BİLİYORUM BİR GÜN BİR ÜLKEMİZ OLACAK / Köşe Yazısı - Yakup ÇETİNKAYA

20.10.2024 08:53:17
Yakup ÇETİNKAYA

Yakup ÇETİNKAYA

“Biliyorum Bir Gün Bir Ülkemiz Olacak” Filistinli şair Mahmut Derviş’e ait olan bu temenni bizim içinde bir dava oldu 1948’den bu yana… Batı’nın “Ortadoğu” olarak isimlendirip insanlığını bir kenara fırlattığı bu topraklarda yaşayan her Müslüman’ın içinde bir ukdedir bu dava… Yaşarken ölüme bu kadar yakın olmak onlar için bir ütopya olsa da Filistinliler için hayatın rutin bir parçasıdır. 

İnsanlık, tarihi boyunca savaşlardan ve çatışmadan ari olmadı. Güvenlik, her zaman insanın ilk refleksi oldu. İnsanlar bu güvenlik sancılarını birbirlerine kenetlenerek oluşturdukları toplumlarla aşmaya çalıştılar. Fakat ne yazık ki bir toplumun güvenliğini öncelerken diğer toplumun güvenliği her zaman örselenmiştir. İnsanlık oluşturdukları kolonilerin güvenliğini sağlamada son derece başarısız bir sınav vermiştir. İnsanı insan yapan temel değerlerin ayaklar altına alındığı ve çeşitli ekonomik bahanelerin ardına sığınarak yapılan zulüm ve haksızlıklara maalesef ki göz yummak durumunda kalmıştır. İnsanlığın ayıbı sayılabilecek en utanç verici şey de gözler önündeki zulme ‘göz yummak’, kulak zarlarını patlatacak seviyedeki çığlıklara ‘kulak tıkamak’, ölmeyi, ölümü ve dâhi öldürmeyi sıradanlaştırmaktır.  Tarih boyunca insan toplulukları çeşitli sebeplerin arkasına sığınarak birbirlerini kırıma uğratmış ve birbirlerine karşı çeşitli yöntemlerle zulmetmişlerdir. Bu utanç sadece tarihin kirli sayfalarında yazmakla kalmamış zihinlere işlemiş ve bir yara olarak insanlığın sinesinde yer edinmiştir. Zulüm nereden gelirse gelsin kime yapılırsa yapılsın bu durum asla değişmeyecektir. 

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) risaleti ile beraber insanlık yeni bir döneme girmiştir. Bu yeni dönemde insanlar kitlesel olarak asırlardır içlerinde barındırdıkları nefsani dürtülerden arınma ve ulvi iklimlere yelken açma fırsatı yakalamıştır. O’nun (s.a.v.) getirdiği hayat nizamı zulmetmemeyi, ahlakı, savaş ahlakını, insanın değerini öncelemiş ve bünyesinde yaşattığı insanları hem psikolojik olarak hem de toplumsal dayanışma cihetiyle desteklemiş ve güçlendirmiştir. Makro planda büyük çatışmalar olsa da mikro planda insanların mutluluğunu tesis etmiştir.
 
İslam toplumları, tarihi boyunca ezilen, zulme uğrayan her topluluğun özgürlüğünü ve mutlu yaşama ihtiyaçlarını karşıladığı bir sığınak olmuştur. Fakat gelinen bu son noktada İslam dünyası maalesef dünya toplulukları tarafından büyük bir vefasızlığa maruz kalmıştır.
 
Tarihi bağlılıklar ve yaşanmışlıklar maalesef göz ardı edilirken açıklanması zor ideallere sarılarak insanlık onuru ayaklar altına alınmıştır. 
Mutluluk ve ona dair her şeyin yabancısı olmak, onu garipsemek modern zamanın insanları için tuhaf karşılanabilecek bir durum olabilir. Fakat modern insanlar arasında yaşayıp onların görmediği, hissetmediği mutluluk namına ne varsa hepsine yabancı, kaosun içinde doğmuş, kaosun içinde büyümüş milyonlarca insanın yaşadığı bir dünya ile karşı karşıyayız.
 
