DÜNDEN BUGÜNE BUGÜNDEN YARINA SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI 2 / Köşe Yazısı - Mehmet Ali ÇETİN

29.10.2024 11:02:06
Mehmet Ali ÇETİN

Mehmet Ali ÇETİN

 25/05/2021 Tarihinde Eğitimle Diriliş sosyal medya platformunda yayınlanmış yazımda Sivil Toplum Kuruluşları’nın tanımları, görevleri, ilerideki zamanlarda yapmaları gerekenler hakkında etraflıca bilgi sunmuştum. Ancak bunun yeterli olmadığını bu çalışmamın daha çok su götüreceği inancını taşımaktayım. Bunun belirli sebepleri olmakla birlikte değişen dünya koşullarının hayatın gerçekliğine olan yansıması olarak görebiliriz. Geçen yıllar, değişen hayat şartları bu işin devam etmesi gerektiği, yarım kalan işin devamını getirmem ve nihayetinde de sonlandırmam gerektiğini bana söylemektedir. Çünkü insanlık, değerler, normlar, insan hakları; emperyalist sistemler tarafından kendilerinin ürettikleri yalanlar üzerinde oluşturdukları uzun vadeli projelerle adeta ayaklar alıntına alındı. Dünya gittikçe kötüye gidiyor. Umut vaat eden hayaller çok az. İpin ucu kaçtı. İyilikler, güzellikler yok oldu. Umut tükendi. Medeniyet, insanlık değerleri tar-umar oldu. Emperyalist düzenin çivisi çıktı. Yönetenler adeta yaşanabilir umut verici bir şey bırakmadılar. Çıkarları uğruna hepsinin üzerinden buldozerle geçtiler. Dünyadaki bütün kurum ve kuruluşlar iyilik anlamında iflas etti. İnsan hakları işlemez hale geldi. İyilik tarihin derinliklerine gömüldü. Olmaması gereken bütün kötülükler oldu. Yapılmaması gereken bütün yanlışlar yapıldı. Görülmemesi gereken her mahrem görüldü. Açılmaması gereken bütün defterler tekrar açıldı. İnsanlık adına, yaşam adına güzellik adına ne yazık ki sıfırı tükettik.

Oturup düşünmek gerekiyor; nerede yanlış yaptık, bireysel ve toplumsal olarak neleri yaptık, neleri yapmadık? Biz ki İslam medeniyeti olarak yedi cihana hükmederken insanlık, medeniyeti, ahlakı bizden öğreniyordu. Biz ki iyilik ve medeniyet alanında bütün insanlığa örnek teşkil ediyorduk. Biz ki savaş zamanında bile gönülleri fetih ediyorduk. Biz ki tüm dünyaya savaş hukukunun örneklerini gösteriyorduk. Mekke’nin fethinde şehre giren Peygamber (a.s) (gözleri yaşlı, devesinin hörgücüne kadar eğilmiş bir baş, dua eden dudaklar) o şehir ki başına ödül koymuştu. O Mekke seçkinleri ki Müslümanlara dünyayı dar etmişlerdi. Alaydan iftiraya, boykottan işkenceye yapmadıkları kötülük kalmamıştı. Dünya var oldukça eşi benzeri olmayan ve olması çok zor olan herkese insanlığı öğretmiştik. Ruhumuz kuvvetli olduğu için kendimize gelen onca kötülüğü bile affedebildik. Aynı zamanda daha da iyisini yaptık kendimize kötülük yapanı kimseye iyilikle cevap vererek onların gönüllerini fethettik. Bu anlayış bugünkü insanlığın kabullenmesi zor bir durum… fenalığı iyilikle karşılamak… 
 
