KAHVE TADINDA VEFA APARTMANI SADIK YALSIZUÇANLAR / Köşe Yazısı - Mehmet ORMAN

Mehmet ORMAN
morman02@gmail.com
Tevfik İleri gibi kıymetli bir kişiliği, şahsiyeti tekrar konuşmamıza vesile olduğu için Kâhta İlim Yayma Cemiyeti’ne minnettarım.
Bendeniz Malatyalıyım. Babaannem Besnili idi. Bu arada biraz hemşehricilik yapmış olalım. Sultan isminde, kimlik adı ‘Besey’ olan babaannem, bize ismini veren dedemiz Kamil Sadık, Allah rahmet eylesin. Bütün geçmişlerimize, tüm dostlarımızın geçmişlerine.
Adıyaman, malum, 1950'li yıllarda ayrıldı Malatya’dan ve il oldu. Kâhta’da gerçekten çok zengin bir tarihi hafızaya sahip, değerler hafızasına. Hem sosyologların, antropologların hem de arkeologların çalışması gereken tarihten bir havza. Dolayısıyla hemşehri olmaktan ayrıca bir mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum.
1962'de Malatya'da doğdum, ben. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat bölümünde okudum. Öğretmenlik yaptım, TRT'de çalıştım, yirmi küsur sene ve emekli olduk.
"Vefa Apartmanı", tabi, yazdığımız birkaç roman var, 10’a yakın; onlardan biri. Öyle bir apartman vardı, Ankara'da. Yıkıldı, maalesef, 5-6 yıl önce. Kocatepe Camii'nin hemen cenaze merasimlerinin yapıldığı yerin karşısında. Olgunlar Sokak, 38 numaradaydı. Üç katlı bir apartmandı. Tek daire üzerine kuruluydu.
Orada merhum Tevfik İleri'nin, bu romanda anlatmaya çalıştığımız, eski Maarif Vekili, Milli Eğitim Bakanlarımızdan; Ulaştırma Bayındırlık Bakanlığı yapmış, Başbakan yardımcılığı yapmış.
49-50 yaşında vefat etmiş. Çok genç yaşta vefat etmiş. O kısa ömrüne büyük hizmetler sığdırmış. O güzel insanın ailesinin yaşadığı bir apartmandı, Vefa.
Tevfik İleri 27 Mayıs 1960 darbesinde, o kanlı ve kirli darbede tutuklanıyor. Önce Ankara Harbiye'de bir müddet tutuluyor. Sonra Yassıada’ya gönderiliyor. Orada, haksız yere iki ayrı davadan yargılanıyor. Mahkûm ediliyor önce, sonra idam kararı veriliyor ve bu karar müebbet hapse çevriliyor.
Malum, üç idam oldu. İlk belirlenen idamlıklar listesi hayli kabarıktı. Bu millet, halk tepki gösterir diye darbeciler listeyi düşürmüştü.
Tevfik Bey, ilk idam listesinde olanlardandı; iki suç davası vardı. Birincisi: ‘hıyanet-i vataniye’ yani vatan hainliği. Üstelik vatanı deli gibi seven bir adam, tanıdığım en yurtsever, vatanseverlerden biri olmasına rağmen.
Nişanlısına evlenmeden önce: “Bir tek şartım var. Önce memleketimizi, milletimizi seveceğiz sonra birbirimizi seveceğiz. Milletimize ve memleketimize duyduğumuz aşk, birbirimize duyduğumuz sevgiye mukaddem olmalı, daha önde gelemez.” diyecek kadar yurtsever ve memleketine aşkla şevkle hizmet etmiş bir insan.
On yedi yıl mühendislik, on yıl bakanlık yapmış. Vefat ettiğinde ailesi kirada yaşayan, namuslu dürüst bir adam. 31 Aralık 1961 gecesi vefat ediyor.
O vefat ettiği zaman ailesi kirada oturuyor; oturdukları yer şimdi İŞKUR İl Müdürlüğü binası ve Abdi İpekçi Parkına bakan bir binadadır. Orada kiradayken kirayı ödeyemiyorlar birkaç ay.
Böyle zorluklar çekiyorlar.
Yakınları, dostları bu Vefa Apartmanının bulunduğu arsayı satın alıp oraya bir ev yapıyorlar ve onları, kabul etmedikleri halde, boş bir senedi imzalatarak oraya zorla yerleştiriyorlar. Buraya ‘Vefa Apartmanı’ diyorlar. Romanın ismi de oradan geliyor."Vefa Apartmanı".
Ailesinden kimse kalmadı. Şu an torunları var. Damadı hayatta. İki kızı, bir oğlu hayattaydı. Üçünü de tanıdım. Ayrıca eşini tanıdım, karısı Vasfiye Anneyi. Beş yıla yakın, dört buçuk - beş yıl görüştük.
Öyle, Vefa Apartmanı çok zengin ve hazin, Türkiyemizin de yakın tarihinin en kıymetli bölümünü oluşturan yerlerden ve olaylardan birisidir.Tevfik İleride bunu yaşayan önemli kişilerden birisidir.
Hep şöyle bilinir ya, dillerde sakız olmuştur. Hani örnek kişilik, efendim, rol model diyorlar ya, işte örnek şahsiyet, örnek kişilik dediğimiz kişilerdendir, Tevfik Bey.
Nasıl biri olmak istersin diye, mesela, bana sorsanız; Tevfik İleri gibi olmak isterim, derim. Olamayacağımı bile bile söylüyorum bunu. Yani memur olup, bakan, genel müdür, il müdürü, milletvekili olup hayatı boyunca, mesela, dış görevlerde dahi harcırah almayan bir memur tanımıyorum ben, yok. Bürokrat bilmiyorum, harcırah almayan.
Efendim çocukları üç dört yıl aynı elbiseyi giyiyorlar, okulda. Aynı eteği giyiyorlar. Anneleri dikiyor. Her sene boyları uzadığı için uzatıyor eteğin boyunu. Efendim çizgiler oluşuyor, ütülenmesine rağmen. Ve babaları bakan iken oluyor tüm bunlar.
Ve oğlu hasta, okula gidecek, yağmur da yağıyor, arabayla okulun önünden geçecek, Tevfik Bey; “Makam aracına alsan, geçerken bırakırsın okula çocuğu” diyor karısı. “Hayır!” diyor. “Arkadaşları nasıl gidiyorsa o da öyle okula gidecek okula.” Çocuk hasta, çocuğunu makam aracına almıyor, bakın. O yüzden hakikaten örnek bir kişilik. İnanın çok araştırdım ben, ailesini dinledim, yıllarca, karısını, çocuklarını dinledim. Çocuklarıyla çok samimiydik.
Tahide ablamızı bu sene kaybettik, Cemâle gitti. Onun hayıru’l halefiydi. Yani onun tam bir hayırlı evladıydı. Mirasını, manevi mirasını sürdüren biriydi. Diğer çocukları da birbirinden güzeldi. Cahit abi, rahmetli oğlu. Beş evladı olmuş aslında. İkisi vefat etmiş. İkisini memlekete tasadduk etmiş, kurban etmiş. Biri sekiz aylıkken, biri bir küsur yaşında, Erzurum ve Çanakkale'de görevdeyken soğuktan zatürre olup ölmüşler. Onu da şöyle söylüyor: “Erzurumumuza, Türkiyemize, memleketimize kurban verdik yavrumuzu. Helal olsun!” diyor. Öyle acayip bir adam.