Bu eser, Filistin halkının gözünden anlatılan, yüreklerde derin izler bırakan bir hikâyedir. Acıların ve umutların iç içe geçtiği bu topraklarda, direnişin ve dayanışmanın simgesi olan insanların sesini duyurmayı amaçlıyor. Her satırı, Filistin’in zengin kültürünü, tarihi mirasını ve halkının cesaretini yansıtırken, aynı zamanda yaşanan zorlukları, acıları, zulüm ve adalet arayışını da gözler önüne sermektedir.

Bu kitap, sadece bir günlükten ibaret değil, aynı zamanda bir çağrıdır; barış ve özgürlük için atılan adımların, dünya genelinde yankı bulmasını ister. Okuyucuların, Filistin halkının direnişini ve onların hikâyelerini daha iyi anlamalarını ve empati kurmalarını umuyoruz. 
 
“Kim bir zulüm görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” Hadis-i Şerifi mucibince dilimizle, kalemimizle bu zulmü insanlara duyurma niyetiyle yazılan bu eseri sizlere sunmaktan dolayı onurluyuz. 
 
Bu vesileyle 7 Ekim 2023’ten 29 Aralık 2023’e kadar geçen sürede cephede birebir yaşadıklarınıgün gün bizlere aktaran Atıf Ebusayf’a verdiği mücadele için minnettarız. Ebusayf, şahsi ızdıraplarını Gazze’nin ölüm kokan sokaklarına terk edilen Filistin halkının acısıyla beraber yazıyor. Yalın ve sürükleyici üslubu orada yaşananların sinemize nakşedilmesine sebep oluyor. Hem onun ailesine hem de Filistin davası için bugüne kadar şehit olan tüm Filistin halkına Allah’tan (c.c.) rahmet diliyoruz.

Atıf EbuSeyf Kimdir?
 
Atıf EbuSeyf’in hayatı ve başarıları, Filistin’in kültürel ve edebi mirasına katkıda bulunan önemli bir figürün hikayesini anlatır. Cebaliye mülteci kampında doğan Seyf, Fetih Hareketi’nin aktif bir üyesi olarak siyasi arenada yer aldı ve Muhammed Iştiyye hükümetinde Kültür Bakanı olarak görev yaptı. Akademik başarılarıyla da tanınan Seyf, Birzeit Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı eğitimi aldı, Bradford Üniversitesi’nde Siyasi Bilimler alanında yüksek lisansını tamamladı ve Floransa Üniversitesi’nde doktorasını aldı. Filistin edebiyat dünyasına altı roman, iki hikâye koleksiyonu ve üç oyunla katkıda bulunan Seyf, aynı zamanda siyasi bilimler alanında araştırma kitapları yazdı. Eserleri arasında yer alan “Asılı Hayat”, 2015 yılında Arap Dünyası Roman Ödülü’nü aldı.

Önemli Bir Not
 
Burada okuyacaklarınız bir filmin senaryosu veya hayal dünyasında yaşanan şeyler değildir. Bizzat hayatın içinden yaşanarak telif edilmiştir. Burada okuyacağınız satırlar Pınar Yayınlarının desteğiyle Eğitimle Diriliş Dergisi için eser basılmadan önce özel olarak iktibas edilmiştir. İnşallah eser çok yakında tüm Türkiye’de dağıtıma çıkarılacaktır.
 
-Bir İktibas-
13. Gün (19 EKİM PERŞEMBE) 
 
Ağıtlar İçinde 

Ne olduğunu anlamak için iki saat uğraştık. Fakat hiçbir şey bulamıyoruz: enkaz, çukur, moloz, bina parçaları, kırık mobilya parçaları, her yöne dağılmış anılar, sadece bir saat önce hayatta olan insanların günlük eşyaları… Çılgınca hayatta olan birini bulmaya çalışıyoruz, çılgınca diğer tüm gürültüler arasında herhangi bir yardım çağrısı duymaya çalışıyoruz. Ortam kaotik ve dayanılmaz. Bir an için, tüm bu enkazın altında kalan kişinin ben olduğumu ve hâlâ hayatta olmama rağmen kimsenin bana yardıma gelmediğini hayal ediyorum. Oğlum Yaser’in, enkaz altında kalarak oksijeninin tükendiğini ve ölümün eşiğinde olduğunu bilmeden huzurla uyuduğunu düşünüyorum. O, son rüyasının keyfini sürüyor olabilir. O an, o çocukların gözlerinde canlanan son rüya, acaba nasıl bir hayaldi?
 