Geçmişte yaşanılan bu emeklerin üzerinin beton yığınlarıyla örtülmesine izin vermemeliyiz. Bizim mayamız temiz, geçmişimiz pak. Durmadan bu değerleri tüm dünyaya haykırmalıyız. Ruhu kuvvetlendirip daveti diri ve canlı tutmalıyız. Sürekli okumalı, ruhu beslemeliyiz. Yoksa yok olmaya doğru gidiyoruz. Yok olmamak için çırpınmalıyız. Kıyamet bu kadar yaklaşırken bir hardal tanesi olsa bile bir şeyleri düzeltmeli ve elimizden geleni yapmalıyız. Bir şeylere dokunmalıyız. Az yapmak hiç yapmamaktan çok daha değerlidir. İyilikleri çoğaltmalıyız. Dünyayı imar ve ihya edip tekrar yaşanabilir bir hale getirmeliyiz. Benler biz olmalı… Bizler çok olmalı... Çoklar dünyayı ayağa kaldırmalı… İyilikler, güzellikler etrafında birleşmeliyiz. Umutları tekrar yeşertmeli, hayaller filizlenmeli, filizler büyümeli, büyüyenler her yeri yeşillendirmeli… 
 
Peki, biz (belli bir amaç için bir araya gelen kuruluşlar) kim oluyoruz? İşte söze buradan devam etmek gerekir. Çevreye, topluma duyarlı, Yaratanı ve yaratılanı seven, imar ve ihya eden, olumsuzlukları kötülükleri örten, olumluyu, iyilikleri çoğaltan, seven ve yaşatan herkes; bu örnekleri fazlalaştırabilir, topluma faydalı sivil toplum kuruluşları çoğaltabiliriz. Şimdi durum tespiti yaptığımızda böyle temiz bir amaç için bir araya gelmiş olanlar var mı? Cevabı “Evet var”. Daha önce var mıydı? Evet, tahminimizden fazlası vardı. Hatta hayatın her alanına dokunup imar ve ihya ediyorlardı. Ama şimdi yeterli mi? Hayır yeterli değil daha da çoğaltmak gerekir. Biz ne yaptık da bunları tükettik. Yaptığımız küçük hesaplar ve çıkarlar uğruna çoğunu kapattık. Olanları da işlemez hale getirdik. Dolayısıyla meydanı kötülere bıraktık. Onlar da var olan her güzeli yok etmeye çalıştılar, çalışıyorlar. Uyarıyı dikkate almak gerekir. Eğer biz iyilikleri çoğaltmaz insanlığı bu iyilikler etrafında toplamasak Allah bizi helak eder yerine bu görevi yapacak yeni toplumlar yaratır.  
 
Konumuzu açmaya devam edip örneklerle zenginleştirelim. Yakın zamanda ülkemizde çok büyük bir deprem felaketiyle karşılaştık. Depremin meydana getirdiği yıkımla canlı-cansız herkes yerdeydi. Sanki dünya tersine dönmüştü. O anda kim ne yapacağını bilmiyor, herkes şaşkınlık içinde, çaresizce bekliyordu. Deprem anında insanlık bir şeyler yapmak istiyor ama gücü yetmiyor. Yapamıyordu. Aslında ne yapacağını da bilmiyordu. Çünkü daha önce böyle bir felaketle karşı karşıya gelmemişti. Canlar ölüyor, insanlık izlemek zorunda kalıyordu. Tam da bu ortamda “insanlık ölmedi ve yaşıyor, bittik ama tükenmedik, uçurumun kenarındaydık ama düşmedik, ateşin içindeydik ama yanmadık.” diyen sivil toplum kuruluşları ortaya çıktı. Amasız, çıkarsız, menfaatsiz sadece insanlığın kurtuluşu ve Allah rızasını kazanmak için ortaya çıktılar. Devlet kurumlarıyla koordine içinde çalıştılar, yardımları gidilmesi gereken yerlere yani ihtiyaç sahiplerine ulaştırdılar. Son zamanlarda üzerine atılan kötü imajları bir bir yok ettiler. “İnsanlık için varız ve insanlığın kurtuluşu için kıyamete kadar var olacağız. “ dediler.  Ümmettin kurtuluşu için bu toprakların vazgeçilmezi, olmazsa olmazı ve ana unsurları olduklarını herkese kanıtladılar. İşin en önemli boyutu bunları eleştiren grupların hiçbirisinin sahada olmayışıydı. Bunlar sanki yer yarılmış adeta içine girmişlerdi. Ses seda çıkarmıyorlardı. Sanki nefesleri tükenmişti. “Bir musibet bin nasihatten daha iyidir”  deyimi ile akla kara gün yüzüne çıkmış oldu.  Kimin niyetinin veya amelinin halis kiminkinin de şer olduğu aşikâr bir şekilde gün yüzüne çıkmıştı.
 
