır. Birinci sorun; ümmetin suyun üstündeki köpük gibi etkisiz olması ve siyasi bir temsiliyetinin olmaması sorunu, ikincisi ise; post truth çağın bilgi problemi.
Tüm bunları söylemişken, Uygur Türkleri meselesi üzerinden Filistin duyarlılığımızı itibarsızlaştırma çabası şu anki en önemli gündemimiz olmalıdır. Uygur Türklerinin zulme uğramasında Müslümanların hiçbir katkısı yokken, bu iki konuyu kıyaslayarak Müslümanların zulme rıza gösterdiğini söyleyen herkes, Çin’in Uygurlar’a uyguladığı zulüm üzerinden Filistin meselesini itibarsızlaştırma ameliyesine ortak olmuştur. Burada kıyas kaldırabilecek bir durum yoktur. Zulme uğrayan iki toplum vardır. Biri üzerinden ötekini itibarsızlaştırmak kim yaparsa yapsın akla muğayir bir durum olduğu gibi, aynı zamanda alçakça bir kelime oyunudur.
İşte post truth çağ böyle tehlikeler barındırmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
- POST TRUTH (GERÇEKLİK SONRASI) ÇAĞDA FİLİSTİN SORUNUNU KONUŞMAK10 Ağustos 2022 Çarşamba 19:34
- SANAL BİR DÜNYANIN İMKÂNI ÜZERİNE BAZI SORULAR2 Aralık 2021 Perşembe 21:49
- ANADOLU İRFANI YA DA SÜNNİLİĞİ NE ANLAMA GELİYOR?30 Mayıs 2021 Pazar 00:10
- Bilal AKGÜLMAARİF MODELİ VE EĞİTİM ATMOSFERİ ÜZERİNE
- Hülya AKCEBEGAZZE ŞEHİTLERİNE
- Hasan UYARDİRİLİŞ NESLİNİN ÖNCÜSÜ: SEZAİ KARAKOÇ
- Yusuf YAVUZYILMAZNURETTİN TOPÇU VE EĞİTİM
- Osman DAĞSESSİZ ÇALIŞAN KAHRAMANLAR
- Mehmet ORMANBİR MÜTEFEKKİRİN İMTİHAN YAKLAŞIMI
- İsmail ULUÇAYXIX. ASIRDA BİR KÜÇÜK FİRAVUN: EVELYN BARING (LORD CROMER)
- Sabri KELEPÇETUFAN-I AKSA
- İ. HALİL TÜNÇMENGENÇLİK, ZİHİNSEL DİNAMİZM VE ANLAM ARAYIŞI
- Yakup ÇETİNKAYASEYYİD CEMÂLEDDİN AFGANÎ
- Akif AKMAN JÖN TÜRKLERDEN BUGÜNE ALGI YÖNETİMİ DERSLERİ
- Mehmet ÖZELPOST TRUTH (GERÇEKLİK SONRASI) ÇAĞDA FİLİSTİN SORUNUNU KONUŞMAK
- Bilge ÇAĞLANMODERN EĞİTİMLE DEĞİŞEN DİNDARLIK
- Veli KARATAŞ “AKLA VEDA” AKL-I SELİME DAVET
İMSAK | GÜNEŞ | ÖĞLE | İKİNDİ | AKŞAM | YATSI |
04:22 | 05:44 | 11:45 | 14:58 | 17:34 | 18:49 |