Faraj'ın evine dönüyorum. Şimdilik yapabileceğimiz bir şey yok. Sabah, kendisiyle beraber yeni bir bakış getirecek. Ama şu an uyuyamıyorum, orada öylece uzanıp güneş ışığının odaya girmesini bekliyorum ki kalkıp hayatta kalanları ya da ölüleri aramak için mahallenin geri kalanına katılabileyim. Buldozerlerin dün gece F16 füzesinin düştüğü yere ulaşması çok zor, çünkü oraya giden sokaklar çok dar. Enkazı elle kaldırmak imkânsız gibi görünüyor ve enkazı kaldırmadan cesetleri çıkarmanın ya da hâlâ hayatta olabileceklere yardım etmenin bir yolu yok. Tam anlamıyla bir çıkmaz. En geniş sokaklar en fazla iki metre genişliğinde. Tek seçeneğimiz bunu kendimiz yapmak, molozları çıplak ellerimizle kaldırmak. Büyük parçaları hep birlikte kaldırıyoruz - her seferinde bir düzine adam, taşları ve büyük beton parçalarını kaldırıyor, sonra da onları yolun dışına taşıyoruz. Arkalarında ya da altlarında birilerini bulmayı umarak birkaç yıkık duvarı yerinden oynatmayı ve kaldırmayı başardık. Yıkılan evlerden birinin sahibi olan kuzenim Ali'nin oğlu Abdo, komşu sokaklarda dolaşarak çocuklarını arıyor. Hâlâ hayatta olduklarına, füze evlerine isabet ettiğinde bir şekilde kaçtıklarına inanıyor. Onu sakinleştirmeye çalışıyoruz. Sürekli bağırıyor, 'Uyanın çocuklar. Uyuduğunuzu biliyorum. Uyanma vakti geldi.’ Hiçbirimiz onun acısına tanık olmaya dayanamıyoruz, bu yüzden hepimiz çabalarımızı iki katına çıkarıyor ve işe odaklanıyoruz, bu süreçte onun ağıt yakan çağrılarını engellemeye çalışıyoruz.
 
Kuzenim Ali'nin cesedini bulduk. Ali, Cibaliye kampının en ünlü yumurta satıcısıdır. Sadece üç hafta önce oğlu Mustafa'nın düğününü yapmıştı. Oğulları ölümden kurtuldu ama kendisi kurtulamadı; daha güvenli olduğunu düşünerek kocaları ve çocuklarıyla birlikte kampın ortasına taşınan kızlarının hepsi öldü. Artık Ali'yi çarşıda yumurta satarken göremeyeceğiz. Artık ona "Yumurtaların nasıl kuzen?" diye sormayacağım. Artık onun "Büyüyorlar ama artık işe yaramıyorlar!" cevabını duymayacağım.

Günün ilerleyen saatlerinde Han Yunus'ta akrabalarıma ait bir eve başka bir füzenin isabet ettiğini öğreniyorum. Vurulan evin sahibi binanın alt katında bir falafel dükkânı işletiyor, çocukları da sık sık burada çalışarak falafel hazırlamasına yardım ediyordu. Dün gece her zamanki işlerini yapıyorlardı: Nohutları eziyorlar, karışımı baharatlıyorlar, falafel toplarını kızgın yağa atıyorlardı. Dükkânı ancak saat 3 gibi kapatıp evlerine çekildiler. Saat 4'te evleri enkaza dönüştü. Başlangıçta aileden sekiz kişi, yandaki evin dört sakiniyle birlikte öldürüldü. Ancak, cesetleri hızlı bir şekilde çıkarıldığı için şanslıydılar. Bu koşullarda 'şans' sayılan şey budur: Düzgün bir cenaze töreni yapabilme, bu son formalitede biraz saygı gösterilme 'şansı'. Aileniz, cesedinizin çıkarılması için günlerce ya da haftalarca beklemek zorunda kalmıyorsa, her zaman sizi hâlâ o enkazın altında, son birkaç anınızı yeniden yaşarken, kapana kısılmış bir şekilde, tekrar tekrar hayal ediyorsa 'şanslıdır'. Hanna şu anda bu şekilde acı çekiyor, kız kardeşi Huda'nın hayatının son anlarını umutsuzca hayal ediyor, kız kardeşini, Huda'nın kocası Hatem'i ve oğulları Muhammed'i o enkazın altında yatarken hayal ediyor ve onları çıkarmak için hiçbir şey yapamayacağını biliyor.
 