Eşine, karısına hayatı boyunca bir defa bile sesini yükseltmiyor. Bu bile fıtrata aykırı gibi görünüyor değil mi? Yani insan karı-koca, yüz göz olurlar ister istemez, aynı evde yaşıyorlar, sürekli beraberler.
Sormuştum ben Vasfiye Anne'ye. Yani bir defa olsun kavga etmediniz mi? Allah için yahu! Kavga! Hani "evin tadı tuzudur" derler ya. “Hayır etmedik” dedi. “Birbirimize hep saygılıydık.” Yahu nasıl olur Vasfiye Anne? Hiç size sesini yükseltmedi mi, bağırmadı mı? Yani ağzından kızarak kötü bir söz çıkmadı mı? “Hayır, hayır! Tevfik’in en ağır sözü şuydu: Meclis’te artık burnundan suluyor. O kadar haksız yere saldırılara maruz kalıyor ki... Çünkü meyveli ağaç taşlanır biliyorsunuz. Bir gün muhalefet grubuna dönerek diyor ki: ‘Allah kimseye sizin gibi bir muhalefet vermesin! Hatta size dahi!’ Tevfik’in benim hayatım boyunca duyabildiğim en ağır sözü buydu.” diyor.
Şimdi Tevfik İleri normal değil, hiç normal değil. Ben o yüzden dönüp dönüp böyle onu anlatırken büyük bir heyecan duyarım.
Mektuplarını yüzlerce kez, bakın abartmıyorum bazı mektuplarını yüzlerce kez okudum. Yani sanki dersiniz Yunus Emre'nin şiiri gibidir, şiirleri gibidir. İşte Melaye Cezeri’nin o güzel sözleri, şiirleri gibidir. Yani normal değil. Hz, Mevlana'nın o güzelim sözleri gibidir.
Tevfik İleri; işinde Hz. Ömer ahlakı, Hz. Ali ahlakı, Hz. Ebubekir ahlakı, Peygamber ahlakı üzere davranan bir insandır. İlahi ahlakla ahlaklanmış bir insan. Asla, bir defa dahi kamu malına göz dikmemiştir. Buna rağmen ikinci davasında suçlandığı şey; suistimal, kamu malını suistimaldir.
Bakın Allah insanı zaafından vurur, derler. Çok sevdiklerinin imtihanını da ağır yapar. Tevfik İleri de onlardan biridir. Vatanına, milletine büyük bir tutkuyla âşık olan adamı ‘"vatan hainliğiyle" yargılıyorlar, suçluyorlar.
Oğlunu, iki evladını kaybetmiş bir baba olarak, travma yaşamış bir baba, bir anne olarak düşünün. Makam aracı okulun önünden geçiyor. Öğlen eve yemeğe gelmiş, tekrar makamına dönecek. Bakanlığa gidecek, giderken oğlunu arabaya almıyor, makam aracıdır diye. Böyle bir adam.
Evde odası yok. Kızlar bir odada, oğlan bir odada, bir de salon var, ortada. Bir de küçük odaları var, yatak odası, söylemesi ayıp. Şimdi oğlundan odasını ödünç istiyor akşamları, geceleri çalışmak için. “ Oğlum! Bir iki saat bana odanı verir misin? ” diye.
Böyle bir adam düşünün. Harcırah dahi almayan bir adam. On yıl bakın, dört ay hariç on yıl boyunca bakanlıklar yapmıştır. Bayındırlık Bakanlığı,Yatırım Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı...
Yedi tane baraj yapmıştır, Tevfik Bey. Adıyaman'a da çok hizmetleri var. Adıyaman'ın ile oluş törenlerinin görüntülerini seyrettim ben. Rahmetli Menderes gelememiş. Refik Koraltan var. Adıyaman'ın ve birçok ilçe yollarını Tevfik İleri yapmıştır. Yani ulaştırmanın yapması gereken yolları. Efendim oralara, her yere çok hizmet götürmüştür. Türkiye'nin Edirne'den Hakkâri’ye, Sinop’tan efendim Mersin'e hizmet vermedik beldesi kalmamış.
Mektepler açmış, sadece İmam Hatip mektepleri açmamış; Yüksek İslam Enstitüsü açmış, liseler açmış, ortaokullar ve yatılı bölge okulları... Benim babam Vartolu idi. Mergemiz köyünden. Muşta Yatılı Bölge Okulu’nda okudu. Bizim kuzenler falan da orada okudu.
YİBO‘Yatılı Bölge Okulları’nı’ Tevfik İleri açmış. O’nun projesidir. Meslek liseleri, teknik liseler, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Erzurum Atatürk Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Tevfik Bey’in eserleridir. Bütün bu işleri yapmış.
On yıl bakanlık yapmış, Başbakan yardımcılığı yapmış. On yedi yıl Mühendislik, Bayındırlık İl Müdürlüğü, Bayındırlık Bölge Müdürlüğü, Karayolları Bölge Müdürlükleri yapmış bir adam, ölüyor ve ailesi kirada.
Araştırıyorlar Yassıada’da; hani bu kamu malını suiistimal etmişti. Sadece üç bin lira bir kayıt çıkıyor. Parası yok, evi yok, arabası yok, arsası yok, yatı yok, katı yok. O üç bin lira da Sümerbank’tan halı almışlar. Onun kalan taksitli borcu imiş. Şimdi böyle bir adam, dünyanın en namuslu adamlarından biri Tevfik İleri.
Niye güzel hizmet edebilmiş? Çünkü çok ahlaklı, çok namuslu. Hüseyin Efendimiz Kerbela’da son gece diyor ki; -bakıyor ki gitmeyecekler. O, yanındaki yetmiş üç Ehli Beyt gitmiyor.- “Yahu bu Yezit denen ..., ‘bağışlayın çok özür dilerim,’ derdi benimle. O, zulmüne biat etmemi ve meşruiyet kazandırmamı istiyor. Yoksa başımı alacak. Gidin siz.” diyor. Gitmiyorlar tabi. Gitmeyince ne diyor, biliyor musunuz? “O zaman aranızda üzerinde toz kadar bir haksızlık olan, kul hakkı olan varsa gitsin, çünkü o da kendi çapında bir zalimdir. Zalim, zulüm ile mücadele edemez.” diyor.
Tevfik İleri, üzerinde toz kadar kir olmayan bir adam. O yüzden büyük hizmetler yapabilmiş. Yok yani öyle güzel bir adam ki öyle güzel bir gönül, bir şahsiyet ki çocukluğundan vefatına kadar namazlarını aksatmadan kılmış. Mümin, mütevekkil, her sabah bir saat Kur'an okuyan, Yassıada’da dahi. Yassıada’da okuduğu Kur'an kızındaydı. Cahide ablada. Gördüm ben. Böyle mealli bir Kur’an ve o, meal bölümünü de okumuş. Ayrıca oraları çizmiş, notlandırmış. Efendim o kadar imanlı bir adam ki; mesela Hz. Mevlana gibi Allah dostlarına âşık, saygılı, Yunus Emre'ye âşık.
Neziha Araz diye bir yazarımız vardır. Ona Yunus Emre romanını yazdırıyor. Onunla ahbaplar, çok teşvik ediyor, "Dertli Dolap" diye muhteşem bir roman yazdırıyor. Yunus Emre'nin köyüne gidiyor, romanı okuduktan sonra. Şimdi bu adam bakanken yapıyor bunları, bir de. Ve hayatı boyunca günlük tutuyor, mektuplar yazıyor.
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
“Ey insan evladı! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olan insansın.” Bütün varlığı hak görüp hak bilip hizmet etmeyi de ibadet kabul eden, gören bir adam. Her şeye bütün varlığa saygılı bir adam. İmanlı bir adam.