Sivil Toplum Kuruluşları’nı sadece yardım dernekleri adı altında değerlendirmek yetersiz kalır. Hizmet alanları geniş bir yelpazeye sahiptir. Özgürlüğün, insan haklarının ve insanca yaşamanın zirve yaptığı ülkelerde sivil toplum kuruluşlarının alanları genişletmekte ve devlet kurumlarıyla koordinasyonu güçlü tutmanın avantajlarından faydalanmaktadır. Devlet her yere, her işe yetişmeyebilir. Toplumu tanımada, zengini fakiri ayır etmede yetersiz kalabilir. Bu çalışmalarını ülkede STK’ları güçlendirerek adalet kavramını şuan literatürde sıkça kullandığımız özgürlük alanları genişletebilir. Bu anlayış STK’ların etkilerini artıracak onların görev ve sorumluluklarını yasayla sınırlandırıp güvence altına alan bir anayasa değişikliğine de gidilmelidir. 
 
Sonuçta hizmetin, sağlığın, desteklerin hızlı ve organize girdiği yerlerde refah düzeyi ve insan memnuniyeti artar. İnsanların devletine ve milletine olan güveni sarsılmaz zirveye ulaşır. Böylelikle devletin üzerindeki hizmet sunmanın ağır yükü bir nebze olsun kalkmış olur.  Derneklerin görevlerini ve çalışma alanlarını genişletmekte fayda vardır. Bunları ekonomik faaliyet gösteren dernekler (Kooperatifler, Esnaf Sanatkârlar vb.), teknoloji geliştirme ve bilimsel çalışma yapan dernekler, dini dernekler, kültür, sanat ve sportif faaliyeti olan dernekler olarak çoğaltabiliriz. Osmanlı döneminde özellikle vakıf alanında çok geniş bir yol kat edilmişti. Bu dönemde vakıflar adeta devletle iç içe bütünleşmişti. Bu vakıflar devlet ile halk arasında bir köprü görevi görmekteydi. Özellikle aş evleri, dini kurumların faaliyetleri, okulların gelir giderlerinin tamamını devlet finanse ediyorlardı. Bu durum hem sağlıklı bir toplumun oluşmasına ve koordine etmede katkı sağlıyor hem de yapılan çalışmalarda halkın memnuniyeti sağlanmış oluyordu. Böyle farklı örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak günümüzde bu tür yapılar devlet elden gidiyor vb. bazı ön yargılı kişi ve kurumlar yüzünden ya kapatıldı ya da işlemez hale geldi. Ülkemizde sayıları oldukça fazla olan belli bir düşünceye ait kesimin artık rejim elden gidiyor diyerek mayamıza ve medeniyetimize uygun yapılan çalışmaları sekteye uğratmaması gerektiğini bu kesime öğretmek gerekiyor. Korkuya gerek yok. Kimsenin devleti batırmak, rejimi değiştirmek gibi bir derdi olmadığını anlamaları gerekir. Olması gereken öz değerlerimize uygun kültürümüzü ve maneviyatımızı besleyen bizi biz yapan değerlerle yönetilmek... Yıllarca Batılı olmaya ve Batı kültürünü benimsemeye çalıştık. Yasalarını, kanunlarını ve eğitim sistemlerini uyguladık ve aynı yasalarla yönetilmeye devam etmekteyiz. Ancak bir türlü ilerleme sağlayamadık. Ne tam Batılı olduk. Ne de tam Doğulu olduk. Hâlâ kendimize, özümüze ait bir sistem oluşturamadık.  Burada yapılması gereken Batıdan kültürümüze uygun olabilecek; bizi bilimde, sanayide ve adalette ileriye taşıyacak değerleri alıp, bu değerleri geçmişten yüz yılların birikimiyle kazanmış olduğumuz muazzam değerler ile harmanlayarak kendimize özgü bir sistem oluşturmaktır. 
 
