ÜLKEMİZDEKİ EĞİTİMİN DÜNÜ BUGÜNÜ VE YARINI / Köşe Yazısı - Mehmet ALTUN

27.05.2021 23:02:14
Mehmet ALTUN

Mehmet ALTUN

 ÜLKEMİZDEKİ EĞİTİMİN DÜNÜ BUGÜNÜ VE YARINI 

İslamiyet öncesi Türklere baktığımızda, göçebe bir hayat tarzı yaşadıklarından, eğitim-öğretim ve bilimsel faaliyetler konusunda pek bir etkilerinin bulunmadığı görülmektedir. Daha çok yerleşik hayata geçtikten sonra özellikle İslamiyet’i kabul etmeleriyle beraber-İslamiyet’in ilmi önemsemesi ve teşvik etmesi nedeniyle- bu alanda çok ilerlemişlerdir. 

İnsanoğlu yaratılış icabı, dini ilimler ile pozitif bilimlerden yoksun bırakılamaz. Nasıl ki bir kuşun uçması için iki kanada ihtiyacı varsa ve bu kanatlardan biri kırıldığında kuş uçamıyorsa insanoğlu da dinî ve pozitif ilimlerden birinden mahrum bırakılamaz. 

Eğitim öğretim ve bilimsel çalışmaların bir arada yürütülme çalışmalarının ilk örneklerine Hz. Muhammed(S.A.V) döneminde rastlıyoruz. Peygamberimizin Medine’de temelini attığı Suffe Mektepleri’nde, pozitif ilim ve dini ilim halkaları oluşturularak burada hem dünya hem de ahiret hayatı için gerekli ilimler öğretiliyordu. Kur’an-ın oku emri ile başlayıp eğitim ve öğretime önem vermesi, Peygamberimizin(S.A.V) “İlim Çin’de dahi olsa onu arayınız, bulunuz.” hadisi ışığında peygamberimiz döneminde Suffe Mektepleri’ndeki eğitim modeline benzer eğitim sistemi Selçuklu ve Osmanlılarda medrese adı altında devam etmiştir. 

İslam âlemi, 7 yy. başlarından 18.yy ortalarına kadar yaklaşık bin yıllık bir zaman diliminde sahip oldukları bu eğitim modeli aracılığıyla ortaya koymuş oldukları her türlü bilimsel gelişme ve ilerleme sayesinde, aydınlanma çağını yaşarken -bugün bize medeni diye yutturulan- Batı toplumu karanlık çağını yaşamaktaydı. 

Selçuklularda Nizamiye Medresesi, Osmanlılarda Sahn-ı Seman medreseleri sayesinde eğitim en üst düzeye çıkmış; burada sayısız bilgin, âlim ve devlet adamı yetişmiştir. Bu medreselerde yetişen Fatih,Yavuz, Selahaddin-i Eyyubi, Kanuni, Nureddin Zengi gibi dirayetli devlet adamları İslam ülkesinin sınırlarını genişletmiştir. Yine bu kurumlarda yetişen Mimar Sinan, Biruni, Katip Çelebi, Harezmî, Ali Kuşçu,  El Cabir, İbn-i Batuta gibi bilginler ortaya koymuş oldukları eserlerle bir yandan İslam diyarlarında bilim ve teknolojinin gelişmesini sağlarken bir yandan da her türlü imar faaliyetleri ile ülkeyi daha mamur hale getirmişlerdir.  

Mevlana, Hacı Bayram, Yunus Emre gibi gönül erleri de ektikleri uhuvvet tohumları ile bu topraklarda yaşayan;dili, dini, ırkı farklı tüm toplumu bir arada yaşatarak saadet devrinin yaşamasını sağlamışlardır. 

Böyle mükemmel bir düzene sahip olan islam toplumu nasıl olur da bugün bu hele geldi? İşte bununda temelinde eğitim ve eğitim kurumlarımızın işlevsizleştirilmesi yatmaktadır. 

18 yy.da Osmanlı Devleti doğal sınırlarına ulaşınca ülke içinde iç karışıklıklar başlamış, diğer kurumlar gibi eğitimde bundan nasibini almıştır. Bu dönemi iyi değerlendiren Avrupa, Rönesans ve Reform hareketleri ile kendi iç karışıklıklarını gidermiş, eğitime ve her türlü bilimsel gelişmeye önem vererek ülkelerini kalkındırmışlardır. Osmanlı bu dönemde geri kaldığını kabul etmiş ve çağın gerisinde kalmış olan teknolojisini revize etmek yerineeskiye ait ne varsa ona geri dönmeyi seçmiş;hatta zaman zaman dışarıdan gelen bazı teknolojik gelişmelere Gavur icadı” diye karşı çıkmıştır. Eğitim sisteminin bozulması, devlet denetiminden yoksun kimselerin devletin önemli kadrolarına gelmesine, bu da devletin yavaş yavaş çökmesine neden olmuştur. Bunu önlemek için 19 ve 20. yy’da Avrupa’ya öğrenci gönderilmiştir. Burada Avrupa’nın kültürüyle yetişmiş bu aydınlar(!) ülkeye geldiğinde ülkenin geri kalmışlığının sebebini dinde görmüş ve dine ait ne varsa bir kenara koyup Batı’nın her yönden taklit edilmesini savunmuşlardır. Oysa yapılması gereken eğitim kurumlarımızda hem dini hem de her türlü bilimsel gelişmeye açık pozitif ilimlerin bir arada verilmesiydi; ancak bu yapılmadı. 18.yüzyılda Batı'nın bazı bilimsel gelişmelerine Gavur icadı denildi. 20. Yüzyılda da çöl Arap’ın geleneği denilerek kültürümüze ait ne varsa bir kenara konuldu.18. yy’da yapılan yanlışlığın rövanşı alınırcasına acımasız bir şekilde 20.yy’da bu toplum kendi öz değerlerinden kopartılmaya çalışıl. 