Bakın bir minik örnek vereyim:
Karısı, bir gün mektup yazıyor Yassıada’ya. Elli kelime ile sınırlı, bu mektuplar. Tevfik İleri ile ilgili TRT bir film çektirdi, sağolsunlar. "Elli Kelimelik Mektuplar" oldu ismi. Biz de danışmanlığını yapmaya çalıştık. İnşallah yayınlanacak. Yani sinema filmi olarak çekildi. Elli kelime ile sınırlı. Virgül ve nokta bile kelimeden sayılıyor, bir harf bile ve ayrıca okunuyor. Aykırı bir şey bulurlarsa kendilerine vermiyorlardı mektubu. O haldeyken mektuplaşmışlar. Bunun kitabını da yazdık, basıldı: "Yassıada’dan Mektuplar"
Burada mesela gençliğinden, 1930'lu yıllardan itibaren yazdığı mektuplar da var. Yassıada’dan yazdığı mektuplar da var. Bunların birinde Vasfiye Anne ona mektup yazıyor ve diyor ki: “Dün gece büyük sevgilinin huzurunda, Yatsıdan hemen sonra ellerimizi açtık; ben önde kızlar, melekler arkada. -Kızları da onaltı onyedi yaşlarında.- Dedim ki Ya Rabbi bu senin için pek küçük ama bizim için pek büyük bir şey olacak. Artık bizi kavuştur da bu hasreti, bu ayrılığı bitir ve dindir. Öyle deyince ben, arkadan önce bir ‘Amin’ sesi geldi, Cahide'den sonra Ayşe, ‘küçük kızları,’ birden feveran etti, isyan etti. Öyle ya bu senin kudretine ağır gelmez. Hem bu duamızı da kabul etmezsen bir daha dua etmeyeceğiz.” Bunun üzerine tabii o kadar müteessir oluyor ki Tevfik Bey,“Ah!..” diyor. Üç mektup yazmış Ayşe abla, onlar var burada.
“Canım kızım! Senin bu taze körpe yüreğinde, yürekciğinde böylesine bir isyana ben vesile oldum. Siyasete girdim, bu Yassıada'ya düştüm. Sen de o yüzden bu duyguyu yaşadın. O yüzden kendimi affedemiyorum. Ama kızım şöyle düşün. Mesut ve sağlıklı anlarımızda hep Allah'a şükür edebildik mi ki musibet anında hemen isyan ediyoruz. Cenab-ı Hakk'ın bize sunduğu nimetlerin bir zerresine hakkıyla şükür edebilmemiz için başımızın secdeden ömür boyu kalkmaması icap etmez mi kızım?” diyor. Mektuplarında var bu. Bunun üzerine Vasfiye Anne şöyle bir cevap yazıyor:
“Görüyorsun ya Tevfik, sen tıpkı Hz. Mevlana gibi Haktan gelen her şeyi sevdin, her şeyi. Biz ise bazısından kurtulmak için dua ediyoruz. İşte aramızdaki mertebe farkı bu. Şevkin daim olsun hayatım.” diyor.
Şimdi bu insanlar hani ihsan denir ya, ihsan nedir? Hakkı görür gibi yaşamak. Cenab-ı Hak, biz Cenab-ı Hakk'ı görmüyoruz, eserlerini görüyoruz. Ama Cenab-ı Hak bizi görüyor. İnsan ile kalbi arasına Allah girer. Şah damarından yakındır, her an görüp gözetiyor. O zaman bu idrakle yaşama haline ihsan diyoruz. İşte Tevfik Bey hayatı boyunca böylesi bir yüksek iman ve ahlâk düzeyinde yaşamış bir adam. O yüzden de günde üç dört saat uyumuş, hayatı boyunca.
İnanın ben Tevfik Bey'in, yani 49 yaşında vefat etmiş bir adam, yedi tane baraj açsın, otuz küsur İmam Hatip mektebi açsın. Her biri bir zorlukla açılıyor. İmkânsızlıkla açılıyor. O zaman Türkiye'nin bütçesi ne, imkanları ne.
Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden biri olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ni Tevfik Bey açmasına rağmen bugün maalesef kuruluşunda ismini bile anmıyorlar, bu ayıp onlara yeter.
Bakın Demirel Ispartalıydı, Afyon'da okudu. Afyon Lisesi'nde. Neden? Çünkü Isparta'da lise yok.1940’lı yıllardan1950'li yıllara kadar Türkiye'nin hiçbir köyünde okul yok. Afyon Lisesi'ni de Sultan 2. Abdulhamit Han açmıştır. Yani 1950’lerden itibaren Tevfik Bey'in yaptığı hizmetler, efendim, o yüzlerce, binlerce kilometre yollar, o köylere okul açmalar, yatılı bölge okulları, barajlar onu geçtik, mesela, birkaç saat hizmetinden bahsedebilirim, burada bir virgül koyayım...
Bakınız Türk Sanat Tarihi Enstitüsü, Türkiye'de böyle bir eser var mı? Bu öncü çalışmayı başlatmıştır. Bu, Tevfik Bey’in projesidir. Efendim klasik eserlerin yayınlanmasına Hasan Ali Yücel’den sonra ara verilmiş mesela. Buna rağmen İnönü Ansiklopedisi'nin Türk Ansiklopedisi olarak isminin değiştirilip basılması sağlanmış. Hani bir İslam Ansiklopedisi var, şimdi Diyanet yayınladı, bir de İSAM'ın yayını var. Ansiklopedi yayını...
Efendim köy enstitülerinin ıslah edilip ‘öğretmen liselerine’ dönüştürülmesi ve yeni öğretmen liselerinin açılması. Türkiye'nin öğretmen-vali ihtiyacını karşılayacak okulların kurulması, Tevfik Bey’in eserleridir. Bir de Tevfik Bey'in açtığı İmam Hatip mekteplerinden mezun olanlar; bakınız o ilk mezunların tamamına yakını profesör olmuştur. 2. 3. 4. ve 5. yıl mezun olanlara bakın onlar profesördür. Hayrettin Karamanlar, Topaloğulları, Yaşar Kandemirler. O hocalar işte İlim Yayma Cemiyeti bünyesinde faaliyet göstermiş. Bu cemiyeti kurmuş büyüklerimiz, öncülerimiz. Bunların hepsi Celaleddin Ökten'in, Celal hocam ve Tevfik Bey'in açtığı o çığırdan yürüyen insanlardır. Celal Hoca, Tevfik Bey'in İstanbul Fatih’te dini eğitimine de katkı vermiştir. Hocasıdır, çünkü.
Tevfik Bey Hemşinli, 1911 yılında Hemşin’de doğmuş, Rize’de. Fakat bir iki yaşlarında İstanbul'a göçmüşler. Babası emekli Nahiye Müdürü. İstanbul'da Fatih'te yaşamışlar. Fukaralık diz boyu, o zaman zaten Türkiye'de bir yokluk, bir kıtlık var. Savaş yılları filan, dünyada da öyle.
Efendim, bir imparatorluktan bir küçük devlet doğmuş, dönüşmüş daha doğrusu. Devletin bütçesi zaten çok zayıf, yani nüfus büyük oranda yok. Erkek nüfus yok, savaşlarda hep şehit olmuşlar, cephelerde, Çanakkalelerde, oralarda, buralarda. Bir savaştan çıkmıştı Türkiye, tabii. O şartlar içerisinde bakın sigara kağıdı satmış, don lastiği satmıştı. Tarak, ayna satmış çocukken.