Bunun yolu devletçi politikaları ve uygulamadaki katı, düşünceyi sınırlandıran yasaları kaldırarak daha özgürlükçü bir anayasayı uygulamaktan geçiyor. Böylelikle yerel yönetimler güçlenecek, devletin halk üzerindeki baskısı azalarak güvenlik maliyetleri düşecek, yapılacak çalışmalar az bir ekonomik harcamayla tamamlanacaktır. Burada anlatılmak istenilen konu şudur: Denetimi elden bırakmadan halkı rahat ve özgür bırakarak devletin çok zor şartlarda ve büyük ekonomik masraflarla yaptığı işleri daha az bir maliyetle halka yaptırmaktır. Peki, akla şu soru gelebilir. Nasıl yapılacak? Aslında cevabı çok basit: Ülkedeki sivil toplum örgütlerini desteklemek, ülkedeki sosyal kültürel ve sportif vakıfları gelişmesini sağlamak, aynı şekilde ülkedeki kooperatif sayılarını çoğaltarak birlikteliği artırmak, imece usulünü geliştirerek ekonomik canlanma sağlamaktır.
 
Ülkemizin ve medeniyetimizin mimarları olan dernekler, sivil toplum kuruluşları ve vakıflar desteklenip faaliyet alanları genişlettirilmelidir.  İnsanları iyilik adına birleştirip geleceğe daha güvenle bakabiliriz. Bizler istesek de istemesek de Allah nurunu tamamlayacaktır. Temennimiz, duamız bunun bizim elimizle yapılmasıdır. Zaman çalışma ve üretim zamanıdır. Geliyor gelmekte olan büyük felaket; bu tehlikeyi durdurmanın tek yolu iyilikleri çoğaltmak, helak olmamak için Allah’ın bize bildirmiş olduğu uyarıları dikkate alarak özümüze dönmektir. Bunun için sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir. Bu kuruluşlar o kadar güçlü ve büyük olmalıdır ki bilimsel, toplumsal ve ekonomik alanlarda ülkenin gücünü elinde bulundurmalıdır. Devletin ekonomik ve sosyal politikalarını belirlemeli ve yönlendirmelidir. Büyük kuruluşlara dönüşmeli ve ülkede söz sahibi olmalıdırlar. Büyük amellerin gerçekleşmesi için Batılı lobilerden daha fazla gelişmeleri gerekir. Bu anlayışa önce ahlak ve maneviyat diyerek, yüzyılın en büyük projesini başlatarak ancak geleceğimizi şekillendirebiliriz. 
 
Tüm bu çalışmaları yaparken de denetim mekanizmalarını işlemeli şiddeti, ayrımcılığı ülke bütünlüğünü bozacak ve güvenlik açısından tehlike oluşturacak derneklerin faaliyetleri kontrol altına alınmalıdır. Bu tür kuruluşlar ülkeyi bölmek isteyen dış güçlerin eliyle kurulmaktadır. Devletimiz mayamıza, geçmişin değerleriyle çatışan sivil toplum kuruluşlarının oluşumuna izin vermemelidir.  Dış ülkelerde bu tür yapılara izin verilmemektedir. Batı ülkelerinde kendi ülkesinin çıkarlarına ters hareket eden bir tek kuruluş ve kurum yoktur ve kesinlikle bu tür yasa dışı oluşumlara izin verilmez. 
 
