DİN EĞİTİMİNDE MÜKAAFAT VE CEZA / Köşe Yazısı - Melek BELLİBAŞ

6.09.2021 10:34:48
Melek BELLİBAŞ

Melek BELLİBAŞ

 Çocuklarda dini duygu ve düşüncelerin gelişmesi, çocukların aileden aldıkları din eğitimine bağlıdır. Çocukluk döneminde gerçekleştirilen din eğitimi, kişinin tüm hayatı üzerinde etkili olmaktadır. Kısaca ifade etmek gerekirse çocuk dini karakterini, kendi ailesi içinde kazanmaktadır. Dini pratiklerin yaşandığı bir ailede, çocukta dini duygu ve düşünceler daha erken ortaya çıkmaktadır. Onun için din eğitiminin anne ve baba tarafından beraber  verilmesi ve dinin bizzat yaşanarak çocuğa örnek olunması çocuk üzerinde etkili olacaktır. Anne ve babanın dışında, diğer aile büyükleri de çocuklara din eğitimi verebilirler. Hatta yapılan bir araştırmaya göre çocuk, nene ve dede tarafından ibadete teşvik edildikten sonra, çocuğa sohbetle de anlatmanın ibadetin kanıksaması sürecinde faydalı olduğu görülmüştür.

Ülkemizde, çocuklar için din eğitimi konusunda takındıkları tavra göre dört farklı aile ile karşılaşıyoruz:

Birinci aile yapısında, dinin insan için mutlak surette gerekli olmadığı görüşü hâkim olduğu için bu aileler, çocuklarına dini eğitim verme noktasında herhangi bir çaba içerisine girmemekte.

İkinci olarak çocuklarına dini eğitim vermek istedikleri halde bu konuda yeterli donanıma sahip olmayan aileler yer almaktadır. Bu aileler çocuklarının dini eğitimlerini okullarda haftada iki saat verilen din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri ile yaz aylarında yaklaşık iki ay süren Kur’an kurslarına havale etmektedirler. Oysaki okullarda verilen din dersleri, hiçbir zaman ailelerin vermiş olduğu din eğitiminin yerini tutmamaktadır. Çünkü en temel din eğitimi ailede verilmektedir.

Üçüncü aile yapısında ise çocuklara verdikleri dini eğitimin geleneksel yöntemlerle gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu tür ailelerde din eğitimi aile büyükleri olan nene ve dede tarafından verilmektedir. Bu tip ailede verilen dini eğitim, verilme şekli itibariyle ciddi anlamda problem barındırmakta. Çünkü bu tip aileler çocuktaki vicdan gelişimini, öncelikle Allah korkusuyla sağlamaya çalışmaktadır.

Örneğin; sıkıştıkları ya da çocuklarla baş edemedikleri anda “Allah seni taş yapar, gözünü kör eder, seni cehenneme atar, senin gibi yaramaz çocukları sevmez!” şeklinde telkinlerde bulunmaktadır. Bu durumda çocuklar, Allah’ı zihinlerinde sadece cehennemi olan ve onları kimi zaman taşa çevirmekle cezalandıran ürkütücü bir varlık olarak tasarlıyor. Henüz Allah’ı sevmeden, Allah’tan korkmaya(!) başlıyorlar. Bu da çocukta korku üzerine kurulmuş bir Allah düşüncesinin oluşmasına sebep olmaktadır. Bu yaklaşım “…korkutmayınız, sevdiriniz…” Nebevi ikazına aykırı bir yaklaşımdır.

Dördüncü olarak; dini bilgileri çocuğa kazandırmanın bir ebeveynlik görevi olduğunun şuurunda olan ve bu düşünceyle çocuklarına dini eğitim veren aileler var. Bu ailelerin çekirdek aile ya da geniş aile olmaları fark etmiyor. Ailede din eğitimi konusunda hangi kişi ya da kişiler donanımlı ise o kişi ya da kişiler tarafından din eğitimi veriliyor.

Çocuklarda din eğitiminde önemli olan diğer kavramlar; mükâfat ve cezadır. Literatürde ödül, hediye ve iyiliğe iyilikle karşılık vermek gibi anlamlara gelen mükâfat;  eğitim ve öğretimde iki farklı boyutuyla ele alınır: manevi ve maddi mükâfat. Çocuklar ve öğrenciler üzerinde en etkili olan mükâfat şekli manevi olan mükâfattır. Yani sevgi ve ilgi göstermek, övmek, tebrik etmek, yapmış oldukları davranışları pekiştirmek adına en etkili yoldur. Maddi mükâfatın etkisi geçici iken, manevi mükâfat daha kalıcı bir etki bırakabilmektedir.

 

Ceza; uygun olmayan tepki ve davranışları önlemek için yapana karşı uygulanan üzüntü, sıkıcı ve acı verici işlemdir. Tıpkı mükâfat gibi ceza da maddi ve manevi olarak ikiye ayrılır.