Gelen Deve İlkokulu vardır, şimdi lisesi de var. Çok iyi bir okulumuz, lisemiz var. Orada okurken Celal Hoca’dan da dini eğitim alırmış. Zaten maarif vekili olduğunda Celal Hoca müfredat elinde, her şeyi hazırlamış, Celal Hoca "Son Osmanlı", Osmanlı'nın son, hani "Son Mohikan" derler ya, neferlerinden. Hocamız hemen geliyor, Tevfik’e gideyim diye.
Tevfik İleri de Menderes'e durumu anlatınca hemen “Açalım” diyorlar. Maalesef Türkiye'de dini eğitim, eğitim tamamen sekülerleşmiş. Tevhid-i Tedrisat ile birlikte dini eğitim ihtiyacı belirginleşmiş. Tekke ve zaviyelerin seddine dair kanunlarla zaten daha önce medreseler, dergâhlar, tekkeler sırlanmış, türbeler kapatılmış vesaire. Dolaysıyla bu İmam Hatip mektepleri açılışında büyük tepkilerle karşılaşılmıştır. Bürokrasi ciddi anlamda engellemeye çalışmış. İlk İmam Hatip'in açılmasının hikâyesi çok enteresandır. Yani bir arama motoruna girerse dostlarımız, bilen dostlarımız vardır, çok rahat bir şekilde, zaten bilmeyen dostlarımız varsa, oradan okuyabilirler.
Celal Hoca'nın, Tevfik Bey'in, Menderes'in yaşadıklarını ama buna rağmen mesela Celal Hoca da Menderes de Tevfik Bey de İmam Hatipleri ‘İslam Kolejler’ olarak, yani bu nasıl ki Sen Michelle, Robert Koleji, Sen Benua, Len Luyi, Galatasaray; çok prestijli nitelikli eğitim veren okullar, diplomasiden bilmem mühendisliğe kadar büyük insanlar yetiştiriyorlar. Eğitim çok üst seviyede, birkaç dilde, onlardan çıtası daha yüksek olarak planlanmış, tasarlanmış, hayal edilmiştir. İslam Kolejleri olarak hayal etmiştik, biz. Evrensel okullar olacak bunlar. İslam'ı en üst düzeyde yetkin bir şekilde öğretecek. Arapça ve Farsça gibi bizim medeniyet coğrafyamızın dilleri zaten öğretilecek. Bir de garp dillerinden birkaç tanesi öğretilecek.
Hem müspet ilimler, pozitif ilimler öğretilecek hem tedrisat yapılacak vesaire, vesaire. Şimdi düşünün, o şartlarda açılan, af edersiniz, ahır gibi bir mekândır, yerdir, İstanbul'da, Vefa’da açmışlar ilk İmam Hatip’i. Bina yok, bina yapmaya para yok. Sonradan üç beş sene sonra Fatih'e taşımışlar. Fatih'te yeni bir binaya.
Şimdi İstanbul İmam Hatip, Anadolu İmam Hatip Lisesi olan Fatih'teki Fatih İstanbul Anadolu İmam Hatip Lisesi. 1950 yılında ilk açtıkları İmam Hatip. 1950 sonuna doğru 50-51 aralığında biliyorsunuz yedi tane imam hatip açılmıştır. İstanbul, Ankara, Adana, Bursa, Isparta, Konya, Kayseri gibi.
Bu hizmetler hasılı Tevfik Bey'in, demek ki zamanını Cenab-ı Hak bereketlendiriyor, zaman içinde zaman yaratıyor. Enerji içinde enerji yaratıyor, Cenab-ı Hak.Ve sevdiği kullarını da tabiri caizse omuzundan okşuyor, omuzundan okşadığı kulların başı göğe eriyor. Bu muazzam işleri yapıyorlar. Normalde bireysel psikolojilerin, bireysel enerjilerin, bireysel yeteneklerin çok fevkinde işler yapıyorlar, zorluklara rağmen.
Hani Cahit Zarifoğlu Mavera’yı çıkacaklarmış ya. Rasim abi anlatmıştı. Rasim Özdenören abiye, “Yahu para yok para, önce para bulmamız lazım, dergi için para lazım.” deyince Cahit Abi “Dergi için para lazım değil Rasim” demiş. “Bu dergiyi biz çıkaracağız ve para lazım değil. Para bir şekilde olur, para el kiridir.” Rasim abi de bu inançta gerçi.
Şimdi aynı Cahit Bey'in, rahmetli, kafasından Tevfik Bey.
Neziha Araz diye bir yazarımız var. Çok güzel bir insan, çok güzel bir yazar. Onu, o aile dostu zaten, çok seviyorlar. Abi kardeş gibiler. Vasfiye anneyle de çok samimiler. Neziha Hanım’ın "Anadolu Evliyaları" diye bir kült kitabı vardır, böyle, adeta kültleşmiş bir kitaptır o malum. Çok elden ele dolaşır, o kitap.
“Neziha, Hz. Yunus'u yazsan, roman olarak gençler okusa.” demiş. Çok ısrar edince Neziha Hanım yazmış. Şimdi yazdırdığı romanı tabi bir de karısıyla birlikte yüksek sesle okumuşlar. Kitap okuma alışkanlıkları var Tevfik Bey’in.
Zaman fukarası bir adam ama diyelim ki gece evine geldi. Yemeğini yedi ya da çayını içti, namazını kıldı. Hadi vaktiyen biraz kitap okuyalım deyip eline bir kitap alıyorlar. Diyelim Mevlana’nın Mesnevi Şerifi’ni alıp okuyorlar birlikte. Bir roman, mesela, okuyorlar.
"2000 Yılın Sevgilisi" diye Refik Halit Karay'ın muhteşem bir romanı vardı, onu okuyorlar. “Bizim Aşkımız Vasfiyem 2000 yılına kadar devam edecek.” 1950'lerde oluyor bu. Bakın, mektuplarında da var. Hz. Yunus'un da romanını beraber okuyorlar. Çok mest oluyorlar. Çok da güzel romandır, gerçekten. Yunus Emre romanını okumak isteyenler için "Dertli Dolap" ilk önereceğimiz kitap olabilir.
Ondan sonra mektubunda diyor ki “Yassıada’da Dertli Dolap’ı tekrar okuyorum. Neziha, iyi ki bu kitabı yazmış. Gönlüne kalemine bereket. Hatırlarsan bu kitabı ilk okuduğumuzda beraber Sarıköy’e gitmiştik. Sivrihisar Eskişehir Sarıköy’e, Hz. Yunus'un köyüne. Orada Yunuscuğumuzun ayak izlerini takip etmiştik, hatıralarını gezmiştik. Ne kadar bereketli, güzel bir geziydi.” diyor, Yassıada’dan Mektuplar kitabında.
Mesela, 1950 öncesi Tevfik İleri İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okuyor. O zamanki adı Yüksek Mühendis Mektebi. Orayı birincilikle bitiriyor. Milli Türk Talebe Birliği'nin ilk olarak başkanı, daha sonra Genel Başkanı oluyor. Çok güzel hizmetleri var.
O dönemde mitingler yapıyor, çok faal. Sonra Erzurum'a tayin istiyor. Ankara'ya onu istiyorlar, Merkez Teşkilat’tan istiyorlar fakat kendisi diyor ki: “Yok ben memleketin en fazla hizmete muhtaç, ücra yerine gitmek isterim.” Ve Erzurum’a gidiyorlar.