Sıralama nasıl olmalı, öncelik kimin olmalı, ihtiyaçlar hiyerarşisine ve gelecek öngörüsüne ilk önce hangi sivil toplum kuruluşlarını yerleştirmeliyiz. Bunların cevabı toplumun yapısına, çevreye ve coğrafik şartlara göre değişkenlik gösteri. Tabi ki yapacağımız sıralama değişmez değildir. Zamana şartlara göre değişkenlik gösterebilir. Bunu öngörmek gerekir.Kültürel değerlerimizi ön planda tutan geçmiş birikimimizi gün yüzüne çıkartacak eğitime önem veren sivil toplum kuruluşlarının öncelikle desteklenmesi gerekir. Geçmişini bilmeyen geleceğe yön veremez sözüyle başlamalı ve bu sözü kendimize şiar edinmeliyiz. Okumayı önemseyen eğitime önem veren dernekleri çoğaltmak, desteklemek gerekir. Bunları yaparken geçmişi, inançları, kültürel değerleri, gelenek görenekleri ve medeniyetimize bağlı kalacak yapı ve kurumları ön plana çıkartmalıyız. Çünkü okumayan ve üretmeyen toplumlar gelişemez, büyüyemez. Bunun için şehirlerin caddelerin her köşesine kütüphaneler, kitap kahveler kurmalıyız. Buraların ihtiyaçlarını devletçe karşılanmalı ve böyle tür yerleri halkın kullanım alanlarına açmalıyız. Eğitim müfredatlarını şekillendirirken yukarıda anlatılan değerlerle harmanlayarak hazırlamalıyız. Gazete ve dergilerin çoğaltılmasını sağlanmalı, bu alanda emek verenlere destek olunmalı ve bu tür projeler desteklenmelidir. Tabi bu tür çalışmalar birçok örnekle çoğaltılabilir.
 
İkinci olarak desteklenecek kuruluşlar olarak ülkeye ekonomik ve katma değer sağlayacak kooperatif sivil toplum kuruluşları desteklenebilir. Geçmişe baktığımızda Osmanlı ve daha önce kurulan devletlerin birçoğunda bu kültürün çok gelişmiş olduğunu görürüz. Örneğin geçmişimizde Ahilik faaliyetlerinin muazzam seviyeye ulaştığını, ticaretin karşılıklı saygı ve hak üzerinde geliştiğini görürüz. Sadece kendini düşünmeyen, diğer kardeşini de düşünen bir ticaret anlayışı gelişmişti. Bu anlayışa dönmek ve bu tür çalışmaları geliştirmek gerekir. 
 
Üçüncü olarak desteklenecek kuruluşlar arasında bilim ve teknolojide emek harcayan proje yapan sivil toplum kuruluşları desteklenmelidir. Aslında bu üç sıralama birlikte yürütülebilmelidir. Çünkü bunlar birbiri ile bağlantılı ve birbirini destekleyen kurum ve kuruluşlardır. 
 
Dördüncü olarak dile getireceğimiz kuruluşlar olarak kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetler yapan sivil toplum kuruluşlarıdır. Devletler, imparatorluklar yüzyıllık hedeflerini amaçlarını özellikle kültür sanat ve sportif faaliyetler adı altında insanlığa sunmaktadır. İnsanları tüketime yönlendirmek sömürgelerini geliştirmek ve yeni sömürge alanları açmak için bu tür faaliyetleri etkin bir şekilde kullanmaktadır. Bunun yanında kendi kültür ve medeniyetini de pazarlamakta ve bize ait olan birikimlerin de zamanla yozlaşmasına neden olmaktadırlar. Bu sayede kendimize ait amaç ve hedefler zamanla unutulmakta, medeniyetimiz açısından bu durum sürekli olarak bizi geri götürmektedir. Bu boşluğun doldurulması elzemdir. Geçmiş bilgi birikimimiz oldukça zengindir. Özellikle film ve kültür sanat açısından elimizde çok büyük imkânlar ve fırsatlar vardır. Örneğin Kur’an-ı Kerim’deki birçok gerçekleşmiş ve hak olan kıssa ve olayları bir filme çevirip insanlığın hizmetine sunulabilir. Sportif faaliyetler geliştirilebilir. Yapılan çalışmalar medeniyet ve kültür birikimlerimizin bütün dünyaya, insanlığın kurtuluşuna vesile olacak şekilde sunulabilir. Bu şekilde çalışılması durumunda bilim ve teknoloji, kültür sanat ve sportif faaliyetlerdeki yönelim ve gelişim Batı’dan Doğuya değil, Doğu’dan Batı’ya doğru gelişmiş olur. Her anlamda Doğu Batı’dan daha üstün bir duruma gelmiş olur.  
 
Bu yazı toplam 268 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.