Manevi cezanın en hafifi; fakat öğrenci ve çocuklar üzerinde en etkili olan şekli sevgiyi ve ilgiyi azaltmaktır. Bu, Peygamber Efendimizin sünnetinde de yer alan bir yöntemdir. Azarlama ve hakaret şeklinde de ortaya çıkan ve bazı öğretmen ve veliler tarafından zaman zaman kullanılan manevi ceza şekli ise, çocukların ve öğrencilerin aşağılandığı, hakaret edildiği ve direkt olarak kişiliğinin hedef alındığı yöntemdir. Bu aşağılanmanın zihinde yıllarca iz bırakacağı ve onarılamayacak hasarlara sebebiyet vereceği aşikârdır.

Maddi cezanın en ağır olanı ise dayaktır. Dayak, ceza olarak her ne kadar ağır sayılsa da muhatap üzerinde beklendiği kadar etkili olmayan bir yöntemdir. Çünkü dayağa maruz kalan kişi, bir süre sonra bu duruma alışacak ve deyim yerindeyse “arsızlaşacaktır”.

Kur’an-ı Kerim’de mükâfat kavramı toplamda 160 yerde geçerken ceza kavramı türevleri ile birlikte 72 yerde geçmektedir. Bu durum Kur’an-ı Kerim’in cezalandırmaktan ziyade mükâfatlandırmayı önceleyen bir mesaja sahip olduğunu göstermektedir.

Kur’anî eğitimde “cezalandırmadan önce bilgilendirme” prensibi vardır. İlk insan ve ilk peygamber olan Hazret-i Âdem’e her konuda bilgi verilmiş, isimler öğretilmiş, neyin iyi ve neyin kötü olduğu bildirilmiştir. Bu bilgilendirme ve uyarıya rağmen yasaklanan ağaçtan yiyen Hazret-i Âdem ve eşi cennetten çıkarılarak cezalandırılmış; ancak akabinde pişman olup af dilemeleri üzerine Allah tarafından tövbeleri kabul edilmiştir.

Bu durumda Kur’anî eğitimin başka bir yönü ortaya çıkmakta: Suçun farkına vardırılarak pişmanlık duyulması ve af dileme yolunun gösterilmesi… Allah’ın her topluma peygamber göndermesi ve onları uyarması da yine cezalandırmadan önce bilgilendirme prensibi ile ilgilidir. Çünkü Allah, kendisine peygamber göndermediği hiçbir toplumu sorumlu tutmamıştır.

Hazret-i Muhammed (SAV) gerektiğinde çocukların disipline edilerek eğitilmelerini söylemiş, dine ve örfe aykırı durumlarda da çocukları uyarmıştır. Ayrıca aile içinde disiplinsizliği önlemede kardeşler arası eşitlik ilkesinin önemli olduğunu, çünkü kardeşler arasında eşit olmayan muamelelerin çocuklarda bir takım davranış bozukluklarına yol açtığını da ifade etmiştir.

Hazret-i Muhammed (SAV), çocukların dövülmesi bir yana, onlara beddua edilmesine, kötü söz söylenmesine dahi karşıdır. “Henüz tıfıl olan çocuklarınızı dövmeyiniz.” hadisinde de 7-8 yaşına ulaşmamış çocukların dövülmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Eğer mutlaka cezalandırmak gerekiyorsa, suçu ölçüsünde ceza vermemizi ve hiçbir şekilde yüzüne vurmamamızı tembih etmiştir.

İslam hukukuna göre çocuğun kasıtsız veya unutarak yaptığı davranışlar sebebiyle dövülmesi yasaklanmıştır. Eğitim amacıyla da olsa çocuğun yüzüne vurulması uygun görülmemiştir. Hatta baş, yüz, karın ve kasıklara vurulduğu takdirde bu davranış işkence sayılmıştır.

Batı eğitim sisteminde dayağa, şiddete karşı olanların temel gerekçesi dayağın çocuğu yüzsüzleştirdiği düşüncesidir. Onlara göre eğitimde sert muamele ve sert ceza; pek az faydaya karşın çok kötü sonuçlar verecektir. Batı eğitim sisteminde dayağa karşı olan Maria Montessori’nin düşüncesi insanlar tarafından kabul görmüştür. Bu yöntem denenmiş ve başarılı sonuçlar alınmıştır. Bu düşünceye göre çocuğun kendi kendini geliştirmesine ve eğitmesine imkân tanınması ve bu imkânın olabildiğince kolaylaştırılması temel prensiptir. Ona göre öğretmen hiçbir zaman şiddete gerek duymamalıdır.  Çocuğu özgür bırakmak; fakat hareketlerini de uzaktan gözlemlemek en iyi eğitim şeklidir.

Sonuç olarak; din eğitiminde aileye büyük sorumluluk düştüğü ve bu sorumluluğun tüm ebeveynler üzerinde eşit şekilde dağıldığı görülmektedir. Ayrıca dayak ve şiddetin eğitimin hiçbir aşamasında çözüm olmayacağı, çözüm olmadığı gibi insanlar üzerinde kalıcı hasarlar bırakacağı gerek Kur’an ve hadisin çağları aşan mesajlarında, gerekse de Batı medeniyetinin eğitim sisteminde açıkça görülmektedir.

 

MELEK BELLİBAŞ

Bu yazı toplam 1774 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.