Orada bir kerpiç evde yaşıyorlar. “Evin bir duvarında, bir tarafında çatlak vardı. Tipi olduğunda içeri kar düşerdi.” diyor Vasfiye Anne. Tezek yapıyorlar. Sonra bir evlatları oluyor, İlkay. O vefat ediyor. Zatürreden çocuğu kaybediyorlar.
Neyse orada üç dört sene vazife yapıyor. Üç buçuk sene sonra Çanakkale'ye gidiyor. Çanakkale Şehitlerini ilk anma etkinliğini o başlatıyor orada, mühendis arkadaşlarıyla birlikte. Orada Çanakkale Şehitliği çöplüğe dönüşmüş. Orayı temizliyorlar, toparlıyorlar. Hatmi Şerif okuyorlar. Dua yapıyorlar. Mehmet Akif'in Çanakkale Şehitlerine yazdığı şiiri okuyor ezberden. Hitabeti, konuşması çok güzel.
İki tane şiir defteri var. Birisi bende, Latin harfleriyle olan. Osmanlı harfleriyle, Arap harfleriyle olan kızında. Cahide abladaydı. Mesela, orada ilk şiire baktım, ilk sayfa, onu nişanlıyken anneme, annem için hazırlamış diyor hediye olarak. En sevdiği Tekke, Tasavvuf, Divan ve Halk şairlerinden örnekler yazmış. Çanakkale'de de hizmetleri var. Nafia müdürlüğü yapıyor, bayındırlıkta. Çok hizmeti var orada.
Oradan Samsun'a geliyor, bir kızları oluyor. Çanakkale’de doğup Samsun'da büyüyen Cahide abla ilk çocukları. İkinci evlatlarını Çanakkale'de kaybediyorlar; İlker.
Samsun'da iken 1950 seçimlerinde önce CHP’de sonra Demokrat Parti'den teklif geliyor. O kendisine daha yakın hissettiği Demokrat Parti'yi seçiyor. Üstelik Siyasetten anlamıyor, siyaseti bilmiyor, sevmiyor, istemiyor ama karısıyla istişare ediyor. Her kararında mutlaka karısıyla istişare etmiştir. Sonra çocuklarıyla karısı diyor ki “Sen hep daha çok fırsat olsa da ben bu âşık olduğum millete daha fazla hizmet etsem demez miydin? İşte sana hizmet imkânı, hadi bakalım.”
Gerçekten ilk kabinede Bayındırlık Bakanı, üç ay sonra Milli Eğitim Bakanı oluyor.
İşte İmam Hatiplerin açılması için Menderes, üç dört ay sonra onu Milli Eğitim Bakanlığı'na kaydırıyor. Şimdi böyle bir hayat. Hani böyle bir hizmetle dolu bir hayat.
Gittiği her yerden mektuplar yazmış. Mesela, yurtdışına geziye gitmiş. Bağdat'a, Necef’e, Kerbela’ya gitmiş.Orada “Şattularap otelinden yazıyorum.” diyor. “Irak’tayım şimdi.” Gittiği her yerde işte “Buradayım; İmam-ı Azam’ın türbesine gittik. Şurada mı efendim? Şeyi ziyaret ettim; Ali Efendimiz'in Şükran makamını ziyaret ettik. Ah bir görmeliydin içim kan ağlıyordu. Sensiz oraları gezmek bana ayrıca hicran verdi, üzüntü verdi.” Şimdi bir de bakınız hani duvar yazısı var ya işte yok "Abi âşık mısın? Yok abi evliyim" diyor. Bu duvar yazısı, biliyorsunuz. Hani bir motto, bir komik cümle.
Normalde hani insanlar "Âşık olur veya sonradan da âşık olabilirler, evlenirler. Vuslat olunca aşk biter." derler. "Sevgi devam eder ama aşk biter, irfan başlar." Bunlarda aşk bitmemiş, irfan da var. Sevgi de var. Saygı da var. En önemlisi mütekabil, karşılıklı eşler arasında sevgi, muhabbet, saygı, hürmet ve mütekabil emniyet, karşılıklı güven. Bu, bunlarda kâmil düzeyde var.
Çocuk için;
"Bir insanın ahlakını merak ediyorsanız karısına, çocuklarına sorun, bir erkeğin; bakalım memnunlar mı, razılar mı? Haktan.
“Ya Rabbi razıyım senden, sen de razı ol benden.
Hayırlar yaz başımıza, iyileri çıkar karşımıza.
Gönenli Mehmet hocam,
Haktan razı olmak nedir?
Haktan gelen şerbeti içtik, Elhamdülillah.
Şol kudret denizini geçtik, Elhamdülillah.
O Haktan gelen acı tatlı bütün şerbeti hemen içmek. Hiç itiraz etmeksizin içmek. Haktan razı olmak bu. Onun Celali de var, Cemali de. Haktan razı olmak, O’nun hayalinden, yarattıklarından da razı olmaktır. O yarattıklarının da kendinden emin ve razı olması.”
İşte ahlakın kemal-i burada var, Tevfik Bey’de.
Düşünebiliyor musunuz? Bir geziye gidiyor. O şartlarda, yani o zorluklar içerisinde, yurt içi gezilerini genelde saatte 50 kilometre 40 kilometre giden arabalarla yapıyorlar. Yattıkları oteller, han; ahır gibi yerler.
Mesela, askerliğini yaptığı Merzifon'da kaldığı yeri biliyorum, anlatıyor, soba yok. Kışın nefesiyle ısınıyor, kalın şeylerini giyerek gece yatıyor. Ordu evinde kalıyor güya ama sonradan bir ısıtıcı buluyorlar. Sıcak su yok, vesaire yok. Şimdi bu gündelik hayatın zorluklarına bakar mısınız? Bakan ama neyse, yani milletvekili oluyor ama, mühendis ama, il müdürü ama. Ayrıca Samsun'a Karayolları Kurucu Bölge Müdürü olarak tayin ediliyor.
Şimdi Karayolları Bölge Müdürlerimizin odaları, makam odaları, makam araçları... Şu anki imkânları, bütçelerini bir düşünelim. Onun durumu nasıl biliyor musunuz? Karayolları Bölge Müdürlüğü’nü kuracak Samsun’a. Evden masa sandalye ve kilim getirerek odasını tefriş ediyor. Evden, kendi evinden. Bu şartlarda hizmetin apayrı bir şeyi var. Yani imkanlar varken de hizmet etmek zordur. Ama bir de imkânsızlıklar içinde hizmet etmek tabi apayrı bir zorluk. Nereye gitse eşini mutlaka beraber götürüyor. Götüremediği yerlerden mektup yazıyor. Mesela, Erzurum'dayen, çok enteresandır, nasip oldu gittim, Karayazı galiba. Hem Karaköse'ye gitmiş. 1930'lu yıllarda Erzurum'da mühendis o zaman. Karayollarında kontrol mühendisi. 1930'lu yılların bir de anlatımına, diline bakın, Türkçesine. Birkaç satır arz edeyim.
1933-34 yılları, efendim bu köylere gitmek nasip oldu. Buralar genelde Kürt köyleri. Erzurum ve Ağrı'nın arasında Dellal Tahir Köyü. Buralardan mektup yazmış, posta yok, ilçeye gidecek oradan postaneye verecek. On gün sonra filan onbeş gün sonra gidecek. “Hesap ettim. on beş gün sonra geliyormuş dolayıyla postaya vermedim mektupları yanımda daha erken getiririm, geldiğimde vereceğim.” diyor.