Bilimsel yönden gelişeceğiz denilerek camiler ahıra çevrildi. Şapka kanunu çıkarılarak şapka takmayanlar, mezarından çıkartılıp darağacında sallandırıldılar. 1000 yıldan fazla bu toplumun harcı olan ve bu topluma Aydınlanma Çağı yaşatan medreseler kapatıldı.Ayasofya müzeye çevrildi. Harf İnkılabı yapılarak bir gecede âlim konumundakiler cahil konumuna getirildi. Halkın bu yeni harfleri öğrenmesi, benimsemesi zaman aldığından yıllarca eğitimin ve buna bağlı olarak da ülkenin her yönden gerilemesine neden olundu. Cebren de olsa yapılan bazı değişiklikler ile kendi öz değerlerimize ait ne varsa ya kaldırıldı ya da şeklen Batı taklit edilerek onlarda ne varsa araştırılmadan -toplumun yapısına uymadığı halde- topluma empoze edilmeye çalışıldı.  

Bunun neticesinde toplum, şeklen Batılı; ancak hamuru Doğulu bir hale getirildi. Buna rağmen ülke çağ atlamadı; hatta 21 milyon km2 den ibaret olan Osmanlı Devleti yanlış politikalar nedeniyle  780 bin km2lik  bir toprak parçasına mahkum edilerek  Avrupa’nın yardımına muhtaç hale getirildi. 

Sözde her türlü teknolojik gelişmeyi takip edip ülkeye çağ atlatacağını iddia edip ülkeyi kendi öz değerlerinden koparanlar; ülkede bulunan uçak fabrikası, roket fabrikası, motor fabrikası, Devrim Arabası vb.fabrikaları kapatıp ülkeyi Batı’nın kapsında el açan, dilenen devlet konumuna getirerek bunu başarmışlardır.  

Oysa yapılması gereken belliydi. Öz hamuru İslam olan bu toplum, hem kendi kültürünü hem de bilimsel gelişmeyi beraber yürütmeliydi.Yapılan yanlışlara dur diyen Mehmet Akif, Necip Fazıl, İskilipli Atıf Hoca, Menderesler… Kimi  ya  sürgün edildi ya da darağacında sallandırıldılar. Turgut Özal şaibeli bir şekilde öldü. Erbakan 28 Şubat Post-Modern darbe ile görevden uzaklaştırıldı. Sonra sanki her şeyin sebebi eğitimmiş gibi, ilk olarak eğitimi dizayn etmeye çalıştılar. Kur’an kursları kapatıldı. İmam Hatipler ve tüm meslek liselerin orta kısımları 8 yıllık kesintisiz eğitim adı altında kapatıldı. Başörtüsü hem kurumlarda hem de üniversitede yasaklandı. Okuyup ülkesine hizmet etmek isteyen kızlarımıza: “Gidip Arabistan’da okusunlar!”  denilerek öz ülkelerinde parya durumuna getirildiler. 

Çünkü bu ülkenin gelişmesini istemeyen dış mihraklar, içerideki piyonları aracılığıyla her on yılda bir darbe yaparak bu ülkeyi dizayn etmeye kalkışmışlardır. Sebebi ise bu toplumun şeftali üretmek yerine motor üretmeye kalkışması, tekrar eski ihtişamlı günlerine dönmeye çalışmasıydı. 

 2012 yılına kadar devam eden bu sıkıntılar kaldırılıp normalleşme yoluna gidilmiş; ancak eğitimin belli bir temele oturtulamaması, her Bakan değişikliğinde eğitimde değişikliklerin olması, eğitimi yazboz tahtası durumuna getirdiğinden eğitim sistemi bir düzene girmemiştir. 

4+4+4 eğitim sistemi, bütçede eğitime ayrılan payın artması, her türlü teknolojik gelişmenin devlet eliyle desteklenmesi, üniversite sayılarının artması, proje yarışmaları vb. eğitimdeki olumlu gelişimler geleceğe umutla bakmamızı sağlamaktadır. Ancak bu da  epey zaman alacaktır. 

Bu yazı toplam 2434 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.