Eğer cesetleriniz bulunmazsa öldüğünüzde bile şansınız kötüleşmeye devam edebilir. Ölülerin bunu fark etmeyecekleri açıktır fakat arkada kalanlar için bu çok önemli. Huda ve Hatem'in ve ailelerinin ölümü Hana'yı yıldırım gibi vurduğu doğrudur ama cesetleri bulup gömersek onun için her şey daha kolay olacaktı. İşte o zaman biraz daha rahatlayacak, ancak hüzün, endişeyle dolu kalbini terk etmeyecekti.
 
Ellere Yazılan İsimler

Bazı çocuklar, bir İsrail füzesi tarafından paramparça edildikten sonra bile hikayelerinin anlatıldığından ya da en azından kaydedildiğinden emin olmak için yeni ve zekice bir yol icat ettiler. Bedenlerinin tanınmasını sağlamak için ellerine ve bacaklarına keçeli kalemlerle isimlerini yazmaya başladılar. Bu uygulamayı sosyal medyada paylaşıyorlar. Hatta bazıları ailelerinin cep telefonu numaralarını bile yazıyor ki aranıp ölümlerinden haberdar edilebilsinler. Biz öldükten sonra dünyanın devam edeceğini düşünmek neredeyse imkânsız ama bu çocuklar bunu yapıyorlar: Sevdiklerini ilk sıraya koyuyorlar, onları bilmemenin arafından kurtararak acılarını azaltmayı umuyorlar. Bence bunu kendileri için de yapıyorlar: Ölme ve kimse tarafından yas tutulmama gerçekten fikri dayanılmaz.
 
***
 
Vesam'ın tedavi gördüğü hastanenin üçüncü katına çıkarken yanından geçtiğim tüm yüzleri şimdiden tanımaya başladım. Acil ünitesinin yanındaki merdivenin girişindeki küçük çadırda yaşayan insanları tanıyorum. Birinci kattaki koridorda bir sedyenin üzerinde uyuyan kilolu kadını tanıyorum. Her zaman ikinci katın girişine yakın oturan üç genç kadını tanıyorum, yüzleri çok endişeli, görünüşe göre hâlâ bunun artık onların hayatı olduğuna inanmıyorlar. İkinci katın koridorundan ameliyathaneye doğru yürüdüğümde, her zaman ameliyathanenin yanındaki yan odayı yatak odası olarak kullanan aileyi görüyorum. Sürekli çocuklarını sakinleştirmeye çalışan babayı tanıyorum. Kendine ait bir alan yaratmak için koridorun bir köşesine gerilen perdenin arkasındaki adamın yüzünü tanıyorum. Onun perdesini gördüğümde, dördüncü kata geldiğimi anlıyorum. Birinci katın koridorunda yürürken, günün o saatinde her zaman çocukları için sandviç yapmakla meşgul olan kadını ve bacağı kırılmış ve alçıya alınmış adamı tanıyorum.
 
Tüm hemşirelere ve onların sürekli çatık kaşlı yüzlerine aşina oldum. Kendi kendime "Allah hepsinin yardımcısı olsun" diyorum. Vesam'ın odasındaki diğer yaralıların ailelerini de tanıdım. Savaştan önce polis olarak çalışan Ebu Naim'i tanıyorum. Buraya geldiği ilk gün Vesam'la ilgilenen genç adam Ebu Yazin’i ve eşi ÜmmüYazin'i tanıyorum.
 
Yüzlerini ve acılarını biliyorum. Nasıl hissettiklerini ve nasıl hissetmediklerini biliyorum.
Bu yazı toplam 374 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları

İMSAKGÜNEŞÖĞLEİKİNDİAKŞAMYATSI
04:2205:4411:4514:5817:3418:49

Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Eğitimle Diriliş | Sitede yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.