Şimdi bakınız 13 Kasım 1936'da: “Ruhum, bu mektubu şafakta Tahir köyünde yazıyorum. -'Buraya gittik. Buradaki ilkokulda çocuklarla bu mektupları okuduk. Nasip oldu. Erzurum Milli Eğitim Müdürlüğü çağırmış, sağolsunlar.'- Dostlarım Şahin ve Fehmi Beylerle birlikte dün gece Tahir’e geldik. Bu sabah Karaköse Ağrı’ya hareket edeceğiz. Belki hududa kadar gidebiliriz. Her yerde seni hatırlıyorum. Sen bir hayal gibi daima benimlesin. Otomobilde hep seni düşündüm. Seni düşünerek gittiğim için yolların uzunluğunu hiç hissetmedim.14 Ekim 1936'da kamyonla Dellal’a geldim. Altı saatte ancak gelebildim. Biraz dinlendim ve sana bu satırları yazmak için kendimde kuvvet buldum. Birisiyle Erzurum'a gönderene kadar da yazacağım. Ben kendimi katiyyen böyle bilmiyordum. Dakika yok ki zihnimde ve kalbimde olmayasın. Ah Vasfiyem, inan ki seni bu kadar çok sevdiğime çok memnun oluyorum. Sen benim tek aşkım, canımsın sevgili Vasfiyem.” Şu dilin akıcılığına, güzelliğine, sadeliğine bakınız.
“Bu satırları Karaköse’den bir otel odasında yazıyorum. Arif'le Fehmi yeni yattılar. Ben de yatacağım. Hava akşama doğru karardı. Yarın yağmur yağarsa transit yolun sonuna kadar gideceğiz ve Kars yoluyla döneceğiz. Gece yemekten sonra Halis Beylere gittik. Halis Bey, bir ara saz çaldı. Fehmi Bey şarkılar söyledi. Çok güzel söylüyor. Halis, bir aralık bir Bektaşi nefesi okudu.” Satıra bak ne kadar güzel.
"Gülü ayırma dikenden, ayrılan gül solar."
Bu güzel değil mi canım. Halis Bey bunu okurken ben hep seni düşündüm. Gideceğim neresi olursa olsun oradan da yazacağım. Bilmem ki bu mektuplarımı alıyor musun? Ve mektuplarımdan zevk alıyor musun? Ne yapayım sevgili karım, eşin şair değil. Bir Mühendisten de bundan fazlasını bekleme. Gönlümdekileri hiçbir zaman kağıda dökemiyorum.”
Böyle bir samimiyet böyle bir… Bakınız ne diyor:
“Kalbimin sevgilisi Vasfiyem, kederli misin? İstemiyorum kederli olmanı. Ben hayattayken bütün kederini benim omuzlarıma ver. Bu gece hava o kadar berrak, ay o kadar parlak ve güzel ki gökte tek bulut dahi yok. Ay karların üzerinde renkler oluşturuyor. Bu gece sen de bu güzel dolunayı gördün mü? Eğer sen de bu gece göklere baksaydın ayın gözlerinde benim seni arayan sevgi dolu gözlerimi görürdün. Ne olur sevgilim, böyle berrak ve güzel gecelerde aya bakalım. Orada göz göze gelelim.”
Şimdi bu adam öylesine kalbi sevgi dolu muhabbet dolu. Dediğim gibi hani, adeta, bütün varlığa da sevgili ve saygılı olduğu için memlekete hizmeti doğrudan "halka hizmet, Hakk'a hizmettir" malum.
Ya Rabbi Sen'in, hani Ebul Hasan Harakani Hazretleri’nin bir sözü var. Kars'a geliyor, daha Kars feth olunmadan önce, Tuğrul, Çağrı Beyler zamanında Kars'ta bir dergah açıyor ve dervişleri topluyor, diyor ki: “Buraya gelene ekmeğini suyunu verin, sakın dinini inancını sormayın. Allah'ın can bağışlamayı değer bulduğu her varlık bizim soframızda rızıklanmaya da lâyıktır.”
Şimdi Allah'ın can bağışlamayı değer bulduğu her varlık şereflidir. Ve bu varlığa hizmet etmek de ibadettir diyebilen bir adam. Yani bu bizim için hani bir yöneticinin, bir eğiticinin, eğitmenin, bir bürokratın, siyasetçinin, bir mühendisin, bir insanın, bir aile reisinin, bir eşin, bir babanın olması gereken temel ahlaki referansın, niteliğin bizatihi kendisi.
Siyaseti bir hizmet aracı, doğrudan hizmet aracı olarak gördüğü için, hatta şöyle, onu arz etmiştim tekrar vurgulayayım. Karısına diyor ki: “Yahu teklifler var, ısrarla.” Çünkü ona Bayındırlık İl Müdürüyken Samsun'da, artık hizmetleri o kadar halk tarafından takdir ediliyor ki biliniyor ve tanınıyor ki. E tabii partilerin, o zamanki Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti'nin yöneticileri, ısrarla Tevfik Bey’i kendilerinde aday yapmak istiyorlar ve teklif ediyorlar. Onun siyasetle arası hiç iyi değil. Bir mühendis, hakikaten güzel bir insan, bir kültür insanı.
Kitaplarının bir kısmı bende. Ailesi 1000 civarında kitabını bana verdi. Okuduğu kitaplara bakıyorum, hayretler içerisinde kalıyorum. Doğu’dan-Batı’dan, Ortadoğu’dan-Uzakdoğu’dan. Ne bileyim çeviri, telif, efendim hikaye, roman, tiyatro, güzel sanatların mimari çeşitli alanları, tarihin hatıra kitapları, Dünya Tarihi, İslam Tarihi, İslam klasikleri, Batı klasikleri… Böyle enteresan mesleki kitaplar falan, bir kültür adamı. Tabii teklifler karşısında “Ne yapayım sence?” diyor.
O da diyor ki “Ya, ben şu milletime, memleketime, vatanıma daha çok hizmet etsem keşke, imkanlarım olsa diye iyi çırpınırdım. Belki de Cenabı Hak seni böyle bir hizmet yoluna sürükleyecek, koyacak, o yüzden hadi gözünü karart. Tevekkeltü alallah deyip gir bu işe.” diyor ve şöyle oluyor:
Ankara'ya gelip başvuru yapmak üzereyken Hacı Bayram Sultan'a gidiyor. Camiye gidiyor ve orada namaz kıldıktan sonra dua ediyor. Çok enteresan, Samsun'a dönüp bunu anlatınca karısı diyor ki “Pek manidar olmuş çünkü ben de o anda namazdan hemen sonra Samsun'daki evimizde ellerimi kaldırıp seninle dua ettim. Sen nasıl dua ettin?” diye soruyor. O da cümlelerini söylüyor, diyor ki “Şöyle şöyle şöyle şöyle dedim, böyle niyaz ettim.” “Çok manidar. Ben de aynı saatte huzuru ilahide namazdan sonra elimi kaldırıp aynı cümlelerle dua etmişim Tevfik. Kalp kalbe karşıymış.” diyor.
“Rabbim! Beni bu işlerde muvaffak eyle, emanetinden emin kıl. Bu iş ve üstün hizmetlere muvaffak eyle. Senin rızan yolunda yaşat, rızan yolunda hizmet ettir, beni saptırma, şaşırtma. Beni aşkınla, rızanla rızıklandır. Hizmetlerinle şereflendir.” filan diye dua etti, muhtemelen. Yani diyelim bir okul açacak bu okulu sıfırdan eğitime başlayacak hale getirinceye kadar süreci bir ibadet olarak görüyor, ibadet şuuruyla yapıyor. Bundan daha temiz daha güzel bir şey olabilir mi? O yüzden muvaffak olmuş zaten. Yani bu, yoksa siyasete başka motivasyonlarla, başka saiklerle girmesi mümkün değil, zaten.
Ahfa Yayınları “Bir Memleket Sevdalısı.” Bunun içinde Tevfik Bey’in vefatından sonra yazılan yazılar var. Günümüze kadar yazılan yazılar var. Evlatlarınınki var. Fakirin yazıları var. Bir de fotoğraflar var, tabi. Kendisi, ailesi hastayken yattığı hastane, ceza evi, kabri vs. fotoğrafları.
90 kilo olarak girdiği Yassıada’dan 40 kilo olarak çıkıyor. Çok eziyet görüyor hakikaten. Ve yapılan zulümlere dayanamamış. Dolayısıyla merak edenler bu kitaplara bakabilirler.
Bir de Kayseri ve Yassıada "Cezaevi Günlükleri" var. Asıl onlar müthiştir. Ötüken Yayınları'ndan çıkmıştı o kitap. Kızı hazırlamıştı. Diyanet'in zamanında yaptığı bir panel olmuştu o panelin bir kitabı var. İskender Okudan diye bir dostumuzun yüksek lisans tezi var. Tevfik İleri’nin Eğitim Faaliyetleri, Eğitim Hizmetleri adında akademik bir çalışmadır o. Tabi bir yüksek lisans tezi daha yapıldı. O, kitaplaşmadı henüz.
Tevfik İleri’nin isimleri okullara çok verildi. İlkokullar, ortaokullar, bilhassa İmam Hatip okullarına. Malum ikinci açtıkları İmam Hatip Ankara İmam Hatiptir. Onun adı şu an ‘Tevfik İleri Anadolu İmam Hatip Lisesi’dir. Eğitim kalitesi de çok yüksek bir okul.
Bu arada eski Başbakan yardımcılığı yapmış Murat Karayalçın Bey var. Murat Bey'in babası Tevfik Bey ve Vasfiye Anneyle kuzendirler. Murat Bey Vasfiye Anne'nin de sütoğludur, süt evladıdır. Ayşe abla kendi kızını emzirirken kuzeninin çocuğu, Murat Bey'in annesinin sütü gelmeyince Vasfiye Anne emzirmiş.
Biz Murat Bey’le de görüştük birkaç defa. Çok seviyor Tevfik Bey’i de Vasfiye Anneyi de. Cahit abinin cenazesinde Tevfik İleri’nin oğlu, küçük evladı, onun cenazesinden sonra eve gitmiştik, Cahide ablaların evine. Orada saatlerce sorular sordum. Anlattı kendisi. Böyle ilginç, nükteli şeyler de anlattılar. Orada Cahide abla vardı. Cahide ablanın kocası çok nüktedandır. Tevfik Bey'in damadı. O, tabi rahmetlinin vefâtından sonra kızıyla evlenmiş. Dört yıl sonra.
Tevfik Bey 31 Aralık 1961 gecesi vefat etmiş. Dört sene sonra kızıyla evlenmişler ama Ankara'da Atatürk Lisesi'nde okumuş. O, okurken, lisede öğrenciyken Tevfik Bey Milli Eğitim Bakanı iken bir gün onların okuluna gitmiş, bir konuşma yapmış.
Gençler o zaman Tevfik İleri’yi çok severlermiş. Orada “Ben de hayranıyım. Bizim için idoldü zaten. Çok muazzam bir konuşma. Biz coştuk böyle” diyor. Aradan birkaç gün geçti. Menderes, onu bir müddet Milli Eğitim Bakanlığı'ndan geri çekti, birkaç ay. Çok tepkiler oluyor çünkü. Her gün malum bazı gazeteler Tevfik Bey'in ve Menderes'in aleyhine, Demokrat Parti’nin haberlerini yapıyorlar, iftiralarla dolu.
Sabah kalkardık, kahvaltıda gazeteye bakardık ne var diye. Bakar,“Allah Allah Vasfiyem galiba dün hiç milletimize hayırlı bir hizmetimiz olmamış. Gazeteci hesabı gönderdi.” diyordu.
"Şimdi, bir gün, bakanlıktan çekildiğim dönemdeydi, ben okuldan çıktım. Sokak da böyle dar bir sokaktı. Aşağı doğru iniyorum. Baktım aşağıdan Tevfik Bey geliyor. Bakan da değildir, gerekli hürmeti göstermiyorlardır, eskisi gibi. Çok eğilerek selam verdim, tebessüm ederek. Fark etti, o da birden bana mukabele etti. Bunu ben, bir akşam oturuyoruz böyle, Vasfiye Anne hüzünlendi, ‘Aahh! Ayhan evladım, keşke Tevfik seni tanısaydı, çok severdi. Sen de bizim evladımız olurdun.’dedi, diyor. Ben bu hadiseyi anlattım. Biz aslında tanıştık diye. Birden Vasfiye Anne’nin gözleri nemlenmiş. Ne oldu anne demiş. ‘Ya bir akşam eve geldi. Böyle gülümsüyordu. Ne oldu Tevfik dedim. Bugün çok temiz yüzlü bir çocuk bana selam verdi.’" dedi.
Tevfik Bey, Adnan Menderes Bey’in başbakanlığı döneminde hizmet etmiş bir büyüğümüz, bir devlet adamı. Tevfik Bey'in Adnan Bey'e bakışı nasıldı? İletişimleri nasıldı? diye sordum. Hem Vasfiye anneye hem de Cahit abiye, Cahide ablaya, evlatlarına. Israrla şunu söylediler: Cahide abla dedi ki “Menderes babamdan 11 yaş büyüktü, yani Menderes 1900 doğumlu, babam 1911 yılında doğmuş. 11 yaş büyük olmasına rağmen bizzat çok şahit oldum, Menderes, babamı gördüğünde ceketini iliklerdi. Çok severdi ve sayardı, hürmeti vardı.”
Menderes'in yaptığı, o iktidar süresi uzadıkça, bazı şeyler olmuştur, sıkıntılar. Yola çıktığı arkadaşlarının bir kısmından ayrılmış, vesaire. Bunlar yollarını ayırmışlar. Menderes'e yer yer ihanetler olmuş. Menderes'in yaptığı bazı sonradan tartışmalı ve hatalı olan tercihleri olmuş. Bütün bunlara rağmen babam asla Menderes hakkında en küçük bir olumsuzluk hissetmedi, yansıtmadı ve söz söylemedi, asla. Zaten babam "asla kimse hakkında konuşma." dedi. Onun hep ona olan muhabbeti hürmeti devam etti.
Menderes'in sağlık bakanlarından Mükerrem Sarol’un hatıratı yayınlandı, çok böyle kapsamlı bir kitap. Orada da okumuştum ben, mesela şunu söylüyor orda, diyor ki; “On yıl boyunca bazen o kadar üzüldü, bazen o kadar kırıldı ki ona rağmen Tevfik Bey kan kustu, kızılcık şerbeti içti. Ve içimizde Menderes'e hürmetini hep koruyan, olumsuz bulduğu bir şeyler olunca susmakla ve yutkunmakla yetinen bir azizdi o.”Tabii burada asıl hizmetlerin savunucusu, arkasında duran ve bunu da canıyla ödeyen, kendini halkına, Hakk'a tasadduk etmiş olan Menderes. Ama Tevfik Bey de kendisini milletine, Hakk'a tasadduk etmiş bir adamdır.
Düşünün elli yaşında bir insan, o acılarla ve ıstıraplarla ölmüş. Yani Kayseri'de hastanede yatıyor, ayağından kelepçeyle bağlı. Kırk kilo. Ağzı yara içinde, nefes alamıyor, soğuktan tir tir titriyor, içeri buz gibi. Bir de pencere ve kapıyı açıp cereyan yaptırıyorlar. Hatta bir hemşire ikinci bir battaniye veriyor üzerine. Komutan gelip görünce görevdeki askere bağırıyor, tehdit ediyor. O da diyor ki “Ben mesaimle size bağlıyım komutan, vicdanımla değil.”
Halkın mayası, irfanı, Anadolu mayası, Anadolu İrfanı dediğimiz İslam’ın ruhu var, halkta. Tevfik Bey, mesela, Harbiye’ye ilk alındıklarında, 27 Mayıs sabahı, o meşhur darbe sabahı, orada ikinci gün bir tane albay tükürükler saçarak gelip “Nerede o Tevfik İleri? Ben onu öldüreceğim, öldürmeye geldim. Geliyorlar bana diyorlar ki namaz kılıyor şurada.” Tevfik Bey de ilk gün yatsıyı kılmış uyumuş. Sabah namazına uyanmış. Sabah korku içinde arkadaşları, dehşet içinde, gözleri şiş, kimse uyuyamamış. “Bizi öldürecekler mi, bize ne yapacaklar. Ya Tevfik ne gamsız adammışsın orada horlayarak uyudun.” demişler.
“On senedir bu aziz milletin mesuliyetini Cenab-ı Hak omzumuza yüklenmişti. Şimdi o mesuliyeti bizden aldı. İlk defa bir rahat uyku çektim.” demiş.
O albay, namaz kılarken geliyor, tepesine dikiliyor. Namaz kılmasını, bitirmesini sabretmeden, beklemeden hakaretler ediyor. Hatta bir ara yumruk vuruyor, tekme vuruyor, “Seni öldüreceğim ben, senin belalınım, azrailinim” diye. Namazını selam verdikten sonra öyle gözlerinin içine bakarak o albayın, diyor ki “Ama asıl bela kendini bela olarak göndereni tanımamaktır.” Bundan da daha âlâ cevap olamaz.
Bir de Yassıada’da da çok dik durmuştur, Tevfik ileri. Defalarca salondan atılmış mesela, çok hüzünlü bir şeydir. Ben Yassıada tutanaklarından okumuştum, romanı yazarken. Bir gün, işte, iddianamenin iki davadan dolayı iddianamenin ilgili bölümleri okununca Tevfik İleri’ye seslenmiş hâkim: “Tevfik İleri kalk ayağa kendini müdafaa et. Ne diyeceksin bu iddialara.”
Birden bağırmış “Yalan savcı, yalan söylüyorlar.” diye bağırmış. Böyle sesi yüksek.
Hakim birden refleksif olarak “Sus, bir Türk asla yalan söylemez. Atın bunu salondan.” diyor. Yani baş edemiyorlar. Diyor ki “Reis Bey boşuna uğraşmayın, bedenimize hakim olabilirsiniz, hükmedebilirsiniz ama vicdanımıza, vakaramıza, namusumuza ve haysiyetimize asla hükmedemeyeceksiniz.”
“Atın bunu dışarı!” diyor yine. Mesela bu, o tutanaklarda vardır.
Son mektubu da enteresan:
“Evlatlarım, sevgili Vasfiyem! Size mal-mülk, para pul bırakmadım. Sizlere namuslu ve şerefli bir ad bıraktım. Bununla da iftihar edeceksiniz. Başınız yere bakmayacak.”
Son olarak bir tefeül yaptım bu mektuplardan, şu çıktı.
Vasfiye Anne’nin mektubu bu.
“Hayatım, benim,bu sabah yağmur sesiyle uyandığım zaman ağzımdan şöyle bir ses çıktı. Sen Seyrancısın Seyran'ın eyle.‘Aman ne güzel’ dedim. Öyle ya, madem ki kadere hükmedilemiyor bizlere sadece seyir kalıyor ama hani o olgunluk. Yağmur da yine tatlı tatlı yağıyor daha Cahid’in kalkma zamanı var. Ben de geceki rüyamı düşünmeye başladım. Gemi güvertesine benzeyen bir yerdeyiz ama yük vapuru gibi. Kulağıma çok aşina olduğum bir musiki geliyor; ney. Ve sen büyük bir arzuyla beni kollarına alıyorsun, tam dans etmeye başlıyoruz. Ben diyorum ki ‘Tevfik, dikkat et ! Bu müzikle dans değil sema yapılır.’
Hani bazı dans edenlerin samimi pozları olur ya biz dönmeye başlıyoruz. Sema ediyoruz.
Öyle ki ben orada gökyüzünü de seyrediyorum. Parça parça bulutlar. Meğer o musiki şöyle diyormuş:
Bak neler söylüyor, Hz Mevlana:
Bu yanan kalbe devasın sen
Bulunmaz bir şifasın sen
Muazzam bir sefasın sen
Tabi ki bir Yasin, Muhammed Mustafasın sen
Cemalinle ferahnak etki yandım Ya Resulallah.”
Uyandıktan sonra Şevki Bey'e telefon ettim. Bana okudu telefonda. Yaman Dede, diğer ismiyle yanar dede de denilmiş ve büyük Allah âşıklarındandır. Allah öyle aşkı
cümlemize nasip eylesin. Allah'a emanet ol hayatım.”
Bu yazı toplam 353 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
- KAHVE TADINDA VEFA APARTMANI SADIK YALSIZUÇANLAR29 Ekim 2024 Salı 10:57
- BİR MÜTEFEKKİRİN İMTİHAN YAKLAŞIMI24 Haziran 2024 Pazartesi 20:48
- İLİM VE HİKMET İLE YOĞRULMUŞ BİR ÖMRÜN HATIRI OLMAZ MI?17 Kasım 2021 Çarşamba 20:59
- ADANMIŞ ÖMÜRLER28 Mayıs 2021 Cuma 22:30
- Sırat’ta Bir Genç Araf’ta Kalır Mı?5 Ekim 2017 Perşembe 06:09
- El-Me’mun Ve Beytü’l Hikme6 Ekim 2016 Perşembe 06:08
- FITRAT, SEVGİ VE EĞİTİM28 Nisan 2016 Perşembe 15:41
- ÖRNEK BİR NESLİN YETİŞMESİ YOLUNDA BİLGİ EVLERİ24 Şubat 2016 Çarşamba 17:36
- Mehmet ÖZELPOST TRUTH (GERÇEKLİK SONRASI) ÇAĞDA FİLİSTİN SORUNUNU KONUŞMAK
- Bilge ÇAĞLANMODERN EĞİTİMLE DEĞİŞEN DİNDARLIK
- Veli KARATAŞ “AKLA VEDA” AKL-I SELİME DAVET
- Mehmet ALTUNÜLKEMİZDEKİ EĞİTİMİN DÜNÜ BUGÜNÜ VE YARINI
- Ali KARAKAŞFUAT SEZGİN VE HADİS KİTABETİNE DAİR İDDİALARI
- Kemal SAYARKemal Sayar İyiliğin kanatları
- Musa ARMAĞAN MEVDUDİ'NİN İSLAMIN GELECEĞİ VE ÖĞRENCİLER KİTABI ÖZETİ
İMSAK | GÜNEŞ | ÖĞLE | İKİNDİ | AKŞAM | YATSI |
04:22 | 05:44 | 11:45 | 14:58 | 17:34 | 18:49 |